Yağ ve mermer. Стефани Стори. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Стефани Стори
Издательство: Maya Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-605-7605-96-2
Скачать книгу
“Böyle güzel bir haminin dudaklarından dökülen övgüleri memnuniyetle kabul ediyorum,” dedi.

      Milano’dan kaçtıklarından beri Leonardo ve Salaì, kırsal bölgelerde uzun süre kalamayacaklarını biliyordu. Bu çok tehlikeliydi. İtalya yarımadası huzurlu birleşik bir ülke olmanın aksine birbirleriyle savaş halinde olan şehir devletleri ve krallıklardan oluşmaktaydı. İşgalci Fransız ordusu, Napoli şehrini ele geçirmek için yarımadaya ilerlemekteydi. Batıda Floransa şehri Pisa şehriyle, doğuda ise Venedik Cumhuriyeti herkesle savaş halindeydi. Babasının papalık ordusuna komuta eden Cesare Borgia ise son zamanlarda Romagna bölgesine hücum etmeye başlamıştı. Güvenli bölge arayışındaki Leonardo, eski dostu, alev kırmızısı saçlı Markiz Isabella d’Este ve kocası tarafından yönetilen Mantua Şehir Devleti yakınlarına gitmişti.

      Leonardo Milano’da yaşadığı günlerde, Il Moro’nun karısı olan küçük kız kardeşi Beatrice’yi ziyaret etmek için sık sık kuzeye yolculuk yapan Isabella ile arkadaş olmuşlardı. Sarayda düzenlenen akşam yemeklerine her katıldığında ısrarla Leonardo’nun yanında oturup gece geç saatlere kadar sanat, politika ve doğa üzerine söyleşirdi. Beatrice öldüğünde Leonardo ve Isabella birbirlerine kederli mektuplar yazmışlardı.

      Milano’nun Fransızlar tarafından işgal edilmesinden beri Isabella’yla görüşmemesine rağmen, onun kendisini Mantua’ya davet edeceğine inanıyordu. Leonardo bu inancında da yanılmamıştı.

      Bir aydan fazla bir süredir Mantua şehrinin başmühendisi olarak görev yapmaktaydı. Bu gece ise Cesare Borgia’yı etkilemekle görevlendirilmişti. Isabella, Mantua şehrinin yararına Cesare Borgia ile iyi geçinmek niyetindeydi ve papanın oğluyla düşman olmak istemiyordu.

      Cesare çok namlulu fırlatıcıyı incelemek için koruyucu bariyerin önünden geçerken Leonardo “Bu aleti icat etme fikrini, arpla bir şarkı bestelerken edindim,” diye açıkladı. “Düşündüm ki, eğer bir müzik aleti aynı anda birden fazla nota çıkarabiliyorsa, neden bir fırlatıcı aynı anda birden fazla fişeği fırlatmasın?”

      “İşaret ve aydınlatma mühimmatının havaya fırlatıldığını daha önce hiç görmemiştim,” dedi Cesare.

      Salaì, zafer kazanmış gibi bir edayla Leonardo’ya baktı. Havai fişek, iki asırdan fazla bir süre önce Marco Polo tarafından Doğu’dan getirilmiş olmasına rağmen hâlâ yeni ve deneme aşamasındaydı. Çoğu havai fişek gösterisi küçük ve güvenliydi: Kıvılcımların püskürmesi yerden çok yükseklere ulaşmıyordu. Ancak Leonardo daha tehlikeli bir yöntemi tercih ederek fişekleri daha yükseğe fırlatıp farklı renklerin gökten aşağıya süzülmesini sağlamıştı.

      Isabella “Görmekte olduğunuz gibi çok değerli Leonardo’muzu işe alarak büyük bir iş yaptık,” dedi. Söylediği her sözcükten cilve akıyordu sanki.

      Cesare, şaşkınlıktan gözlerini faltaşı gibi açarak “Bir aydan fazla süredir kendisini ağırlayıp da henüz bir tablonuzu yaptırmamış olmanıza inanamıyorum,” dedi. “Acaba üstadımız kendisini, basit bir markizin hamiliğinden daha üstün mü görüyor? Ne de olsa kendileri düklere, düşeslere hizmet etmiş birisi.”

      “Markiz Isabella, şu ana dek tanıdığım tüm dük ve düşeslerden çok daha cömerttir,” dedi Leonardo.

      Isabella, düke laf dokundururcasına “Duydunuz mu Dük Borgia?” dedi. “Hem Mantua’nın gökyüzünün aydınlanmasını izlemek varken, niye zamanımı resimlerle harcayayım ki?” diye sordu Dük. Havai fişeklerden çıkan duman hâlâ gökyüzündeydi.

      Borgia mavi gözlerini Leonardo’ya çevirerek “Öyleyse söyleyin bakalım, bunun gibi başka icatlarınız da var mı?” diye sordu.

