Ev sahibem kadını mutfağa kadar sessizce izleyen gözlerini bana çevirdi.
“Hastalığı?” dedi.
Tereddüt etmeden cevap verdim.
“Bağırsak kanseri,” dedim. “Geç kalmışız. Hayli ilerlemiş. Ameliyattan sonra, eee, günlük hayatı epey zorlaştı.”
Bilirim der gibi başını salladı.
“Eviniz nerede?” dedi.
Yakın olsun istedim.
“Annemin evi Levent’te,” dedim. “Beşiktaş Belediyesi’nin arkasında. Ben Bostancı’da oturuyorum.”
“Anladım,” dedi.
“Kız kardeşim Uçaksavar’da oturuyor,” dedim. “Gündüzleri yanından ayrılmıyor. Ama gece zor, onun da çocukları falan…” Yüzümü buruşturdum.
“Anladım,” dedi yeniden.
“Gerçekten yardımınıza çok ihtiyacımız var,” dedim.
Firdevs Işın kaşlarını çattı, gözlerini yerdeki kilimin köşesine dikti çok zor bir problemi çözmekle meşgulmüş gibi. Sonra bana baktı.
“Bu ara gecelerim dolu,” dedi. “O yüzden düşünüyorum. Adresimi nereden almıştınız?”
Beklediğim soru geldi diye sevindim.
“Bir doktor tanıdığım var,” dedim. “Kemal Arsan. Manhattan Medical’de çalışıyor. Galiba bir arkadaşının arkadaşı imişsiniz. Çok tavsiye etti sizi. Selam söyledi.”
“Aleyküm… selam…” dedi Firdevs Işın sözcüklere gereğinden çok ara vererek. Bu referans şimdiye kadar ağzımdan çıkan en acayip sözmüş gibi düşündürmüştü onu sanki. Bekledim ne diyecek diye.
Şapkam olsa düşürecek bir şey söyledi sonra.
“Adınız Remzi Ünal olmasın sizin?”
Bu hikâyede karşıma çıkan sağlık çalışanları beklediğimden akıllı dedim içimden, şaşkınlığımı bastırdıktan sonra. Annesi kanser hastası adam gitti, Remzi Ünal geldi mecburen oturduğum iki kişilik kanepeye. Bacak bacak üstüne attım elimi zayıflattığım izlenimi vermemek için.
“Nerden anladınız?” dedim hafif gülümseyerek.
“Begüm notunuzu dinlemiş,” dedi. “Kemal’den bu kadar kısa arayla bahseden birisi ortaya çıkınca, aynı adam olmalı diye düşündüm.”
Remzi Ünal geri geldiyse dedim kendi kendime, belki destek güçleri de çağırmalıyım yardıma.
“Sigara içebilir miyim?” dedim.
“Akciğer sizin,” dedi Firdevs Işın.
Ben sigaramı çıkarırken sandalyesinden kalktı. Arkasındaki rafın alt kısmındaki tekerlekli çekmeceden bir kül tablası çıkardı, sehpanın üzerine koydu. İçine sigara atarken açılan, sonra kapanan türden bir kül tablasıydı.
Sigaramı yaktım. Geriye yaslandım.
“Verdiğim numarayı aramaya niyeti var mıydı?” dedim. “Madem açık açık konuşuyoruz.”
Yeniden sandalyesine oturdu. Yüzünde tam çözemediğim bir ifade vardı.
“Onu bilemiyorum,” dedi. “Bana sordu gerçi ne yapayım diye.”
“Siz ne dediniz?”
“Bu Remzi Ünal denen adamın kim olduğunu iyice bir öğrenmeden hiçbir şey yapma dedim, açık söyleyeyim,” dedi Firdevs Işın. “Ama beni dinledi mi, bilemem.”
Bu iyiydi.
“Remzi Ünal denen adamın neye benzediğini öğrenme şansı ayağınıza geldi,” dedim sigaramdan bir nefes daha çektikten sonra.
Firdevs Işın gülümsedi ben kül tablasını kullanırken.
