CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL. Celil Oker. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9789752126459
Скачать книгу
ne kadar özlediğimi fark ettim birden. Sesimi duyunca ne tepki vereceğini bilmiyordum. Kapatmaz, tepki verirse gerisini getirebileceğime ilişkin inancım olup olmadığını sordum kendime. Net bir cevap veremedim.

      Ergen düşüncelerini kovmak için bir nefes daha aldım sigaramdan.

      “Senin cep telefonun da epeyi yakışıklıdır şimdi,” dedi yanımda oturan.

      Bana mı söylüyor diye kafamı yana çevirdim.

      Evet.

      Vücudunu hafif bana doğru çevirmişti. Verdiğim sigara ağzının köşesindeydi. Gözleri biraz daha kısılmıştı. Bana yakın duran sağ elinde hiçbir alışveriş merkezi x-ray cihazından geçmeyecek büyüklükte bir bıçak vardı. Durduğu açıdan tam dalağımı hedefliyor gibiydi. Daha önce gördüğüm bıçaklara benzemediğini fark ettim. Uzun ama olması gerekenden biraz inceydi galiba.

      Sigaramı yere attım. Üzerine basmak için dertlenmedim. Daha büyük bir derdim vardı görüldüğü gibi.

      Ben de hafif yana doğru döndüm. Ellerimi iki yanımda tuttum, avuçlarım açık. Yüzüme bir Remzi Ünal gülümsemesi oturtturdum.

      “Cep telefonum yok,” dedim sakin bir sesle.

      Bıçağı kımıldattı ne yaptığını bilen bir hareketle.

      İşe bak. Canı sıkılan hasta yakınları sigara içsin diye konulmuş bankın üzerinde, elindeki bıçağı böğrüme doğru sallayan tinerci kılıklı birisinin yanında oturuyordum. Üstelik verdiğim cevabı beğenmemişti.

      “Uzatma çıkar telefonu,” dedi kirli suratlı komşum.

      “Sigaram var ama cep telefonum yok,” dedim aynı ses tonuyla. Gözümün ucuyla çevreye baktım. Bizimle ilgilenen yoktu.

      “Sen onu babana yuttur,” dedi. “Çıkar çabuk yoksa Abuzittin konuşur.”

      Abuzittin’in neyin adı olduğunu tahmin edebiliyordum aşağı yukarı. Tahmin edemediğim kafasının ne kadar bulanık olduğuydu. Haftalar boyu antrenmansız kalan vücuduma ne kadar güvenebileceğim de başka bir merak konusu.

      Küçük bir olası hasar tespiti yaptım. Bacağımın yaralanması iç organlarımın delinmesinden çok daha uygundu bu durumda. Eylem önceliği de benim yanımda olacaktı.

      Uzatmadım. Gövdemi biraz geriye atıp sağ bacağımla kafasını hedef alan bir vole savurdum. Beklemiyordu galiba. Bıçağı tutan eli hareket etmek istedi ama daha büyük bir derdi vardı fark ettiği gibi. Ayağım kafasına doğru yaklaşırken sokak kedisi içgüdüsüyle geri çekilmeye niyetlendi. Yetmedi ama. Ayağımın tarak kısmı, kaleyi gören bir santrforun ayağına oturan top gibi suratına gömüldü. Sırtı bankın arkalığına dayalı olduğu için boynu gerildi tekmemin şiddetiyle. Ağzından ses çıkmadı.

      Hafif yatar durumdaydım bankın üstünde. Bacağımı hızla geri çektim. Bu kez aynı ayağımı midesine gömdüm. “Hık!” diye bir ses çıktı bu kez dudaklarından. Öne doğru eğildi ister istemez. Fırsatı kaçırmadım. Doğruldum. Sağ elimin kenarını boynuna indirdim. Banktan düştü dizlerinin üstüne. Bıçak elinden fırladı.

      Ayağa kalktım. Bıçağı tekmeledim. Nereye gittiğini görmedim. Ellerinin üstünde doğrulmaya çalışırken beline bir tekme indirdim. Rahat, önünde engel olmayan bir tekme. Yana doğru devrildi.

      Yeter dedim kendi kendime. Bir adım geriye çekildim.

      Etrafa baktım.

      Sokağın karşısında bizi seyreden iki ilkokul çocuğundan başka kimse yoktu. Onların ilerisinde hızlı hızlı yürüyen iki kadın sırtı gördüm. Çevrede bir taksi durağı olsaydı, müşteri beklemekten sıkılan taksiciler çıkıp gelirdi bak. İstanbul’du burası. Arada kavga ederdi insanlar. Oralı olmazdın. Oralı olursan başın belaya girerdi.

