Şu an için kafası keldi ama dışarı çıktığında başına tam oturan bir şapka takıyordu, bu şapkada bulunan bir delikten perçemi geçiyor, omzuna sarkıyordu. Genellikle peruk takan üst ve orta sınıfın bu geleneğini benimsemek için Chebron henüz gençti. Bu kafa kazıtma âdeti Amuba’ya bir müddet hiç hoş gelmemişti. Kuşkusuz Mısırlılar bu geleneği serinlik ve temizlik adına benimsemişti ama Amuba Mısırlıların taktığı acayip ve çetrefilli peruklarla gezinmektense saçını tozdan korumak adına her türlü acıya katlanmayı tercih edeceğini düşünüyordu.
Çok geçmeden rahibin peşinden eve girdiler. Giriş kapısından geçtiklerinde geniş bir salona vardılar. Yan tarafta çatıyı taşıyan ve her bir duvardan üç dört metre mesafede duran bir dizi devasa kolon vardı; duvarlar mermer ve diğer renkli taşlarla kaplıydı, yerler de aynı malzemelerle döşenmişti; tam ortada bir çeşme akıyor, suyu oldukça yükseğe fışkırtıyordu çünkü salonun kolonlar arasında kalan kısmının açık tavanı gökyüzüne bakıyordu; odada çok çeşitli şekillerde bir sürü oturulacak yer bulunuyordu; palmiyeler ve zarif yapraklı diğer bitkilerin olduğu kocaman saksılar vardı. Tavan şık desenlerle rengârenk boyanmıştı. Uzun bir sedirin üzerinde ise bir kadın oturuyordu. Sedirin arkası boştu ama bir ucu kol desteği olarak uzanıyordu, sedirin iki tarafında da hayvan kafası suretleri oyulmuştu.
İki Nübyeli köle kız bu kadının arkasında durmuş yelpazeyle kendisini serinletiyordu, on iki yaşlarında bir kız ise alçak bir iskemlede oturmuş, bir papirüs rulosu okuyordu. Babası odaya girer girmez ruloyu yere atıp ayağa fırladı, kadın da sanki ufacık bir hareket etmeye kalksa bile yorulacakmış gibi uyuşuk bir şekilde ayağa kalktı.
“Ah, babacığım,” diye konuşmaya başladı kız ama rahip bir el hareketiyle onu durdurdu.
“Sevgilim,” dedi karısına, “yüce kralımızın fethinin ganimeti olarak getirdiği esirlerden ikisini eve aldım. Bize ve tapınağın hizmetine çok sayıda esir yollamış, bu ikisi de benim payıma düşen. Kendi ülkelerinde soylularmış, biz de konumlarındaki bu üzücü değişimi onlara unutturmak için elimizden geleni yapacağız.”
“Hep tuhaf fikirlerle geliyorsun Ameres,” dedi kadın uyuşuk hareketlerinden beklenmeyecek bir fevrilikle. “Esir bunlar, esir olmadan önce ne olduklarının benim için bir önemi yok, artık esirler. Benim etrafımda olmadıkları sürece elbette onlara istediğin gibi davranabilirsin, tuhaf renkli saçları ve gözleri, bir de o beyaz suratları beni ürkütüyor.”
“Ah, anneciğim, bence çok sevimliler,” diye bağırdı Mysa. “Keşke benim de saçlarım herkesinki gibi siyah olacağına o çocuğunki gibi altın renginde olsa.”
Başrahip, Amuba ve Jethro’yu Karısına Takdim Eder.
Rahip kızına azarlarcasına bir bakış atıp kafasını salladı ama küçük kız hiç utanmış gibi durmuyordu çünkü babasının gözdesiydi ve ona asla ciddi ciddi kızmayacağını gayet iyi biliyordu.
“Onları senin yanında tutmayı düşünmüyorum Amense,” dedi sakin bir şekilde karısına. “Aslına bakarsan, her türlü gereksinimin için gereğinden fazla hizmetçin var bana göre. Delikanlıyı özel olarak Chebron için seçtim, diğerine gelince, onun ne yapacağına henüz tam olarak karar vermiş değilim.”
“Onu bana verir misin babacığım?” diye sordu Mysa tatlı dille. “Fatina hiç eğlenceli değil, şu Nübyeli kız, Dolma ise sadece uysal uysal durup beyaz dişlerini göstere göstere gülümsüyor ama birbirimizi hiç anlayamadığımız için bana hiçbir yararı yokmuş gibi geliyor.”
“Peki, bu uzun Rebulunun sana ne gibi bir yararı olacağını düşünüyorsun?” diye sordu rahip gülümseyerek.
