Güçlü Kardinal Piccolomini’ye bir sunak panosu yapma görevini üstlendiği Siena’da, çatışma sonrasında kendini toplamak için bir mola verdi. Bu herhangi bir hayal gücünden yoksun, uzun ve zorlu bir çalışmaydı. Her heykeli tam olarak nasıl oyacağı konusunda talimatlarını veren kardinal, esere yaratıcılığını katmasına izin vermiyordu. Bu yüzden sunak görevini yardımcılarına devredip sonunda eve dönme vaktinin geldiğine karar verdi. Floransa’da yeteneklerini kullanacağı bir iş bulacağından emindi.
Yoldayken ailesine gelişini müjdeleyen bir mektup yazıp göndermişti. Onuruna güzel bir şölen hazırlayabilecekleri uygun bir zamanda mektubunun ulaşması için dua ediyordu. Kendisine hayran Floransalıların çiçek yaprakları ve borazanlarla kendisini karşılayıp, adına et ve kırmızı şaraplı bir ziyafet düzenleyeceklerinin hayalini kuruyordu. Belki de babası, şöminenin önündeki geniş, tüylü yatakta uyumasına izin verirdi.
Floransa’nın on iki metre yüksekliğindeki şehir duvarlarına ve ana kapıya yaklaştığında “Kapıyı açın, ben Floransalıyım,” diye seslendi.
Zırhlı iki muhafız önünde dikildi. Daha kısa ve ağzında hiç dişi olmayan asker atının dizginlerini tutarken, daha iri ve omuzunda keskin bir balta taşıyan muhafız “İsmin nedir, Floransalı?” diye sordu.
“Canossa Şövalyelerinin soyundan Michelangelo Buonarroti.” Üç asırdan fazla bir zamandır Floransa’da vergi ödeyen Buonarroti ailesinin soyu, on birinci yüzyıldaki cumhuriyet kurucularından Canossalı Matilda’ya kadar uzanmaktaydı.
İki nöbetçi, kökenleri kendileri için hiçbir şey ifade etmemişçesine boş bir ifadeyle yüzüne bakınca Michelangelo’nun kızgınlığı arttı. Gençliğindeki lakabını kullanarak “Medici bahçesinin heykeltıraşı,” dedi.
Ufak tefek olan muhafız kılıcını çıkararak “Medici mi?” diye sordu.
Michelangelo, o ismi söylediğine pişman oldu. Gençliğinde Medici olmak Floransa’daki tüm kapıları açardı. Maalesef Mediciler artık sevilen yöneticilerden çok korkulan asilerdi. Medicilerle ufak bir bağlantısının olması, ihanetten darağacını boylaması için yeterliydi. “Hayır, demek istediğim şu…” Michelangelo atını uzaklaştırmaya çalışmasına rağmen muhafız dizginleri sıkıca kavramıştı.
İri kıyım muhafız, Michelangelo’nun bacağını tutarken “Medici casusu,” dedi.
“Ben sadık bir Floransalıyım.” Michelangelo tam açıklama yapmak üzereyken muhafız baltasını sağ omuzuna doğru salladı. Michelangelo yana eğilip kurtuldu. Cahil bir muhafızın, her zaman kullandığı kolunu yaralamasına izin veremezdi. Muhafız yeni bir hamle yapmak için baltasını çekerken Michelangelo deri omuz çantasından çekicini çıkardı. Tam silahıyla hamle yapmak üzereyken başına nereden geldiğini anlayamadığı bir darbe aldı.
Kahramanca bir karşılama için bu kadarı da fazla diye düşünen Michelangelo’nun gözleri karardı.
Midesine aldığı yumruk darbesiyle Michelangelo kendine geldi.
Etrafı bulanık görüyordu ve her şey tepetaklak olmuştu. Zemin başının bir metre yukarısındaydı. Kendini toparlamak için kımıldandı. Bacakları kalın bir halatla bağlanmış, küçük ve penceresiz bir hücrenin tavanından aşağıya doğru asılı duruyordu. Kolları arkadan bağlanmıştı. Üstü sidik ve kusmuk kokuyordu.
