Mısırlılar çok muhafazakâr insanlardı. Binlerce yıldır yasalarında, gelenek göreneklerinde ve alışkanlıklarında hiçbir değişiklik olmamıştı. Her Mısırlının, ülkesinin her yönden diğer ülkelerden üstün, yasalarının ve geleneklerinin ise mükemmele yakın olduğuna yönelik sarsılmaz bir inancı vardı. Zengininden fakirine, her sınıftan insan bu yasa ve geleneklere eşit şekilde bağlıydı. Bizzat kral bile bu konuda köylülerden daha özgür değildi; saat kaçta kalkacağı, gününü nasıl geçireceği, yemesi gereken yiyeceklerin miktarı ve kalitesine kadar her şey sıkı bir şekilde geleneklere bağlıydı. Gençliğinden beri etrafı aynı yaşta gençlerle, erdem ve dindarlığına göre seçilmiş rahiplerin oğullarıyla çevriliydi.
Böylece kral kötü danışmanların etkisinden uzak tutulmuştu, istese bile vatandaşları üzerinde baskı kuracak ne olanağı ne de gücü vardı, herkesin hak ve dokunulmazlıkları kesin surette korunurdu. Bu yüzden her erkeğin babasının mesleğini devam ettirdiği, tarih boyunca her şeyin aynı şekilde ilerlediği bir ülkede Osiris başrahibinin oğlu ve kaderinde bu saygın mesleği devralmak olan Ameres’in lider rahiplerin benimsediklerinden ufacık da olsa farklı fikirlere sahip olması bu insanlar arasında bariz bir şekilde sevilmemesi için yeterli bir sebepti; aslına bakılırsa babasının ölümünden sonra kimsenin itirazı olmadan bu makamı devralmasının tek sebebi bilimsel bilgi birikimi ve irfanı kadar göze çarpan dindarlığı ve cömertliğiydi.
Aslında o zaman bile yüksek mevkideki rahipler seçilmesine karşı çıkacaktı ama Ameres genel itibarıyla halk tarafından olduğu kadar alt sınıf rahipler tarafından da o kadar çok seviliyordu ki, onların oyları itiraz edenleri ezici bir yenilgiye uğratırdı. Hatta halk Osiris başrahibinin inancına karşı edilmiş tek bir fısıltı dahi duymamıştı. Onu kurban törenlerinde ve geçitlerde hep en önde görüyor, tapınakta yorulmak bilmeden hizmet ettiğini ve kalan tüm vaktini hayırseverlik ve halkın yararına işlere adadığını biliyorlardı; Ameres sokaktan geçerken içtenlikle önünde eğildiklerinde Osiris başrahibinin mezhep kardeşleri tarafından tehlikeli bir yenilikçi olarak görüldüğü bu insanların aklından bile geçmiyordu.
Fakat Ameres’in, tarikatından büyük ölçüde ayrıldığı tek bir konu vardı. En derin gizemlere hâkim olduğu için liderlerinden olduğu dinin asıl amacını öğrenmişti. Osiris ve İsis’in, diğer altı yüce tanrının ve Mısırlıların hayvan başlı ilahlar kisvesi altında ibadet ettiği sayısız ilahi gücün aslında hiçbirinin tanrı olmadığının, yalnızca tek bir yüce Tanrı’nın gücü, bilgeliği, ihsanı ve öfkesinin simgesi olduğunun farkındaydı; bu Tanrı öyle kudretliydi ki ismi bilinmiyordu ve insanlar yalnızca özelliklerinin her birine bir benlik kazandırıp bu özelliklere birer tanrı olarak ibadet ettiklerinde asıl yüce Tanrı’yı sınırlı da olsa algılayabiliyordu.
Tüm bunları Ameres ve Mısır dininin en derin gizemlerine vakıf olan birkaç kişi biliyordu. Geri kalan Mısır halkı gerçekten inanarak hayvan başlı tanrılara ve onlar için kutsal olan hayvanlara tapıyordu ama bu hayvanlar konusunda bir fikir birliği yoktu. Krallığın bir vilayetinde ya da bölgesinde timsahlar kutsalken bir diğerinde nefretle bakılıyor, aksine avcısı olarak bilinen firavunfaresi yüceltiliyordu. Birinde keçiye tapılırken bir başka yerde keçiler kesilip yeniyordu; kutsal hayvanların hepsi için durum böyleydi, o vilayete özgü koruyucu ilahi güç olarak hangi tanrılar kabul ediliyorsa ona göre bu hayvanlara ya hürmet gösteriliyor ya da kayıtsız kalınıyordu.
