Pekâlâ, bu her şeyi açıklıyordu: Taş yontma işçileri her zaman bakımsız oluyordu. “Otur ve bir taslak çiz, evlat. Ustaların eserlerini kopyalamak, bir öğrenci için en iyi öğrenme yoludur.” Leonardo ilgisizce elini sallayıp dikkatini mevcut soruna yöneltti. Rahiplere düzenlediği bu akşamın telafisi için bir yol düşünmeliydi. Belki ertesi gün onları özel bir görüşmeye davet edebilir ya da bu pazar ibadete bile katılabilirdi. Noterin küstahça müdahalesini telafi edecek bir şeyler yapmalıydı.
Heykeltıraş, eskiz defterini karıştırarak “Size birkaç çalışmamı gösterebilir miyim?” diye sordu. “Kıymetli görüşlerinizi almak benim için büyük bir şereftir.”
Neden bu heykeltıraş hâlâ baş belası olmaya devam ediyordu? Büyük üstat Leonardo da Vinci’nin dostluk ve onayı için sabırsızlanan başka bir Floransalı daha. Ne gece ama! “Elbette genç adam. Atölyeme davetsiz gelip beni ziyaretçilerimden uzaklaştırabilirsin. Lütfen, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için gecemi mahvetmeme izin ver. Anlaşılan akşamın ana konusu da bu.”
Heykeltıraş şaşkın bir ifadeyle baktı. Bu sözlerdeki iğnelemeyi anlamamış mıydı?
İyi giyimli bir beyefendi öne çıktı. Leonardo, bu şık adamı tanıyordu. Bu Floransalı sanatçı Francesco Granacci idi. Granacci, reverans yaparak “Üstat,” dedi. “Bu benim arkadaşım Michelangelo Buonarroti.”
“Buonarroti?” diye mırıldandı Leonardo. “İsmini duydum.”
“Gerçekten mi, efendim?” Heykeltıraşın gözleri, çocuksu bir umutla büyüdü.
“Salaì, sen hatırlıyor musun duyduklarımızı?”
Salaì eğilip kulağına bir şeyler fısıldadı.
“Evet ya tabii,” dedi. Gece çoktan mahvolmuştu. Şimdi yabancı için biraz eğlence zamanıydı. “Dostlarım, gerçekten efsanevi bir sanatçıyla karşılaşmak için toplanın,” deyip seyircilere eliyle işaret yaptı. “Evlat, neden bana kim olduğunu söylemedin? Milano’dayken eserin hakkında söylenenleri duydum. Tüm saray onu konuşuyordu. Hatta Dük Sforza’nın kendisi bile.”
Genç heykeltıraşın yüzü kızardı. Yüzünde beliren ifadeyi hemen tanıdı Leonardo. Bu gururun ifadesiydi. Başkalarının gururundan bunalmıştı.
“Kuşağının en iyi ve en parlaklarından biri,” diye açıkladı Leonardo. Kalabalığın beklentisini artırmak için sesini azaltarak, “Ünlü kardan adam ustası,” dedi.
Konuklar kendi aralarında gülüşürken heykeltıraşın ifadesi değişti. Granacci, arkadaşını engellemek istercesine kolunu tuttu.
Ne yapacaktı? Yumruk mu atacaktı? Buyursun. Leonardo iyi kavga edebilirdi. “Hepiniz, genç Buonarroti’nin Piero de’ Medici için yaptığı kardan adamı hatırlıyorsunuz değil mi? Maalesef orada değildim. Buzda geçirdiğin günlerin görkemli hikâyeleriyle bizi eğlendir evlat. Nasıl? Çok soğuk muydu?”
Heykeltıraşın yüzü, şekil vermek zorunda kaldığı kar gibi bembeyaz kesildi. “Ben berbat bir iş aldım. Siz de nasibinizi aldınız.”
“Kar sanatı kadar takdire şayan hiçbir şey yoktur. Terk edilmeden önce yaratıcısını terk eden bir sanatı keşfinden dolayı seni tebrik ediyorum.”
“Şu günlerde Vatikan’da sergilenen Pietà heykelimi duymuşsunuzdur belki.” Vatikan sözünü, Leonardo’nun gırtlağına bıçak sallıyormuşçasına söyledi.
“O eser Milanolu Gobbo’ya ait.” Leonardo, kendisini başıyla onaylayan Salaì’ye baktı.
“Hayır. Pietà benim eserim,” dedi doğrularak.