      “Tabii ki. Sizi atölyeme götürebilirim.”

      “Özür diliyorum Dük Borgia,” diye araya girdi Isabella. Bakışları bir volkanik kaya kadar soğuk ve sertti. “İncelemeleriniz biraz beklemek zorunda kalacak. Benim üstadıma danışmam gereken bazı şeyler var.”

      “Adamın söylediklerine inanabiliyor musun? Düpedüz seni benden çalmaya çalışıyor,” dedi Isabella. Eski San Giorgio Sarayı’ndaki kulenin son birkaç basamağını çıkarken öfkesi duvarlarda yankılanıyordu.

      Leonardo, Markiz Isabella’nın özel çalışma odasına girerken “Kimse beni sizden çalamaz hanımefendi,” dedi.

      “Şuraya yazıyorum! Bu adam senin yeteneklerini kendi çıkarları için kullanmak istiyor.” Isabella hararetli hümanizm, edebiyat ve siyaset söyleşilerine ev sahipliği yaptığı ve sanat eseri koleksiyonunu muhafaza ettiği küçük çalışma odasının kapılarını açtı. Mermer ve bronz heykeller, yeni ve eski tablolar, gün ışığına çıkarılmış değerli el yazmaları ve yeni ciltlenmiş kitap yığınları, eski masalar üzerine yığılmış altın ve gümüş minyatürler, hatta kurutulmuş hayvan postları, fildişi ve geyik boynuzu koleksiyonunun bulunduğu oda, adeta bir hazine dairesini andırmaktaydı. Markiz, sanat eseri koleksiyonculuğunun yanı sıra gözü pek avcılığıyla da ün yapmıştı. Isabella, kendini yüksek sırtlı ve altın kaplamalı koltuğa bırakırken “Sakın şu Borgia canavarının pençelerini sana geçirmesine izin verme, Leonardo. Sana ne yaptıracağı belli,” dedi. “Bu gece beni en çok sinirlendiren şeyin ne olduğunu biliyor musun? O zorba sırrımı açığa çıkardı. Seninle ilgili planlarım artık inkâr edilemez.”

      Leonardo Isabella’ya bakarak “Sizden hiçbir şeyi esirgemeyeceğimi biliyorsunuz hanımefendi,” dedi. Bu küçük dar odada markizin lavanta ve şeftali karışımı parfümünün kokusunu alabiliyordu.

      “Kocamın askeri oyuncaklarıyla oynamana izin vererek birkaç ay daha egonu tatmin etmeyi planlamıştım ama burada kalmanı neden bu kadar çok istediğimi artık biliyor olmalısın…”

      Leonardo bir adım daha yaklaşarak, “Lavta çalma konusundaki yeteneğimden dolayı mı?” diye sordu.

      Isabella hayır anlamında başını salladı.

      “Düğüm atıp çözmedeki efsanevi yeteneğimden dolayı mı?”

      Isabella kahkahayı bastı.

      “Eyer üzerindeki duruşumdan dolayı mı yoksa?”

      “Tablomu çizmeni istiyorum, Leonardo,” dedi koltuğunda öne eğilerek. “Duvar yüzeyine fırça vuruşunu gördüğüm andan beri bunu istiyorum.”

      Leonardo elini ilgisizce sallayarak “Ah, şimdi anladım,” dedi. “Kocan sürekli surlardan, kale hendekleri ve ahırlardan bahsediyor tabii.” Duvara yaslı tuvallerden oluşan yığına doğru ilerleyip tabloları karıştırmaya başladı. Tablo yığınları arasında bazı şaheserlerin vasat kopyalarını buldu: Giotto’nun Aziz Fransis’in Stigmata’sı, Masaccio’nun Haraç Parası tablosu…

      “Atlar, fahişeler ve savaşlar kocamın ilgi alanına giriyor, benim değil. Bu yüzden beni burada görevlendirmekte…” Ayağa kalkıp Leonardo’ya doğru yöneldi. “Bunun yanı sıra, hem Tanrı’nın hem de benim isteğimle, Gonzaga tahtının varisini de karnımda taşıyorum.” Zaten kız çocuğu olan Isabella, karnındaki bebeğin erkek olacağını tahmin ediyordu. “Sanat eseri satın almak için rehin bıraktığım her mücevhere değer.”

      Leonardo, tuvaller arasından Son Akşam Yemeği tablosunun ucuz kopyasını çıkararak “Neden bu çöpü elinde tutuyorsun?” diye sordu. “Aman Tanrım! Kim yapmış bunu?” Isabella’ya dönüp baktığında markizin yüzü utançtan kızardı. “Bu kim olduğu belirsiz yeteneksiz aptaldan çok daha fazlasını biliyorsun benim duvar resmim hakkında. Milano’ya geldiğinde beni çalışırken izledin. Renk pigmentlerini duvara uygularken oturup beni izledin.”

      Isabella,