Ameres’e göre, sadece üst düzey rahiplerin vakıf olduğu bu bilgi daha geniş kitlelere yayılmalıydı; bunlara cahil köylü ve işçilerin dahil edilmemesinin şu an için doğru olduğunu da belirterek Mısır’ın bütün eğitimli ve kültürlü sınıflarına ibadet ettikleri tanrıların gerçek dünyasını ve dinlerinin en derin gerçeklerini anlatmak gerektiğini düşünüyordu. Sürecin adım adım işlenmesi gerektiğini, sırra hâkim olanların çevresinin yavaş yavaş genişletilmesinin elzem olduğunu da pekâlâ kabul ediyordu. Fakat önerileri meslektaşları tarafından şaşkınlık ve korkuyla karşılanıyordu. Üst düzey rahipler dışında başkalarının dinin derin gizemlerine vakıf olmasına izin vermenin feci sonuçları beraberinde getireceğini ileri sürüyorlardı.
Her şeyden önce bu, rahipliğe duyulan bütün saygı ve hürmeti derinden sarsar, sahip oldukları otorite ellerinden alınırdı. Tapınaklar terk edilir, şu an tanrılara duydukları sarsılmaz inancı yitiren insanlar çok geçmeden dinlerinden tümüyle vazgeçerlerdi. “Dünya üzerinde Mısırlılar kadar ahlaklı, gözü tok, mutlu ve kolay yönetilebilen başka bir halk yoktur,” diye başlıyordu rahipler, “onların tüm inancını yok edip hepsini bir şüphe ve bilinmezlik denizine sürüklerseniz ne yaparlar? Bunca zamandır rehberleri, öğretmenleri olan ve onların akıllarının almayacağı bir bilgi ve irfana sahip olduğuna inandıkları insanlara artık saygı duymazlar. Bizi onları kandırmakla suçlar, şuursuz bir öfkeyle hem tanrıları hem de rahipleri yok ederler. Böyle bir şeyi düşünmek bile tüyler ürpertici.”
Ameres ikna olmasa da daha fazla diretmemişti. Meslektaşlarının konuyla ilgili ortaya koyduğu görüşlerdeki gerçeklik payının gayet farkındaydı; insanların binlerce yıldır rahiplerin öncülüğünde aslında tanrı olmayan tanrılara taptıklarını öğrenmelerinin ardından muhtemelen dehşet verici sonuçların geleceğini de biliyordu, ayrıca insanların toplu olarak aydınlanmasından doğabilecek kötülüğün bu bilgiden elde edebilecekleri her türlü faydanın önüne geçebileceğini de anlıyordu. Meslektaşlarının da dediği gibi sistem gayet iyi işliyordu, insanların aslında sonsuz bir Tanrı’nın özelliklerini temsil eden hayali varlıklara gerçek ilahi güçler olarak tapmalarının onlara aslen bir zararı olduğu söylenemezdi. Zaten diğer rahiplerin desteği olmadan tek başına hiçbir şey yapamazdı. Yalnızca üst düzey rahipliğin genel onayıyla sırra hâkim olanların çevresi genişletilebilirdi, kendi başına atılacağı herhangi bir girişim gözden düşüp belki de ölümüne yol açmaktan başka bir işe yaramazdı. Bu yüzden sadece en üst düzey rahiplerden oluşan konseye fikirlerini açtıktan sonra Ameres sessizliğini korudu ve kendi halinde yaşamaya devam etti.
Artık aydınlanmış olsa da kurban törenlerine başkanlık edip tanrılara hizmet etmek için tapınakta görev alırken yanlış bir şey yapmadığının farkındaydı. Ameres bu törenlerde hayvan kafalı putlara değil, temsil ettikleri niteliklere ibadet ediyordu. Mihraba adaklarını sunan cahil halka acıyordu ama taptıkları ilahi gücün gerçek olmadığını öğrenmelerinin onlara fayda sağlamaktan çok mutluluklarını paramparça edeceğini düşünüyordu. Karısı ve kızının tapınak törenlerinde rahibelere katılmasına izin veriyordu ve dinin derin gizemleriyle ilgili bilgilerin yayılmasının bu bilgiye erişenlerin hepsini mutlu etmeyeceğini savunanların haklı çıkacağını içten içe biliyordu. Kendisi bile karısı ve kızına tapınaktaki tüm dini hizmetlerin var olmayan tanrılara adandığını, besledikleri kutsal hayvanların hiçbir şekilde diğer hayvanlardan daha kutsal olmadığını, bu hayvanlarda sadece bilinmeyen Tanrı’nın özelliklerinin bir tür gölgesinin bulunduğunu söyleyerek akıllarını karıştırmaktan çekinirdi.
Büyük oğlunun da kendisinin bu kadar düşünüp önemsediği sorunlarla uğraşacak bir kişiliğinin olmadığını görüyordu. Törenleri bilinçli ve düzgün bir şekilde yönetiyordu. Yüksek rahipliğe katılmasının ardından kralın danışmanlarından biri olduğunda saygın bir konuma gelecekti. Sağduyu sahibiydi ama zerre hayal gücü yoktu. Dinin bilinmeyen gizemlerini öğrenmek aklını ufacık