CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL. Celil Oker. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9789752126459
Скачать книгу
niye vereyim çalışma arkadaşımın?” dedi sonra gözlerime bakarak. “Hiç tanımadığım birisine…”

      Kız hem akıllı hem haklı dedim içimden. Ama ben de haklıydım. O numaraya ihtiyacım vardı. İkna edici bir cevap bulmak için zorladım kendimi.

      “Bakın Ayla Hanım,” diye başladım daha sonra ne diyeceğimi bilmeden. Kızın elindeki telefon lafımı kesti. Felaket bir haber veren telefonlar gibi çalıyordu.

      Ayla Duman eliyle susmamı işaret etti. Telefonun açma düğmesine bastı, kulağına götürdü.

      “Efendim,” dedi. Sonra dinledi. “Tamam, geliyorum hemen,” dedi karşıdaki lafını bitirince. Telefonu kapadı. Gözlerime baktı yeniden.

      “Gitmem lazım,” dedi.

      Hâlâ bir gerekçe bulamadığımın farkındaydım. Başka bir numara geldi ama aklıma.

      “Siz arayın o zaman,” dedim. “İyiyse, keyfi yerindeyse içim rahat eder. Belki iki satır da ben konuşurum.”

      “Bak bu olur,” dedi Ayla Duman. “Sesini duyayım şu kızın bir.”

      İçimden kendimi tebrik ettim. Ayla Duman önce dış hat almak için telefonun tuş takımının en altında bir tuşa bastı. Kulağına götürdü, dinledi. Sonra bir dizi numara tuşladı kaşlarını çatarak. Elinin tuşlar üzerindeki hareketlerini izledim.

      Sonra kulağına götürdü ahizeyi, bekledi.

      Karşı taraftan bir kadın sesi duydum. Ayla Duman hayal kırıklığıyla kafasını geriye attı. Bekledi kısa bir an. Sonra tane tane konuşmaya başladı.

      “Begüm, ben Ayla,” dedi. “Sinem’den aldım bu numarayı. Telaş edecek bir şey yok, korkma. Yalnızca merak ettim ne âlemdesin diye. Beni ara aşkım bir tanem.”

      Telefonu kapadı. Kapıya doğru hamle etti.

      “Şansınız yokmuş,” dedi. “Gitmem gerek. Kusura bakmayın.”

      “Çok teşekkür ederim,” dedim. “Belki yarın görüşürüz.”

      Cevap vermedi. Kaşları yine çatılmıştı. Kapıyı açıp önce çıkmam için bekledi. Onu kırmadım.

      Çıktığımız kapının hemen yanındaki asansör dizisinin çağırma düğmesine bastı. Sonra kapıların üzerindeki kat göstergelerine. Dönüp ona baktığımı görünce gülümsedi.

      Gülümsemesine karşılık verip hasta kabul bankosunun tarafına yürüdüm. Sultan Karakum önündeki iki kadına bir şeyler anlatıyordu. Yanındaki bilgisayar boştu. Hademenin biri yeri fırçalıyordu. Canım sigara çekiyordu. Önce bir telefon bulmalıydım ama. Hastanelerin orasında burasında ankesörlü telefon olurdu.

      Hademeye yaklaştım.

      “Hemşerim,” dedim. “Telefon nerede var buralarda?”

      Umumi telefonun yerini soran birisine ilk kez rastlamış gibi baktı yüzüme. Alnını kırıştırdı. Sonra hatırladı.

      “Şu kafenin yanında var,” dedi fırçanın sopasının ucuyla göstererek.

      O tarafa doğru yürüdüm. Kafe iki masanın dışında boştu. Birinde ilaç tanıtımcısı kılıklı birisi oturuyordu. Önündeki kahve fincanına mutsuz gözlerle bakıyordu. Al fincanını ve çık dışarı dedim içimden.

      Kafenin dış duvarında yan yana iki ankesörlü telefon vardı. Ahizeyi kaldırdım, kredi kartımı çıkarıp yarıktan geçirdim. Hat emrime amadeydi.

      Önümde duran tuşlara, Ayla Duman’ın kendi telefonuna bastığı sırayla bastım. Hat almak için gerekli tuşun dışında. Karşı tarafta çalan zili duydum. Telesekreterin devreye girmesi için beklemem gerekiyordu. Bekledim.

      Sonra kendinden emin ama hafif telaşlı bir genç kadın sesi duydum. Elinden geldiğince tane tane konuşmaya çalışıyordu.

      “Bana söyleyeceğin bir şey varsa lütfen sinyal sesinden sonra mesaj bırak. Gerekirse seni ararım.”

