“Ne? Söyle!” Muhafızın iri elleri Michelangelo’nun kollarını, fırtınada yelken halatına sarılıyormuşçasına sımsıkı tuttu. Yapacağı başka bir şey yoktu.
“Kardan adam,” dedi Michelangelo.
Muhafız elleriyle Michelangelo’nun kollarına yaptığı baskıyı azaltarak şaşkınlıkla “Ne?” diye sordu.
“Evet, kardan adam, yanlış duymadın. Bana herkesin önünde dışarı çıkıp kendisine bir kardan adam yapmamı emretti.” Geçen onca yıla rağmen o günün düşüncesi, yüreğinde aşağılanmışlık duygusunun kabarmasına neden oldu. “Güneş altında eriyen sanat. Böyle bir şeyi buyuran adama ben yasal hami demem.”
Muhafız, Michelangelo’nun kolunu bırakırken “Kardan yapılmış bir adam mı yani?” diye sordu. Michelangelo, acı içinde sallanan koluyla beraber halat üzerinde yavaşça döndü.
“Aslında daha çok buzdan yapılmış bir adamdı.” Konuşmasını sürdürecekse eğer, en azından söylediklerinin doğru anlaşılmasını istedi.
“Neye benziyordu?”
“Uzun ve inceydi. Melek heykeli yapmaya çalışıyordum ama bulutlar ve güneş işime engel oluyordu ve…”
Muhafız, taş duvarlarda yankılanan bir kahkaha patlatarak, “Kardan yapılmış bir adam. Hayatım boyunca böyle aptalca bir şey duymadım. Kim böyle bir şey yapar ki? Kardan adam.”
Michelangelo yere tükürerek “Size söyledim. Piero de’ Medici’ den nefret ederim,” dedi. Ağzı o kadar kuruydu ki patlamış dudağından biraz kan dışında hiçbir şey çıkmadı. “Şimdi gidebilir miyim?”
“Yurtsever duygularını teyit edecek bir ailen vardır herhalde?” diye sordu muhafız, her ikisi de yarım kalmış ön dişlerini gösteren gülüşüyle.
“Hapiste olduğumu bildirerek ailemi endişelendirmek istemiyorum.” Bunu yapmaktansa kolunu, bacağını ve hatta canını kaybetmeyi tercih ederdi.
Hücreden ayrılırken “Öyleyse sana kefil olacak biri gelmeden seni bırakamam,” dedi. “Bu arada, eğer kışa kadar burada yatmak zorunda kalırsan bize de bir kardan adam yaparsın artık.” Michelangelo çaresizce halatta sallanırken nöbetçinin sesinin hapishane koridorlarında yankılanışını işitti. “Kardan adam! Ben Beppe Amca’ya söyleyene kadar bekle!”
Öğlen geç bir saatte şehir hapishanesinden çıkarken, beyaz gün ışığı Michelangelo’nun gözlerini yaktı. Nihayet özgürdü. “Bana kefil olduğun için sağ ol dostum. Sen olmasaydın hayatımın geri kalanını Bargello’nun içinde bir halata bağlı sallanırken geçirmek zorunda kalabilirdim.”
“Orası biraz şüpheli. Bugünlerde şehirde hiçbir şey inançla yapılmıyor. Tabii para hariç. Bu son çete, dindarlığın ucuzluk olduğunu düşünüyor.” Francesco Granacci cebinden bir matara çıkartıp Michelangelo’ya uzattı. Matarayı alır almaz Michelangelo tatlı beyaz şarabı içti. Yakışıklı ve varlıklı bir aileden gelen Granacci, Michelangelo’dan yedi yaş büyük olmasına rağmen arkadaşından daha az yetenekli olduğu konusunda hep ısrarcı olmuştu. Michelangelo on iki yaşındayken Granacci, öğretmeni ressam Domenico Ghirlandaio’yu genç Michelangelo’yu çırak olarak çalıştırmaya ikna etmişti. Granacci “Yetenek konusunda her zaman Buonarroti’nin gerisinde kalırım,” demekten hoşlanıyordu. Kişisel yeteneklerine rağmen Granacci şimdi Floransa’da başarılı bir resim atölyesinin ustasıyken eve beş parasız dönen Michelangelo iş aramaktaydı.
“Bana pek ciddi göründüler,” dedi Michelangelo. Parmaklarını ağrıyan omuzunun eklem yerine bastırdı, ancak kemiklerini ve kaslarını hissetmedi. Ağrısı vardı, ama yakında iyileşeceğe benziyordu.
