“Sakin!” dedi tabancalı adam.
Üzerinde uzun, beyaz bir pardösü vardı. Mevsime uygun olup olmadığı umurunda değildi anlaşılan. Altından kahverengi kumaş pantolon paçaları görünüyordu. Ayakkabıları epeydir boya görmemiş İtalyan taklidi Çin işiydi.
Yüzü ne İtalyan’a ne Çinliye benziyordu ama.
Kafası yarım numara makine ucuyla alınmış gibiydi. Yusyuvarlaktı. Bebekken annesinin yatırma şeklini çıkaramadım. Düzene sokulmaya çalışılmış kaşları yine de küçük parmağımın yarısı kadar kalındı. Gözleri girdiği bir yeri hızla denetleyip arıza kaynaklarını bulup çıkarma konusunda deneyimliydi.
Anında beni gördü Firdevs Işın’ın iki adım gerisinde.
Küçük bir şaşkınlık gördüm sanki gözünde. Hemen geçti ama. Tabancanın ucuyla ellerimi havaya doğru tutmamı emretti. Simsiyahtı tabanca. Kocaman. Apaçık ölümcül.
Ona uydum.
Arkasındaki iki kişi daha silik karakterliydi. Böyle durumlarda her zaman olduğu gibi. İkisi de mont giymişti. Bacaklarında blucinler vardı. Biri siyah, biri gri boğazlı kazaklar ve Puma ayakkabılar giyimlerini tamamlıyordu. Yüzlerinde inisiyatifi bütünüyle patronlarına bırakmış bir sükûnet vardı.
Tabancalı adam bana doğru yürüdü. Firdevs Işın mecburen kenara çekildi. Arkasındaki adamlardan biri ona doğru iki adım attı. Fazla ileri gitmedi ama.
“Ne oluyor be?” dedi Firdevs Işın.
“Sakin,” dedi tabancalı adam yeniden. “Sakin. Bağırıp ne etme.”
Başıyla siyah kazaklıya işaret etti. Siyah kazaklı patronuyla arama girmemeye dikkat ederek arkama geçti. Kollarımı biraz daha kaldırdım yukarıya. Elleriyle üstümü aradı. Sesimi çıkarmadım. Dur bakalım ne olacak dedim içimden.
Arkamdan temiz olduğumu gösteren bir sinyal geldi herhalde. Tabancasıyla iki kişilik kanepeyi işaret etti pardösülü adam.
“Oturun,” dedi.
Firdevs Işın’ın geçmesi için bir adım geriye çekildim. Ellerim arkamdaki adama çarptı hafiften. Elimi itti.
Firdevs Işın önümden geçip kanepeye ilerledi.
“Ne oluyor canım,” dedi. “Nasıl giriyorsunuz evime böyle? Ne hakkınız var? Kimsiniz siz?”
“Otur, soluklan hele bir bacım,” dedi eli tabancalı adam. Bacım sözcüğünün yumuşak vurgusu yoktu sesinde elbette. “Biraz konuşup gideceğiz. Bağırıp ne etme.”
Ben ağzımı açmadan kanepeye yöneldim. Oturmadan önce her şey yoluna girer işareti yaptım ev sahibeme gözümle. Oralı olmadı. Gözleri adamın elindeki tabancadaydı.
Duvarların inceliğine güvenmese diye geçirdim içimden.
Tabancalı adam tam karşımıza, Firdevs Işın’ın biraz önce oturduğu sandalyeye oturdu. Tabancası şimdi yere bakıyordu.
“Nerede arkadaşın Begüm olacak kız hanım abla?” dedi.
Buyur buradan yak dedim içimden. Sorusunu sorduktan sonra cevabı bir an önce alsa çok iyi olacağını göstermek ister gibi tabancanın namlusunu Firdevs Işın’a doğru salladı pardösülü adam. Tehdit eder gibi değil ama, elindeki çubuğu öylesine sallar gibi.
Üstelik ev sahibemin cevabını beklemedi. Bana döndü.
“Sen kimin nesisin üstat?” dedi. Tabancanın namlusu bana dönmüştü şimdi. Göbeğimle dizlerimin arasında bir yere.
Benden önce Firdevs Işın atladı.