“Madem açık konuşuyoruz,” dedi. “Tam olarak Begüm’ü neden ve hangi sıfatla arıyorsunuz öğrenebilir miyim?”
Sigaramı ağzıma götürmüşken indirdim elimi. Doğru söylemeye kadar verdim.
“Telefonda küçük bir yalan söyledim galiba,” dedim. “Kemal Arsan arkadaşım değil, müşterim. Begüm Hanım ortadan kaybolunca merak etmiş. Ben de aramaya başladım.”
Yalan konusundaki itirafımın üzerinde durmadı ev sahibem.
“Telesekreterine not bıraktığınız numara Kemal’de yoktu ama,” dedi.
“Biliyorum,” dedim. “İşim bu, bulmam gerekiyordu, buldum.” Bir ara verdim. Sigaramdan ertelediğim o nefesi çektim. Dumanı havaya savururken konuştum.
“O telefonun zili bu evde çalmış olmasın?” diye attım tutmasını umarak. Bazen yapardım bunu. Bazen tutardı.
Tutmadı.
“Hayır,” dedi Firdevs Işın. “Bu evde sabit telefon yok.”
Bir soruya itiraz etmeden cevap veren birine ikinci soru mutlaka sorulmalıydı.
“Peki, nerede Begüm Hanım?” dedim.
“Bilmiyorum,” dedi. Her halinden belliydi cevabının doğru olmadığı. Üstünde durmadım. Sigaramı söndürdüm. Kül tablası dünyanın bütün sigaralarına düşmanmış gibi anında yuttu izmariti. Üçüncü soruyu da sorayım bari dedim içimden.
“Neden ortadan kaybolmayı seçtiğini biliyor musunuz bari?” dedim.
Firdevs Işın bu kez doğru söylüyordu galiba.
“Biliyorum ama size söyleyemem,” dedi. “Beni zorlamaya kalkarsanız bağırırım, bilesiniz. Bu apartmanın duvarları çok incedir.”
“Aklımdan bile geçmez,” dedim.
“Buna sevindim,” dedi Firdevs Işın. “Şimdi ne yapacaksınız?”
Yerimde kıpırdandım.
“Aramaya devam edeceğim,” dedim. “Bıraktığım numarayı aramasını bekleyeceğim. Evini ve cebini sık sık yoklayacağım. Aklıma başka bir şey gelirse, onu da denerim.”
Aklımda yapmayı düşündüğüm bir şey vardı ama bunu ona söylemeyi düşünmedim.
“Yani, devam…” dedi. “Aramaya.”
“İşim bu,” dedim.
Artık evinden gitme zamanının geldiğini işaret etmek ister gibi ayağa kalktı. Gövdesi kapıya doğru döndü hafifçe. Ben de doğruldum.
“Benimle konuştuğunuz için teşekkür ederim,” dedim. “Gördüğünüz gibi gayet medeni bir özel dedektifim ben.”
“Gördüğüm ilk özel dedektif,” dedi. “Filmlerdekine benzemiyorsunuz, açık söyleyeyim.”
Buna akıllıca bir cevap vermeliydim. Zaman bulamadım ama düşünmeye. Kapının zili yoğun bakım ünitesinde yatan birisinin kalp durmasını haber veriyor gibi çaldı. Uzun uzun ve üst üste.
Ya da üst kattaki komşu merdivenden düşüp ayağını kırdı gibi çaldı kapının zili.
Devletten vergi borcunuz var yazan sarı kâğıt geldi gibi çaldı. ÖSYM’den hiçbir üniversiteyi kazanamadınız haberi geldi gibi. Sevgiliden seni terk ediyorum mektubu gibi. Askerlik şubesinden celp emri gibi.
Belanın derini kapının hemen önünde der gibi çaldı kapının zili.
Firdevs Işın’la birbirimize baktık. Olur böyle şeyler, ben de tam gidiyordum bakışı attım kıza. Yeni bir hasta adayı şimdi vakitsiz