“Pilot musunuz?” dedi. İlk kez neye benzediğimi görmek ister gibi baktı yüzüme.
“Emekli pilot,” dedim.
“Tanıdığım bir sürü pilot var,” dedi Ayla Duman. “Sizden daha yaşlılar ama hâlâ uçuyorlar.”
Başımı salladım o konuya girmek istemediğimi belli edercesine. Ayla Duman telefonunu öbür eline geçirdi.
“Üç çeşit çekap programımız var, belki biliyorsunuz…” dedi.
Sözünü kestim.
“Hiçbir fikrim yok,” dedim.
Ayla Duman seçeneklerimden haberdar olmamama sevinmiş gibiydi.
“O zaman biraz ayrıntılı konuşmamız gerekecek,” dedi. “Benimle gelir misiniz? Görüşme odasına geçelim.”
Peşinden yürümeye hazırdım. Sola döndü, birkaç adım atarak asansörlerin yanında, daha önce görmediğim bir kapıyı, mat gri metal tutamağını tutarak açtı. Girmem için yana çekilip bekledi. Yanından geçerken adını çıkaramadığım bir çiçek kokusu geldi burnuma.
İçeride küçük bir oda vardı. Yuvarlak, alçak bir masa yalnızca. Çevresinde beş abartısız koltuk duruyordu. Duvara raptedilmiş bir televizyon ekranı, sessiz bir NTV haber programı yayımlıyordu.
Televizyona sırtını vererek oturdu Ayla Duman. Daha oturmadan cebinden kırmızı kaplı ajandayı çıkarmıştı. Telefonu ajandanın yanına koydu. Bacak bacak üstüne attı, yanındaki koltuğu gösterdi.
“Bir bakalım şimdi,” dedi kırmızı kaplı ajandayı benim oturmamı beklemeden açarak.
Yirmi dakika sonra bütçeme uygun temel erkek çekap programının ayrıntılarını öğrenmiş gibiydim. Önce bir doktor tarafından muayene edilecektim. Doktor başka tetkikler gereksinmezse, standart olarak tam kan ve tam idrar tahlillerim yapılacak, açlık kan şekerim ölçülecek, total kolesterolüme bakılacak, karaciğer fonksiyon testi uygulanacak, sedimantasyon ve kreatinin de ihmal edilmeyecekti. Son ikisinin ne anlama geldiğini bilmediğimi açık etmedim elbette.
Ardından radyolojide akciğerlerim ve batın bölgeme bakılacaktı. Son olarak EKG çekilecek, elimde sonuçlarla yeniden doktorumla görüşecektim. Ayla Duman bütün bu kurcalamalardan sapasağlam çıkmam dünyanın en doğal sonucu imiş gibi bir havayla bitirdi sunumunu.
Elimi alnıma vurdum.
“Tüh!” dedim.
Ayla Duman yüzüme baktı.
“Bu kan testleri, şeker ölçümleri falan…” dedim. “Aç olmamı gerektirmiyor mu?”
“Evet.”
“E, ben güzelce ettim kahvaltımı bu sabah.”
Ayla Duman’ın dudağı onlarca kez duyduğu bir şeyi cevaplamak istemezmişçesine kıvrıldı. Sonra hemen düzeldi.
“Bugün doktor görüşmenizle başlarız,” dedi. “Sonra radyoloji ve EKG’ye alırız sizi. Tahliller için yarın sabah gelirsiniz, aç.”
Düşünüyormuş gibi burnumu kırıştırdım.
“Yok,” dedim. “Yarın geleyim. Hepsini birden halletmek daha iyi, bölünmeden. Hem fikre biraz daha alışmış olurum.”
“Siz bilirsiniz,” dedi Ayla Duman. Ayağa kalkmak ister gibi kımıldadı koltuğunda. Eli telefonuna uzandı.
“Teşekkür ederim,” dedim. “Çok nazik ve açıklayıcıydınız. Size bir şey daha sormak istiyordum.”
Sesim galiba potansiyel hastalık taşıyıcı sesi olmaktan çıkmıştı. Durdu. Yüzüme baktı. Gözlerinden önce hayret, sonra biraz endişe, daha sonra epey belirsizlik geçti.