“Bir yakını hastaymış. Ağır hasta. Beni tutmak için geldi,” dedi.
“Hee, sen hemşireydin değil mi hanım abla,” dedi adam.
Ayakta duran öbür ikisi, anlamamıza imkân olmayan bir espriye gülüştüler. Tabancalı adam onlara bakmadı. Omuzları biraz kasılınca kestiler onlar da gülüşmeyi.
“Neyse ne,” dedi adam. “Bakarız sana sonra. Sen soruma cevap vermedin be hanım abla.”
Firdevs Işın ne sorulduğunu unutmuş gibi bir yüzle baktı adama. Adam tekrarladı sorusunu.
“Begüm nerede?”
“Begüm kim?” dedi Firdevs Işın.
Tabancalı adamın kaşları çatıldı. Daha da kalınlaştılar sanki.
“Benimle kafa bulma hanım abla,” dedi. “Doğru dürüst cevap ver. Kasımpaşa damarımı kabartma.”
Firdevs Işın anlamamış gibi yaptı.
“Kasımpaşa nesi?” dedi durumu anlarsa bülbül gibi konuşacağını hissettirmek ister gibi.
Tabancalı adam çattık der gibi kafasını iki yana salladı. Sonra ciddileşti.
“Bak hanım abla,” dedi. “Güzellikle sordum sana. Bir kere daha soruyorum. Begüm denen kız nerede? Senin iyi arkadaşınmış, yeme beni. Söyle yerini, ya da çağır, telefon et, bir şey yap. İki satır konuşacağız kendisiyle.”
Firdevs Işın teslim oluyor gibi omuzlarını silkti. Yüzü düştü sanki. Alçak bir sesle konuştu.
“Tamam, tamam,” dedi. “Arkadaşım sayılır. Ama inan olsun nerede haberim yok. Kaç gündür görmedim.”
“Kimse görmemiş,” dedi adam. “Derdimiz de o.”
“Ben de görmedim,” dedi Firdevs Işın.
“Konuştun mu?”
“Hayır,” dedi Firdevs Işın. “Konuşamadım. Verdiği telefon açılmıyor. Telesekreter çıkıyor hep.”
Adam ver şu numarayı, bir de ben arayayım dese rahatlayacaktım. Ayla Duman ve soyadını bilmediğim başhemşire adına. Kısmet olmadı.
“Numara şu mu, başka mı?”
Ayla Duman tuşlarken ezberleyip, ankesörlü telefondan aradığım numarayı çarpım tablosunu yeni bellemiş bir ilkokul öğrencisinin kuşkulu gururuyla okudu kel kafalı. Kime sordular diye endişelendim. En önemlisi cevap almak için soruyu güçlendirici neler yaptılar?
Firdevs Işın başını salladı onaylarcasına.
Tabancalı adam durumu değerlendirmeye çalışıyor gibi duraladı bir an. Sonra başını arkasındakilere çevirdi.
“Eee,” dedi. “Neden geldik buraya biz? Sıfıra sıfır elde var sıfır.”
“Sıfır,” diye tekrarladı siyah kazaklı olan.
“Sıfır olmaz,” dedi eli tabancalı.
“Olmaz!” dedi arkadaki.
“Olmaz,” diye tekrarladı eli tabancalı adam kendi kendine konuşur gibi.
İş boka sarıyor dedim içimden.
Firdevs Işın ne olduğunu anlamıyor gibi saf saf bakıyordu etrafına. Gerçek miydi rol mü yapıyordu anlamadım.
Eli tabancalı adam anladı mı bilmiyorum. Belki de iki durum da umurunda değildi. Tabancayı sol eline aldı. Sağ eliyle amansız bir tokat çaktı Firdevs Işın’ın suratına. Şimşekler çakmış olmalı. Tokadın etkisiyle kanepenin kolçağına yığıldı ev sahibem.
Eli tabancalı adam ayağa kalktı. İkinci hamlesini yapacaktı sanki. Oturduğum yerden konuştum.
“Sakin olun beyler,” dedim. “Kıza boşuna eziyet etmeyin. Belki ben yardımcı olabilirim size.”
Eli tabancalı kel adam, attığı tokat kadar hızla