Duccio’nun başarısızlığından sonra diğer heykeltıraşlar, taş bloğu kurtarmaya çalıştılar ama hiçbiri başarılı olamadı. Duccio Taşı olarak bilinen mermer taş blok, katedralin dışında bir atölyeye kondu ve Il Duomo’yu devasa peygamber heykelleriyle süsleme programı utanç verici bir şekilde sona erdi.
“Duccio Taşı’na ne oldu peki?” diye tekrar sordu Michelangelo.
Granacci “Operai… Ona şekil verecek bir sanatçı arıyor,” diye kekeledi. “Haberin olduğunu sanıyordum.”
Michelangelo başını sallayıp “Hayır olmadı,” dedi. Dizleri titremeye başladı. Yoksa Operai; Duccio Taşı’nı -Donatello’nun bizzat dokunduğu tarihteki en ünlü mermer bloğu- tekrar diriltmeye mi çalışıyordu? Michelangelo’nun parmakları karıncalanmaya başladı.
Granacci “Üzgünüm, sana söylemeliydim,” diye mırıldandı.
Michelangelo, yüzüne yayılan bir gülümsemeyle “Pek tabii ki söylemeliydin,” dedi. Granacci’nin omuzunu tuttu. “O taş, bu elleri bekliyor. Bu görev benim olmalı.”
“Ama Michel,” dedi Granacci, başını öne eğerek. “Sana söylediğim de bu. Bu kesinlikle mümkün değil.”
“Neden?”
“Çünkü Operai, bu görevi çoktan başkasına verdi.”
Michelangelo, hâlâ hayatta olup şu anda Floransa’da yaşayan sanatçıları aklından geçirdi. Venüs’ün Doğuşu ve İlkbahar tablolarını yapan Sandro Boticelli, büyük bir usta olmasına rağmen heykeltıraş değildi. Pietro Perugino ve Michelangelo’nun ustasının kardeşi olan Davide Ghirlandaio da usta ressamlardı, ancak taş oyma konusunda Michelangelo’nun doğuştan yetenekleriyle rekabet edemezlerdi. Andrea della Robbia, mavi ve beyaz pişmiş topraktan yaptığı narin rölyef heykelleriyle ünlü olsa da mermer ustası değildi. Giuliano da Sangallo, heykeltıraşlık deneyimine sahipti, ancak asıl yeteneği mimari ve mühendislik üzerineydi. “Bu şehirde mermere benden daha iyi şekil verecek kimse yok,” dedi Michelangelo.
Granacci gözlerini kaçırarak “Evet var,” dedi.
Michelangelo, Granacci’ye baktı. Granacci olamazdı herhalde.
Granacci “Leonardo,” diye fısıldadı.
İsmin duyulmasıyla sanki tüm şehir sessizliğe gömüldü. Michelangelo, bunun Vincili Leonardo olduğunu kolayca tahmin etti. İsim yeterliydi. Efsanevi Leonardo da Vinci, Toskana’dan ayrılıp Milano’ya taşındığında kendisi hâlâ taşrada yaşayan yedi yaşında bir çocuktu. Michelangelo, Vincili ustanın Meryem Ana resimlerini kopyalayıp Sforza atına ait çizimlerini inceleyerek resim yapmayı öğrenmişti. Sanatının göstergesi olarak Leonardo ismi bile yeterliydi. Şimdi bu büyük ustayla aynı şehirdeydi. Bunu duymak Michelangelo’yu derinden etkiledi. “Ama Leonardo Milano’da yaşamıyor mu?” diye sordu.
“Artık değil,” diye yanıtladı Granacci. “Yaklaşık bir yıldır burada. Duccio Taşı şimdiden ona ait.”
Michelangelo artık taşı unutmuştu. Sanat ve yenilikle böylesine bağlantılı olan Leonardo, kesinlikle yapmış olduğu Pietà heykelinden haberdar olmalıydı. Leonardo’nun dışında başka birinin eseri hakkında ne düşündüğünün önemi yoktu artık. “Peki, onunla görüşmem mümkün mü?” diye sordu. Yüreği sanki bir gemi misali, onu kaderinin bilinmez rotasına sürüklüyordu.
“Tabii ki dostum,” diye gülümsedi Granacci. “Haydi, seni ona götüreyim.”
Leonardo
Leonardo, atölyesine doluşup sanki yeni bir sanat gösterisinin açılış gecesine gelmiş izleyiciler gibi kendi aralarında fısıldaşan Floransalıları, bir perde arkasından gizlice izliyordu. Tavanda gizli ahşap bir platforma tünemiş Salaì’ye başıyla işaret verip üçe kadar saydı: Bir. İki. Üç.