“Zavallı kambur, doğru dürüst takdir bile edilmiyor,” diyen Leonardo konuklarına dönerek, “Pekâlâ kim bir sihir numarası izlemek ister?” diye sordu.
Heykeltıraş kirli elleriyle Leonardo’nun kolunu tuttu.
“Michelangelo lütfen,” diye fısıldadı Granacci.
Michelangelo, sesini yükselterek “Bana ve buradaki herkese söyle,” dedi. “Pietà heykelimi gördün mü?”
Leonardo omuzlarını dikip cevap vermek üzere heykeltıraşa döndü. “Hayır. Roma’da bulunduğum son gün değersiz eserleri ziyaret edecek vaktim olmadı.”
“Öyleyse onunla ilgili duydukların nelerdir?” diye bastırdı Michelangelo.
“Senin Meryem figürünün doğal gerçeklere uymadığı. Çok iri…” Yanaklarını ve göğsünü şişirip bir dev gibi etrafta dolaşmaya başladı. “İsa’nın boyutlarının üç katı ve ondan iki misli daha genç,” dedi sesini yükselterek.
Seyirciler kıs kıs güldü.
“Bilmiyor musun?” diye devam etti Leonardo, yarı alaylı yarı azarlayıcı ses tonuyla. “Anneler oğullarından daha ufak ve daha yaşlı olurlar. Bu okullarda neler öğretiyorlar bugünlerde?”
Sözleriyle kalabalığın koro halinde gülmesine neden oldu.
“İffetli bir kadın gençliğini ve güzelliğini muhafaza eder,” dedi Michelangelo.
Genç adamın gözlerinde yaş mı birikmişti? Takılma işini abartmış mıydı yoksa? Yaşlı ve bilge bir sanatçı olarak genç adama haysiyetini korumada yardımcı mı olması gerekirdi? Leonardo eğilip “Çeneni kapa evlat! İnsanların önünde itibarını kaybediyorsun,” diye fısıldadı. Sonra sergiye dönüp, “Haydi şimdi simyanın mucizelerini kullanarak tenekeyi altına çevirmeye çalışalım,” diye seslendi kalabalığa.
“Beden ruhun aynasıdır; bir insan ne kadar ahlaklıysa o kadar güzeldir,” dedi Michelangelo.
Leonardo, hazır cevap bir tavırla “Senden daha ahlaklı olduğumu ispatladığın için teşekkür ederim,” dedi.
Konuklar kahkahayı bastı.
Leonardo, elini nazikçe heykeltıraşın omuzuna koyarak. “Dinle evlat,” dedi. Noterin akşamını mahvetmesi bu genç adamın suçu değildi. “Bir okyanus damlasını gökyüzüne çıkaran, sahip olduğu hırstır. O, sıcaklığın yardımıyla buhar olarak yükselir. Fakat öyle çok yükselir ki havanın soğumasıyla donar ve gökyüzünden yere yağmur olarak düşer. Çatlamış toprak bu küçük damlayı yutup onu uzun süre hapseder. İşte bu da açgözlü hırsın cezasıdır. Sen de aynı o su damlası gibi çok hırslısın. Eserini görmedim. Bu yüzden onun hakkında bir şey söyleyemem. Ancak gözlerine baktığımda henüz bir usta olmadığını anlıyorum. O yüzden şimdi oturup eserim üzerinde çalışma yap. Belki bir şeyler öğrenirsin.”
Michelangelo “Piç kurusu,” dedi. Sözcüğü herkesin duyabileceği şekilde söylemişti.
Kalabalık kendi aralarında fısıldaşırken Leonardo derin bir nefes aldı. Nazik olmaya çalışmıştı. “Evet, bu doğru. Ben gayri meşru bir çocuğum ama ben gayri meşruluğuma minnettarım.” Heykeltıraşın kahverengi gözlerine bakarak “Eğer meşru bir baba aracılığıyla meşru bir evli bir çiftin meşru çocuğu olarak doğsaydım, meşru adamlarca hazırlanan meşru bilgileri ezberleyerek meşru sınıflarda meşru eğitim almak zorunda kalacaktım. Bunun yerine ben her şeyi gözlerim, kendi düşüncelerim ve kendi deneyimlerim sayesinde öğrendim. Evet, bu doğru! Ben utanılacak eğitimsiz bir piç kurusuyum ama…” odayı göstererek “bunun beni aptal yaptığını düşünen kimse var mı burada?” diye sordu.
Sessizlik