“Tam olarak bilmiyorum babacığım,” dedi Mysa başını belli belirsiz döndürüp Jethro’yu ciddiyetle incelerken, “ama görünüşünü beğendim, eminim elinden bir sürü şey geliyordur; mesela dışarı çıkmak istediğimde benimle yürüyebilir, beni kayıkla gezdirebilir, topumu yakalayıp getirebilir, evcil hayvanlarımı besleyebilir.”
“Kendin besleyemeyecek kadar tembel olduğunda yani,” diye ekledi rahip. “Pekâlâ, Mysa, bir deneyelim bakalım. Jethro senin özel hizmetçin olacak, ona yaptıracak bir işin olmadığında da, ki bu günün en iyi kısmı olacak, su kuşlarıyla ilgilenebilir. Zunbo onlarla hiç düzgün bir şekilde ilgilenmiyor. Söylediklerimizi anladın mı?” diye sordu Jethro’ya.
Jethro bir adım öne çıkıp kızın elini tuttu ve cevabını alnı eline değene kadar eğilerek verdi.
“İşte cevabın Mysa.”
“Çocuklara çok yüz veriyorsun Ameres,” dedi karısı sinirli bir şekilde. “Herhalde koca Mısır’da bizimkiler kadar şımarık çocuk yoktur. Başkalarının evlatları kendileriyle konuşulmadan ağızlarını açmıyor, babalarının karşısında oturmayı akıllarından bile geçirmiyor. Mısır’ın en bilge insanlarından biri olarak saygı duyulurken çocuklarının senin yanında bu kadar rahat davranmalarına izin vermen beni gerçekten hayrete düşürüyor.”
“Sevgilim,” dedi Ameres durgun bir gülümsemeyle, “belki de Mısır’ın en bilge insanlarından biri olduğum içindir. Çocuklarım bana en az altımızda çalışan köleler kadar saygı duyar. Sorular sormazsa bir oğlanın zihni nasıl gelişir, peki ya onun sorularını babasından daha iyi kim cevaplayabilir? Haydi çocuklar, gidebilirsiniz artık. Yeni arkadaşlarınızı da yanınızda götürüp onlara bahçeyi gezdirin, evcil hayvanlarınızı gösterin.”
“Gerçekten çok şanslıyız Jethro,” dedi Amuba, Chebron ve Mysa’yı bahçeye doğru takip ederken. “Buraya olan yolculuğumuz sırasında geceleri kumlarda uzanıp kendi kendimize hayatımızın nasıl olacağını düşünürken hiç böyle bir şey hayal etmemiştik. Toprak sürmeyi, büyük baraj ve setleri yükseltmeye yardım etmeyi, kamu binaları için taş çıkarmayı, ağır ve sefil bir köleliği düşünüyorduk, hayal bile edemediğimiz tek şey ise yan yana çalışmaktı, şimdi ise baksana tanrılar bize ne iyi davranıyor. Birlikte olmakla kalmadık, üstüne üstlük efendilerimizle dost olduk, bu yabancı ülkede bir yuva bulduk.”
“Gerçekten de öyle Amuba. Ameres denen bu rahip harika bir insan, onu tanıyan herkesin sevdiği biri. Bizi seçtiği için gerçekten çok şanslıyız.”
Ağabey kardeş bir dizi meyve ağacının arasından geçerek sonunda yüksek bir sazlık çitten yaklaşık beş metre karelik kapalı bir alana açılan bir kapıya vardılar. Burası ağaç ve çalılarla çevriliydi, gölgelerinde ise çok sayıda ahşap yapı duruyordu.
Tam ortasında alanın üçte birini kaplayan bir havuz bulunuyordu ve evin önündeki geniş gölet gibi su bitkileriyle çevriliydi. Kenarında iki çeltik kargası duruyor, suyun üzerinde ise muhteşem tüyleri olan bir sürü su kuşu yüzüyor, kıyıdakiler de tüylerini temizliyordu.
Kapı kapandığında su kuşları arasında büyük bir hareketlenme oldu, çeltik kargaları genç hanımlarını karşılamak için usulca ilerledi, ördekler bir hoş geldin nidası attı, suda yüzenler kıyıya çıktı, kıyıda olanlar ise yüksek sesle vaklayarak çeltik kargalarını takip etti. Fakat yanlarına ilk gelen ahşap kulübelerden birine bağlı olan ve anında yanlarında biten iki ceylan oldu; ceylanlar yumuşak burunlarıyla Chebron ve Mysa’nın ellerini dürttü; bu sırada diğer kulübelerden de bir sürü farklı ses çıkıyor, köpekler havlıyor, çeşit çeşit hayvan hoş geldiniz der gibi bağırıyordu.
“Henüz beslenme vaktinizin gelmediğini biliyorsunuz,” dedi Chebron ceylanlara bakarken, “ilk kez de böyle boş elle geliyoruz ama size ambardan bir