      “Var,” dedim içimden. Sinyal sesini bekledim.

      Sonra, “Begüm Kalyon’sanız dinleyin,” dedim dediklerim anlaşılsın diye her sözcüğü çok iyi telaffuz etmeye çalışarak. “Adım Remzi Ünal. Doktor Kemal Arsan’ın bir arkadaşıyım. Sizi çok merak ediyor. Lütfen şu numaraya telefon edin.” Ardından İstiklal Caddesi’nin iki alt sokağındaki adını vermeye utandığım otelin numarasını tane tane sıraladım. Devam ettim. “Orası bir oteldir. Emre’ye vereceğiniz mesaj bana ulaşır.” Bir an durup ekledim. “Ortaya çıkmamanızın duygusal nedenleri yoksa size yardım edebilirim. Ciddiyim.”

      Ahizeyi yerine astım.

      Hâlâ neden bir cep telefonu taşımadığım konusu üzerine düşünmeyi sonraya erteledim. Hazır elimin altında bir telefon varken dedim içimden, devam edeyim. Kredi kartımla bir telefon araması daha yapmamı sağlayacak numarayı çektikten sonra Begüm Kalyon’un ev numarasını tuşladım. Beklediğimden başka bir sonuca ulaşamadım elbette. Ahizeyi yerine koydum.

      Şimdi dışarı çıkıp bir sigara içmek ve waypoint 3’e hareketlenme zamanıydı. Girişteki kayan kapıya doğru yöneldiğimde cebimdeki sigara paketini yokladım ister istemez. Yerinde duruyordu. Buna karşın çekap sonucuna bakıp sigarayı bırakmam gerektiğini söyleyen bir doktor yoktu henüz ortalarda. Yüzümde bir gülümsemeyle dışarı çıktım.

      İçerideki steril havadan sonra sokağın kontrolsüz, kokulu, nemli yaban havası hoşuma gitti. Kulağıma sıradan bir İstanbul sokağının sıradan sesleri çarptı. Sigaramı yürüyerek içmek istemedim. Kapının solunda uyanık bir bankanın koyduğu tahta bir bank vardı. Demir ayaklarının dibinde izmaritler birikmişti. Oraya doğru yürüdüm.

      Banka hafif yan oturduğunuzda hem sokağı hem de camların arkasından hastanenin giriş katını görebiliyordunuz. İçeride insanlar, sesini kıstığınız HD bir televizyonun ekranında gibi gidip geliyorlardı. Oturduğum yerden hasta kabul bankosundaki kızların bilgisayarlarının arkasında oturup oturmadığını göremiyordum.

      Sigaramı yaktım.

      Caddeden en çok boş taksiler geçiyordu. Doktorun tarifine göre sevgilisinin arkadaşı Firdevs’in evi Teneke Mahallesi’ndeydi. Sigaram bitince birine atlar, yokuş aşağı on dakikada orada olurdum. Sonrası kerimdi.

      Kocaman bir nefes çektim içime. Burnumdan saldım. Önümden gelip geçenlere baktım. Karar vermiştim, demir ayakların dibindeki izmaritlere bir yenisini eklemeden yerimden kıpırdamayacaktım.

      Kıpırdadım ama.

      Gözümün ucuyla gördüğüm kadarıyla hafif kılıksız birisi yanıma oturdu. Yaklaşmasını fark etmemiştim. Ütüsüz bir pantolonu vardı. Ayağında epeyi sokak görmüş spor ayakkabılar. Yüzüne bakmadım. Rahat otursun diye kıçımı on santim öteye aldım.

      “Bir sigara versene abi,” dedi yanıma oturan.

      O zaman baktım yüzüne.

      Herhalde yirmi yaşından büyük değildi. Belki de daha küçüktü ama sokaklarda yaptığı askerlik, yüzünü hiçbir aile çocuğuna yapamayacağı kadar olgunlaştırmıştı. Dikkatle bakmazsanız bir daha asla hatırlanmayacak çizgileri vardı. Yüzü ya esmerdi ya günlerdir yıkanmamıştı. Gözleri kısıktı. Dudağı incecik bir çizgiden ibaretti.

      Cebimden paketimi çıkardım. Uzattım. İki tane aldı. Birini dudağına, birini bordo tişörtünü örten asıl rengini çıkaramadığım yeleğinin cebine koydu. Dudağındaki sigarayı bana doğru uzattı bir şey söylemeden. Yaktım.

      Sigarasından bir nefes çekti. Öylesine. Tadına varmadan.

      Önüme