Sırım gibi, ancak kaslı bir kale muhafızının silüeti belli belirsiz seçiliyordu.
“Lanet olsun! Ben Floransalıyım,” diye bağırdı Michelangelo.
Muhafız, kaba Napoli aksanıyla “Medici destekçisi casus!” dedi ve sonra Michelangelo’yu hızla döndürdü. Oda etrafında hızla dönüyordu. Michelangelo, tekrar kusmamak için gözlerini sıkıca kapadı.
Michelangelo dişlerini sıkarak “Ben casus değilim,” dedi.
“Kapıdaki muhafızlara Medici ailesine bağlı olduğunu söylemişsin.”
“Tamam, Il Magnifico’nun arkadaşıydım.”
Delikanlılık yıllarında Michelangelo, Floransa şehrinin gayri resmi yöneticisi “Muhteşem” lakaplı Lorenzo de’ Medici’ye hayranlık duyardı. Bir gün Michelangelo henüz on beş yaşındayken, Lorenzo genç heykeltıraşı mermer bir geyik yavrusu heykeli yaparken fark etmiş ve yeteneğinden öyle çok etkilenmişti ki Michelangelo’yu sarayında yaşayıp heykel bahçesinde çalışmaya davet etmişti. Bazen Medici ailesinin çocuklarıyla birlikte uyuyup yediği ve çalıştığı o muhteşem iki yılı düşündüğünde, kendisine sunulan tüm mutluluğu tüketmiş olmaktan korkardı. Hiç kimseye nasip olamayacak güzel günler geçirmişti orada. Ancak 1492 yılında Lorenzo’nun ölümüyle onun bencil ve hoyrat oğlu başa geçmişti. “Talihsiz” lakaplı Piero de’ Medici’nin, babasının heykeltıraşa olan sevgisini kıskanmasıyla Michelangelo’nun Medici ailesiyle ilişkileri bozuldu. Son olarak Floransalıların Piero’nun beceriksiz yönetimine karşı ayaklanmasıyla beraber aileyle olan tüm bağları da kopmuştu.
Michelangelo şehir kapısında Medici ailesiyle olan bağlarından övgüyle bahsederken, Piero’nun son altı yıldır sürgünde yaşadığını ve Floransa’nın yönetimini tekrar ele alma planları yaptığını aklına getirmemişti.
Muhafız Michelangelo’yla yüz yüze gelmek için onu tutup başını çevirdi. Nefesi ucuz şarap ve bozuk et kokuyordu. “Piero’nun şehrimize sızmasına yardım etmek için geldin, değil mi?”
Tekrar Michelangelo’yu döndürmeye başladı.
“Piero de’ Medici’den nefret ediyorum.” Kendini toparlamak amacıyla Michelangelo, zemindeki bir noktaya odaklandı. Bu neydi? Çamur mu? Yoksa su ya da kan mı?
“Floransa Cumhuriyeti’ni korumak ve o aptal adamdan uzak tutmak için canımı veririm.”
“Piero’nun casusu değilsen neden buradasın?”
“Burada yaşıyorum.”
“İki yıldır Floransa’dayım. Herkesi tanıyorum. Seni hiç görmedim buralarda.”
“Daha doğrusu burada yaşıyordum. Şu ana dek Roma’da çalışmaktaydım.”
“Ne iş yapıyorsun?”
“Heykeltıraşım ben,” diye cevapladı Michelangelo. Baş aşağı asılı durmasına rağmen mesleğini söylerken gururla omuzlarını hareket ettirmişti.
Muhafız “Heykeltıraş demek!” diye bağırdı. “İşte bu! Piero için heykeller yaptın. Senin yasal koruyucundu.”
Michelangelo sustu. Bu kısmen doğruydu, ama bununla ilgili hiç konuşmazdı.
“Eğer şimdi bana doğruyu söylemezsen sana isyancı suçlamasıyla işkence yaptıracağım.”
Michelangelo’nun içini korku kapladı. Hiç