O sıçan, rahibi korkutmak üzere Kutsal Ruh tarafından gönderilmiş olmalı diye düşündü. Tanrı, kendisini ve eserini bir kez daha kutsamıştı.
Michelangelo gizlendiği yerden çıkıp tekrar işe koyuldu. Belirli aralıklarla rahipler kiliseyi kontrol ediyordu; ancak Michelangelo her defasında gizlenip yakalanmaktan kurtuldu. Tanrı tarafından korunduğunun bilinciyle hiç acele etmeden Roma harflerini süslü bir şekilde yazdı. Hatta yazdığı Michael Angelus Bonarotus Florent Faciebat kelimelerini parlatmak için fazladan bir saat bile harcadı.
Latince sözcüklerin anlamı şuydu: Bu eser Floransalı Michelangelo Buonarroti tarafından yapılmıştır.
Michelangelo, daha bazilikanın kapıları halka açılmadan, kilise yöneticilerinin toplandığı sabah ayini için kardinallerin gelmesinden dakikalar önce işini bitirip bir lahdin arkasına saklanmıştı. İbadete dakikalar kala, cemaatin heyecan dalgasıyla aralarında mırıldandıklarını duyuyordu ama yakalanma korkusuyla yerinden kımıldayamıyordu. Bunun yerine sessizce saklanıp fark edilmeden oradan sıvışma fırsatını kolladı.
İbadetten sonra rahipler ön kapıları açıp hacı topluluklarını kiliseye kabul etti. Michelangelo bina tamamen doluncaya dek bekleyip sonra gizlendiği yerden çıkarak kalabalığa katıldı. Üzerindeki mermer tozu tabakası, kalabalığa kolayca karışmasına yardımcı oldu. Uzun mesafeler yürümüş olan gezgin hacıların kıyafetleri toz toprağa bulanmıştı.
Pietà heykelinin yanında yürürken konuşmaları dinlemek için yavaşladı. Hacıların tümü yeni ve benzersiz bir ismi telaffuz ediyordu. “Michelangelo Buonarroti” ismi fısıltılar halinde aralarında dolanıyordu. Duyduğu gururla Michelangelo’nun yüzü kızardı.
“Bugünlerde sanatının kendi adına konuşmasına izin vermeyi öğreneceksin.”
Michelangelo dönüp baktığında, Pietà heykeli için kendisini Kardinal Bilheres’e öneren zengin Romalı banker Jacopo Galli’nin yanında yürümekte olduğunu fark etti. Michelangelo, başarısına tanıklık etmek üzere arkadaşının orada bulunmasından memnuniyet duydu.
Yakından incelemek için Pietà heykeline yaklaşan Jacopo, “Bu arada şunu söylemeliyim ki bu sabah heykeli gördüğünde…” dedi ve durdu, ağzındaki bir damla balın tadını çıkarıyormuşçasına, “… çok etkilendi.”
“Kim, ne zaman gördü?”
“Papa hazretleri, tabii ki.”
Michelangelo’nun yüzünde bir şaşkınlık ifadesi belirdi. Duydukları doğru muydu yoksa Jacopo şaka mı yapıyordu? Papa VI. Aleksander; güç düşkünü, adı yolsuzluklarla anılan ve cinsel arzuları yoğun bir kişi olmasına rağmen, insanın cennetle en yakın bağı olan Katolik kilisesinin saygıdeğer önderiydi. Eserini öven Papa, ilahi onayını gönderen Tanrı’ya yakın biriydi.
Jacopo, yaklaşmakta olan bir kardinali eliyle selamlayarak “Papa Hazretleri, hacı topluluklarının takdirini alan Pietà heykelini görmek istedi,” dedi. Önemli şahsiyetlerle kolayca dostluk kurmak Jacopo’nun mayasında vardı. “Bu arada başrahip, meşakkatli çalışmanı ve yeteneğini takdir edebileyim diye beni de davet etti.”
Öyleyse sabah ayinindeki o hararetli konuşmaların nedeni bu olmalıydı diye düşündü Michelangelo. Sabahki ayine Papa da katılmış olmalıydı. “Peki, ne dedi?” diye sordu Michelangelo.
“Eserin güzelliğini övdü. Kendisine Tanrı’nın sevgisini bir kez daha hatırlamasında yardımcı olduğunu söyledi. Hepimizin bildiği gibi Papa Hazretlerinin en büyük özelliği budur. Esere imzanı atarak sergilediğin egoya bile gülüp bu hareketinle kendisine Cesare Borgia’yı hatırlattığını söyledi.”