      Yerde toparlanmaya çalışan gaspçı adayıma baktım. Bıçağı elinden gidince fiyakası sönmüştü biraz.

      “Kalk,” dedim. “Polis molis çağırmadan siktir ol git.”

      Cevap vermedi. Bir tekme daha geliyor mu diye ayağıma bakıyordu. Kımıldamadan durdum bir adım gerisinde. İlk denemesinde kalkamadı, dizlerinin üzerine çöktü yeniden. Sonra yüzünde acı, öfke, utanç karışımı bir ifadeyle doğruldu. Tam olarak ne yapacağını bilemiyor gibiydi.

      “Bas git!” dedim. Sesim biraz yumuşamıştı. “Belanı başka yerde bul.”

      Önerim yüzünü yumuşattı. Elini yüzünden geçirdi. Bıçağını arar gibi üstünde cilveleştiğimiz bankın civarına baktı. Bundan hoşlanmadım.

      “Siktir git!” dedim niyetimin her an kötüleşebileceğini hissettiren bir ses tonuyla. “Kafamı daha fazla bozmadan siktir git.”

      Döndü. Sokağın aşağısına doğru yürümeye başladı. Yan yana duran iki ambulansın hizasına gelene kadar yürüdü. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi koşmaya başladı. Hafif topallıyordu.

      Gözlerimi ondan ayırdım. Sağımı solumu çekiştirdim. Karşıdan hâlâ bana bakan çocuklara elimle ateş ediyor gibi bir işaret çektim. Bana cevap vereceklerine onları evde bekleyen annelerini hatırladılar, dönüp hızlı hızlı yürüdüler. Yarın sınıfın yeni hikâye anlatıcıları onlar olacaktı.

      Banka doğru bir iki adım attım. Camdan gördüğüm kadarıyla Manhattan Medical’de de dışarıda olan bitenin farkında olan kimse yoktu. Sonra gözlerimi yere indirdim. Başarısız gaspçımın bıçağı iki metre kadar ileride, boşaldıktan sona avuçta sıkılmış bir kola tenekesinin yanında yatıyordu.

      Eğilip aldım.

      “Hassiktir,” dedim içimden.

      Gaspçım kelimenin tam anlamıyla bir gaspçı değildi galiba.

      Hem de iki sigara birden ikram ettiğim delikanlının, sıradan bir çapulcu değil, sanki genel cerrah olmaya niyetli bir sokak çocuğu olduğunu geride bıraktığı aletten anlamak mümkündü.

      Aleti yerden aldım, banka koydum. Yanına da ben oturdum. Sonuna kadar engellenmeden içebilmeyi umarak, yeni bir sigara yaktım. Paket hafiften bitmek üzereydi.

      Tepeden inceledim meşum görünümlü aleti. Bir neşterdi bu. Aramaya cesaret edemediğim kadından, keyifli bir akşam sohbetinde öğrendiğim adıyla, bir bisturi.

      Sapına dolanmış damalı bir bez, sekiz yerinden çelik tel sarılarak güçlendirilmişti. Sapla kesici ucun birleştirildiği yere kısa, kalın bir hortum takılmış, bu da ayrıca telle sabitlendirilmişti. Böylece, bildiğin bıçak gibi tutup savrulduğunda elden kaymıyor, dirençle karşılandığında tutanın elinin kesilmesi engelleniyordu.

      Derin bir nefes aldım sigaramdan.

      Keskin kısmının üzerinde kan yoktu. Oğlan iyi bakıyordu iş aletine. Ucu, kenarı pürüzsüz keskinlikteydi.

      Bu çelik parçasının tedavi edici olduğu kadar öldürücü ucunun, acemi cerrahın elinde, gövdemin herhangi bir bölgesine değdiğinde ortaya çıkacak manzarayı düşünmeyi sonraya bıraktım. En azından Manhattan Medical Hastanesi’nin acil servisi iki adım kadar yanımda diye kendi kendimi teselli ettim. Kendi kendime sırıtmadım ama.

      Kendi kendime kızdım sırıtmak yerine. Sigaramdan hırsla bir nefes aldım bu kez.

      Acemi cerrahı öyle kolaylıkla bırakmamalıydım. Aletini yakından görmeden, neyin nesi olduğunu anlamak mümkün değildi elbette ama gözümün ucuyla baktığımda normal gaspçıların kullandığı cinsten normal bir kesici alet olmadığını sanki sezer gibi olmuştum. Anlaşılan anın gerilimi kıçımı kurtarmaya yoğunlaştırmıştı beni.

      Ne sorardım saldırganımın çekip