İkili Bargello’dan uzaklaşırken Granacci, hızlı bir şekilde son dört yılda şehirde meydana gelen değişikliklerden bahsetmeye başladı. Peder Savonarola’nın kazıkta yakılarak öldürülmesinden, Toskana topraklarını işgal eden Cesare Borgia’nın papalık ordusundan ve umutsuzca cumhuriyetlerini elde tutmaya çalışan aciz Floransa hükümetinden bahsetti. Granacci her zamanki gibi konuşup yürümeye devam ederken Michelangelo da mutlu bir şekilde onu izliyordu. Arkadaşını dinlerken Roma’da ne kadar yalnız olduğunu fark etmişti.
Dolambaçlı sokaklarda yürüdüler. Bazı dükkân sahipleri yeni gelen heykeltıraşı tanıyıp el salladı. Hatta birkaçı “Evine hoş geldin Michelangelo,” diye seslendi. Ama ismini hep o haşmetli “Lodovico Buonarroti’nin oğlu,” ifadesi takip ediyordu. Burada hâlâ babasının oğluydu. Bir kişi bile gelip onu muhteşem Pietà heykelinden dolayı tebrik etmedi. Kimse eserinin lafını ağzına bile almamıştı.
Granacci sonunda “Pekâlâ. Roma’da bir işin var mıydı?” diye sordu.
Michelangelo durdu. En ateşli destekçisi Granacci bile bilmiyordu. “Pietà adlı eserimi hiç duymadın mı?” diye sordu.
“Neyini?”
Michelangelo o an sanki nefessiz kaldı.
“Ah, evet doğru.” Eserini anımsamasıyla Granacci’nin çehresi değişti.
Michelangelo rahat bir nefes aldı.
“Evet duydum. Şu alışılagelmişin dışında genç Bakire Meryem ve İsa’lı heykel.” Granacci sıradan bir şeyden bahsediyormuşçasına Michelangelo’yu dirseğiyle dürterek “Eminim güzeldir dostum. Sen her zaman iyiydin zaten,” dedi. Granacci başka yorum yapmadan yürüyüşüne devam etti.
Michelangelo hayal kırıklığıyla yutkundu. Şerefine gösteri, şenlik ya da kutlama yemeği düzenlenmeyeceğini biliyordu. Buralarda hâlâ Medici ailesinin sarayından kovulmuş küçük heykeltıraş, Lodovico’nun oğlu Michelangelo’ydu.
Granacci “Dinle. Neden geri döndüğünü biliyorum,” dedi.
“Nedenmiş?” Şehirde pek tanınmadığını gören Michelangelo artık alacağı cevaptan emin değildi.
Granacci omuzunu silkerek “Duccio Taşı görevi tabii ki,” dedi.
Michelangelo durdu ve “Duccio Taşı da ne?” diye sordu.
Duccio Taşı, tarihteki en ünlü mermer parçası sayılabilirdi. Kırk yıldan fazla bir süre öncesine dayanan bu proje, eski Roma İmparatorluğu’ndan beri en büyük ve en pahalı heykel projesinin bir parçasıydı: Il Duomo’nun yüksek dayanma ayaklarını süslemek için Eski Ahit peygamberlerine ait on iki devasa mermer heykel yapmak. Halk arasında Operai olarak bilinen katedraldeki Sanat Eserleri Dairesi, Carrara tepelerinden tek bir devasa mermer bloğu satın alarak işe koyulmuştu. Yüksekliği üç adam boyundaydı. Bu yüzden tamamlandığında eski zamanlardan şu ana dek yapılmış en büyük heykel olacağı ümit ediliyordu.
Efsaneye göre gün yüzüne çıkarıldığı andan itibaren mermer taşın olağanüstü bir yönü vardı. Birçok dağı ve Arno Nehri’ni aştığı uzun ve meşakkatli yolculuğa rağmen Floransa’ya tek bir çizik almadan ulaşmıştı. Koskoca sert taş levha sanki yaşayan bir canlı gibiydi. Onu gören herkes şu ana dek çıkarılmış en beyaz ve en güzel taş blok olduğunu söylüyordu. Taşı gören katedralin ihtiyar heyeti, Floransa şehrinin ihtişam ve sadakatini yansıtması için mermerden Kral Davut heykeli yapılmasını buyurdu. Tek yapılması gereken şey, ona şekil verebilecek bir sanatçı bulmaktı.
Daha çok Donatello olarak bilinen Donato di Niccolò di Betto Bardi, heykelin karanlık çağlardan çıkarılıp