“Buyurun?” dedi yerine oturmadan. Telefonunu iki eliyle birlikte kaldırdı masadan.
“Begüm Kalyon hangi serviste görevli biliyor musunuz?” dedim. “Ayrılmadan bir iki dakika görmek isterdim mümkün olursa.”
Kendisini yemeğe davet etmediğimi anlayınca rahatlamış gibi gevşedi yüzü.
“Her gün değişir,” dedi. “Bilmiyorum. Ama bugün görmedim ortalıkta.”
“Hay Allah!” dedim ayağa kalkarken. “Neyse, teşekkür ederim. Bayağı aydınlattınız.”
Beni duymamış gibiydi.
“İşe bakın,” dedi. “Siz söyleyince sadece bugün değil, epeydir görmediğimi fark ettim ortalıkta. Hasta falandır belki.” Sonra muhtemel çekap müşterisinin bir hemşireyi tanımasındaki tuhaflığı fark etmiş gibi bana baktı.
“Siz de hastanemizin yabancısı değilmişsiniz,” dedi. “Daha önce yattınız filan mı Manhattan Medical’de?”
“Begüm Hanım bir arkadaşımın kızı,” dedim. “Gelmişken iki çift laf ederim demiştim.”
Bu açıklama yeter sandım ama yetmedi. Ayla Duman güzel olduğu kadar akıllıydı da galiba.
3. BÖLÜM
“Sultan’a da sordunuz aynı soruyu galiba,” dedi Ayla Duman. “Bayağı eski bir arkadaşınızın kızı olmalı.”
“Epeydir ortada yoksa, nerede olduğunu merak edecek kadar eski,” dedim.
“Bak şimdi merak ettim ben de,” dedi. “Bir sorayım bakayım yukarıya.”
“İyi arkadaşınız mı?” dedim.
Ayla Duman yüzüme baktı. Biraz uzun. Potansiyel çekap müşterisinin neye dönüştüğünü kafasında hesaplıyor gibiydi. Sonra kablosuz telefonuna davrandı. İki tuşa dokundu. Telefonu kulağına götürürken cevap verdi.
“İyi kızdır, severim,” dedi. Sonra dikkati kulağında bekledi.
Karşıdan gelmesi gereken karşılığı bekledik. Hemen gelmedi. Ayla Duman ayak değiştirdi. Göz göze geldik. Bilirim hastane servislerinin koşuşturmalı halini anlamına gelecek bir işaret yaptım elimle. Cevap vermedi. Bekledi sadece.
“Hah!” dedi telefona sonra. “Sinem, benim, Ayla,” dedi karşıdan telefonu açan kişiye.
Sonra küçük odanın karşı duvarına doğru yürürken konuştu.
“Aşkım bir tanem,” dedi sesine telaştan uzak bir ton vermeye çalışarak. “Bizim Begüm yok galiba. Nerede biliyor musun? Epeydir görmüyorum.”
Sonra dinledi ahizeden gelen sesleri. Bana bakmıyordu. Dudağının üzerindeki noktaya dokundu farkında olmadan. Kaşları çatılmıştı.
“Sebebini söylemedi mi?” dedi sonra.
Yeniden dinledi. Duvarın öteki ucuna doğru ağır adımlarla yürüyordu konuşurken şimdi.
“İyi!” dedi. “Versene numarayı.”
Karşıdan küçük bir itiraz gelmiş gibi üsteledi.
“Ver, ver…” dedi. “İsmet Bey bana sorarsa ben de haber veririm kıza.” Sonra dinledi. Arada başını sallıyordu hafifçe. Çarpım cetvelini ezberlemek isteyen çocuklar gibi.
“Teşekkür ederim aşkım bir tanem,” dedi sonra. “Benden laf çıkmaz, korkma.” Ahizenin kapatma tuşuna bastı. Bana döndü.
“Arkadaşınızın kızının izini bulduk,” dedi tuhaf bir vurguyla. “Konuştuğum başhemşireydi. İyi arkadaşlardır ikisi. Ona birkaç gün işe gelmeyeceğini söylemiş. Nedenini söylememiş. Cep telefonumu kapalı tutacağım demiş, yönetimden falan ararlarsa kendisine haber versin diye bir numara