Önce bir ışık parladı, sonra ışığı mor ve yeşil bir duman takip etti. Kalabalığın arasındaki bazı izleyiciler çığlık atıp bazıları da aralarında gülüşürken Leonardo saklandığı yerden çıkıp hoş kokulu sis bulutu arasında durdu. Sis bulutu dağıldığında sanki sihirle odaya gelmişçesine poz verdi.
“Seks” diye fısıldadı Leonardo, sanki keman telinin üzerinde parmağını hareket ettirircesine “s” harfini bastırarak. Kahkahayla gülen izleyicilere rağmen Leonardo bakışlarını rahiplere yöneltti. Dinsel inançlarından dolayı evlenmeyen rahiplerin, gizliden gizliye, müstehcen şakalardan hoşlanacağını düşünmüştü. “Bunun için kullanılan insan uzuvları öylesine çirkin ki Tanrı’nın ürememiz için neden bunları seçtiğini anlamakta zorlanıyorum bazen. Karanlık olmasa insan soyu tamamen yok olurdu.”
Rahipler, dudaklarını büzüştürerek bu son cümleden pek hoşlanmadıklarını gösterdiler.
“Müzik!” diye seslendi Leonardo. Tüm masrafları rahiplerce karşılanan asistanları, abartılı özel gösterilerle dolu bir piyesi sahnelerken; flüt, lavta ve davulculardan oluşan bir müzik grubu da neşeli parçalar çalıyordu. Mum ışığı, rengârenk duman ve davullarda sıçrayan su damlacıkları etraftaki aynalardan yansırken sanki bir kalbin atışını andıran çiçek dürbünü havası yaratıyordu. Atölyede dans eden Leonardo, rahipleri memnun edebilmek için performansını sürekli yeniden ayarlıyordu.
Son bir yıldır kilise sunağının süsleme bedelinin bir kısmına karşılık, Santissima Annuziata Manastırı’nın çatı katındaki bu geniş üç odalı atölyede rahat bir şekilde yaşamaktaydı. Manastır yaşamının ahengi hoşuna gitmişti. Düzenli bir şekilde planlanan dua, yemek ve uyku saatleri; hayatına Vinci’de geçen çocukluk yıllarından beri sahip olmadığı, doğal döngüye sadık bir tekdüzelik getirmişti. Rahata öylesine alışmıştı ki sunak süslemesinin ilk çizimlerini yapması on ayını almıştı. Kulağına dedikodular gelmeye başlamıştı. Çoğu bunu tembellik ya da odaklanma eksikliği olarak görüyordu. Verilen görevleri tamamlayamamasından dolayı zaten adı çıkmıştı. Bilgelerin Bebek İsa’yı Yüceltmesi, Çöldeki Aziz Jerome ve Milano’daki Sforza’nın Atı heykeli henüz tamamlanmamış ünlü eserleriydi. Manastırın resimli süslemeleri üzerinde çalışmak istemediğinden işlerini savsaklamıyordu. Kesinlikle. Başyapıtlar insanın zihninde birdenbire oluşmuyordu. Karşılaştığı sorunları hamur gibi yoğurmak zorundaydı: Yoksa Bakire Meryem’in yüzü, izleyiciyi umulmadık şekilde şaşkınlığa sürükleyip, klasik döneme ait güzellik beklentilerini nasıl karşılayabilirdi? Çizimlerindeki her bir figür, kendi kimliklerini kaybetmeden tablonun bütünlüğünü nasıl oluşturabilirdi? Ya da birkaç fırça darbesi, nasıl canlı, nefes alan, karmaşık bir organizmaya dönüşebilirdi? Yeni bir yaşamı var etmek zaman gerektiren bir süreçti.
İlk yılı neredeyse bitmek üzereyken Leonardo’nun, orada kalmasına müsaade etmeleri için rahipleri ikna etmesi gerekiyordu. İnsanın uçuşu konusunda hiçbir ilerleme kaydedememişti. Bu yer değişikliği çalışmalarını sekteye uğratacaktı. Sadece sunak süslemesi üzerine çalışmakla kalmayıp yapacağı resmin beklemeye değer olduğunu da kanıtlamak zorundaydı. Bu yüzden son iki haftadır, tasarısını halk önünde sergiliyordu ve şimdi bu büyük gösteriye tanık olmaları için rahipleri davet etmişti.
Müzik sona erdiğinde Leonardo, siyah kadifeyle kaplı geniş