CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL. Celil Oker. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9789752126459
Скачать книгу
anlar diye umdum. Oturur ve bir şeyler içerken sevgilisini bekler.

      Öyle olmadı.

      Delikanlı hiçbir masaya oturmadı. Saçlarını sıvazladı, elini bir kez daha pantolonuna sildi. Birilerinin kararına yardımcı olmasını bekler gibi açık kapıdan gelip geçenlere baktı. Kendi işini kendi halletmeye karar verdi sonra, bana doğru iki adım attı.

      Attığı iki adım masamın tam karşısına getirdi onu. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Ateşimi istemeyeceğinin farkındaydım.

      Masama doğru eğildi.

      “Remzi Ünal mısınız?”

      Epeydir kullanmayı istediğim o cümleyle cevap verdim.

      “Kim soruyor?”

      Esprimi anlamış da olabilir, anlamamış da.

      “Yardımınıza ihtiyacı olan biri,” dedi.

      Yüzüne baktım. Çizgi haline gelmiş dudakları beni etkilemedi.

      “Kimseye yardım edebilecek durumda değilim,” dedim. Başımı kahveme indirmeyi denedim. İzin vermedi. Yandaki sandalyeyi çekip tam karşıma oturdu. Hafif eğreti.

      Sarı saçlarının biraz uzamasına izin vermişti. Çok değil ama. Gözlüğü kemikti. Mavi gözleri camın arkasında olduğundan biraz küçük görünüyordu.

      “Sizin İstanbul’un en yaman özel dedektifi olduğunuzu söylediler,” dedi.

      Uzun saçlı garson duymamıştır inşallah dileğiyle bara doğru baktım.

      “Yok canım,” dedim alçak sesle. “Bir iki işe baktım. Ama o eskidendi.”

      Mesleki geçmişimi kimden dinlediğini hiç merak etmedim. Gözlerimi kahveme indirdim. Epey soğumuş olmalıydı. Beni rahat bıraksın diye baktım yüzüne bu kez. Gözlerini gözlerime dikmişti. Hafifçe gülümsedi. Sanki bir hamle daha yapacakmış gibi.

      Yine de bir an tereddüt eder gibi oldu bir şey söylemeden önce. Sonra içindeki engeli aşmak için hızlı hızlı konuşmaya başladı.

      “Beni dinlemenize karşılık ben de size yardım edebilirim,” dedi. “Hem de hemen. Şu anda.”

      Şu anda ondan isteyebileceğim tek yardım çekip gitmesini istemek olmalıydı. Bunu söylemeye niyetim olmadığını fark ettim birden.

      Kararsızlığımı anladı.

      “Ne dersiniz?” dedi.

      Kendimi işini bilen bir falcının karşısında gibi hissediyordum. Zaman zaman müşterilerimi hissettirdiğim gibi. Epey zaman önce.

      “Yardım edin bakalım,” dedim. Dediğim anda epeydir yardıma ihtiyacım olduğunu bildiğimi kendi kendime itiraf etmiş gibi oldum. İhtiyacım olduğu konularda bana yardım edemeyeceğini biliyordum, o başka.

      Gülümsedi. Sandalyeye yerleşti.

      “Bir kolesterolünüzü ölçtürseniz iyi olur,” dedi. “Bayağı yüksek olma ihtimali var.”

      Tuzağa iyice düşüyor olduğumun farkındaydım ama yine de sordum.

      “Nereden anladınız?”

      “İrisinizin çevresinde beyaz bir halka var. Bayağı belirgin. Yüksek kolesterole işaret eder.”

      Kendisine son zamanlarda Adana ve Urfa kebap ağırlıklı bir beslenme düzeninde olduğumu açıklamaya gerek duymadım. Keyfim hiç yoksa hamburger ve patates kızartması. Aikido antrenmanlarını iyice salladığımı da.

      “Ne yapmam gerekir?” diye sordum.

      “Önce bir ölçtürün. Duruma göre doktor söyler.”

      “Onu kastetmedim,” dedim. “Ben bir doktor için ne yapabilirim demek istemiştim.”

      Yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı. Sandalyesinde arkaya yaslandı. Bizi izleyen var mı der gibi çevreye baktı. Küçük bahçede bir biz vardık oysa.

      “Beni dinleyeceksiniz?” dedi lafına eklediği soran bakışlarla.

      Benim müşterilerime sıklıkla yaptığım numarayı bana yaptın diyerek sevindirmek istemedim keratayı. Hep çalışır o numara. Biliyordum. Bıraktım çalışsın. Sesimi çıkarmadan kafamı salladım.

      “Sevgilimi bulmanızı istiyorum,” dedi.

      Az daha, iyi fikir, aslında ben de kendi sevgilimi bulmak istiyorum diyecektim, kendimi tuttum. İstesem bulabilirdim ama o beni bulmak istiyor muydu, ondan emin değildim. Değişmekse değişmiştim ama onun istediği gibi değil.

      Kafamı topladım.

      Toplayamadım.

      Toplamak için bir kahveye daha ihtiyacım vardı. Bara doğru baktım. Sanki benden haber bekliyormuş gibi bana döndü uzun boylu garson. Elimle kahvemi işaret ettim. Başını salladı. Sonra karşımdaki delikanlıya baktım ister mi diye.

      “Ben bira söylemiştim,” dedi.

      Bu kadar sosyallik yeter diye düşündüm. Delikanlının yüzüne baktım.

      “Sevgilimi bulmanızı istiyorum,” diye tekrarladı.

      “O kadarını anlamayı başardım,” dedim. “Seni şutlamadığını nereden biliyorsun?”

      “Biliyorum,” dedi.

      Ona inandım. Ya da inanmayı seçtim.

      “Ne zamandan beri yok ortalarda?” dedim.

      “Dört gün,” dedi. “İşe gelmedi. Telefonlarıma cevap vermiyor. Evine gittim, kapı açılmadı.”

      “Arkadaşları?”

      “Soramam,” dedi. “Sorarım ama soramam.”

      “Neden?”

      “Hastanede ilk günümde hemşirelerle yakınlaşan doktorlara iyi gözle bakmadıklarını belirtti patronum. Bu da bir prensip işte. Bir iki kere profesyonel çerçevede sordum. Bilen yok. Daha fazla ileri gidemem.”

      “Prensipleri umursuyor musunuz, umursamıyor musunuz?” dedim. “Kafam karıştı.”

      “Hayır ama…” dedi ne kadar mesleki sır açıklayabileceğini hesap ediyor gibi düşünerek. “Günümüzde özel hastaneler prensiplerinde çok sıkı değil.”

      “Pekâlâ,” dedim.

      Uzun boylu garson kahvemle misafirimin birasını getirdi. Boş fincanı aldı. Gülümsedi. Gülümsemesine cevap vermedim. Sıcakken kocaman bir yudum aldım.

      “Başka soru sormayacak mısınız?” dedi sarışın doktor.

      Bir yudum kahve daha gitti gırtlağımdan aşağı. Ya da Latince adı her neyse. İyi geldi. Akşama kadar yemek yemesem idare ederdim. Sonra bir Adana belki. Belki ciğer. Rakı.

      “Anlaşmamızı yerine getirdim,” dedim. “İrisimin çevresinde olmaması gereken o müzevir halka karşılığında sizi dinledim. İşi almaya karar vermiş değilim. Lütfen bunu kişisel almayın. Herhangi bir işi alıp almamaya karar vermiş değilim, ondan.”

      Sarışın doktor birasının yarısını bitirdi tek yudumda. Uzun boylu garsonun getirdiği kâğıt peçeteyle dudağının kenarını sildi. Kalanı da bitirecekmiş gibi bardağını ağzına doğru götürdü. Vazgeçti sonra. Omzumun arkasındaki duvara baktı. Dudaklarını büzüştürdü.

      “Evli misiniz?” dedi sonra bana dönüp. Sesi deminki kadar berrak değildi. Ona bu kadarını borçlu olduğumu düşündüm.

      “Hayır,” dedim.

      “Birlikte olduğunuz bir kadın var mı?” dedi cevap vermiş olmamdan cesaret alarak.

      “Vardı,”