Michelangelo midesinin bulandığını hissetti. Cesare Borgia, Papa’nın gayri meşru oğlu ve adı çıkmış bir düzenbazdı. Kilise eğitimi alıp henüz on sekiz yaşında kardinal mertebesine yükselen Cesare, Michelangelo’ya göre affedilmez bir günah olan kardinallerin giydiği şapkayla dalga geçen ilk kişi olmuştu. Daha da kötüsü, söylentilere göre Cesare erkek kardeşini öldürmüş, kız kardeşine beslediği aşk ve kıskançlıktan dolayı eniştesini katletmişti. Bugünlerde, papalığa ait topraklardaki isyanları bastırıp tekrar kontrolü sağlamak üzere yarımadaya kanlı bir saldırı düzenleyen papalık ordusuna komuta ediyordu. Papanın kendisi tarafından söylenmedikçe, Cesare Borgia ile kıyaslanmak pek de iltifat sayılmazdı.
“Papa Hazretleri, senin cesur ve tutkulu biri olduğunu söyledi,” diye devam etti Jacopo. “Bu sözlerle kastettiği aldatıcı gururdu sanırım. Tam olarak başka neler söyledi bir düşüneyim…”
Jacopo’nun konuşulanları hatırlamasını beklerken Michelangelo, deri omuz çantasının kayışını sıkıca tuttu.
“Dedi ki, ‘Michelangelo’nun günün birinde başarılı biri olacağına inanıyorum.’ Bu sözleriyle sanki Papa Hazretlerinin seni kiralayabileyeceği fikrini edindim. Papa için çalışmak iyi olmaz mıydı?”
Michelangelo dizlerinin üzerine çöktü.
Dört yıl önce şöhret olabilme umuduyla bu tarihi şehre, Roma’ya gelmişti. Kutsal şehir Roma, hayal gücünü harekete geçirmişti. Her geçen gün, asırlardır toprak altında gömülü kalmış antik kalıntılar kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkmaktaydı. Mermer sütunlar ve zafer takları, mezar taşları gibi toprak altından yükselip gün ışığına çıkıyordu. Her gün bir bina, heykel ya da arkeolojik eser keşfedilmekteydi. Eski Roma’da önemli işlerin görüldüğü alan, eski medeniyetlerin eserlerini inceleyip kopyalamak ve onları taklit etmek isteyen sanatçılar için mükemmel bir mekândı. Sahip olduğu tüm bu muhteşem yapıtlara rağmen Roma, Michelangelo’yu hayal kırıklığına uğratmıştı. Bir zamanların güçlü başkenti şimdilerde fahişeler ve hırsızlarla dolu küçük, pis bir taşra kasabasıydı. İnfaz edilmiş cesetler, suç işlemeyi tasarlayan başkalarına ibret olması amacıyla çürüyene dek haftalarca darağaçlarında tutuluyordu. Floransa’nın saf güzelliğine alışık biri için Roma’nın bu bayağılığı korkunçtu. Ailesine Roma’ya adımını attığı ilk gün bu şehri terk etmeye hazırdı; ancak Floransa’ya başarısızlık timsali olarak geri dönemezdi. Ailesine, Roma’da büyük bir heykeltıraş olacağını vaat etmişti. Evine ya ünlü biri olarak dönecek ya da hiç dönmeyecekti.
Roma’da zafere ulaşmanın hayalini kurmuş olmasına rağmen Papa’dan övgüler alacağını hiç ummamıştı. “Papa Hazretleri adımı biliyor mu?” diye sordu.
Jacopo, Michelangelo’nun elinden tutup ayağa kaldırırken “Tabii ki,” dedi. “Hacılar tüm İtalya’da, uzak diyarlardaki insanlara ve Fransızlara senden ve Pietà’dan bahsedecekler.”
“Peki ya Floransa’da?”
“Floransa’da onuruna törenler düzenleyecekler.”
Michelangelo, Jacopo’nun omuzlarını tutup yanaklarından öptü. “Teşekkür ederim dostum. Gel. Atölyemi kapatmamda bana yardımcı ol. Artık Floransa’ya dönme vaktim geldi.” Her şeye rağmen onur ve şeref kavramları daima memleketinde daha değerliydi.
Leonardo
Kış, Mantua
Leonardo son fitili de ateşledi. Altı metal namlu mermileri fırlatırken Salaì ile birlikte ahşap bir çitin arkasına saklandı. Fişekler ıslık çalarak havaya yükseldikten sonra altın ve gümüş rengi havai fişekler halinde infilak ettiler. Kıvılcımlar aşağı yağarken Mantua halkı sevinçle bağırdı. Soğuk geceye rağmen, şehirlerini ziyaret eden papalık ordularının komutanı Valeninois Dükü Cesare Borgia’yı karşılamak için halk Ducale