Sonunda üstlerine yağan ok yağmurunun altında bocaladığı görülen Mısırlıların karşısında umutları artan kuşatma altındaki Rebulular, arkalarından gelen borazan sesiyle irkildiler, bu sesi anında birçok farklı noktadan gelen sesler takip etti. Korku dolu çığlıklarla surların arkasına koşturan Rebulular çok sayıda esmer askerin düzenli bir sırada içeri yığılmış olduğunu gördüler ve bir ok yağmuruna tutuldular. Bir anlığına da olsa tereddüt etmeyen Rebulular nasıl olduğunu anlayamadıkları şekilde kalelerine adım atmayı başarmış olan düşmanlarına saldırmak için atıldılar. Fakat Mısırlıların her bir bölüğü dört yüz kişilik güçteki seçilmiş birliklerden oluşuyordu, bunlar da Rebuluların dağınık saldırılarını bir müddet kolayca püskürttü.
Amusis ve diğer Rebulu liderler adamlarını sağlam bir düzene sokmaya çalıştı çünkü ancak bu şekilde Mısırlı birlikleri dağıtma umutları olabilirdi ama etrafta feci bir kargaşa hâkimdi. Bu esnada dışarıda bulunan Mısırlılar içeride yürütülen saldırının yarattığı dikkat dağınıklığından istifade edip surlara çok sayıda merdiven ve iskele yığdılar. Bazıları peşlerinden sürükledikleri merdivenleri surlara dayarken bazıları da kazılan geçitlerden içeri akın etti ve yeterli kalabalığa eriştikleri anda arkadan toprak setlere tırmanıp hâlâ surları koruyan Rebuluların üzerine atladı.
Rebulu erkekler muazzam bir mertlikle savaştı ama gafil avlandıkları bu baskında, arkalarında toplanan çok sayıda Mısırlı destek gücünün surların içinden ve üzerinden sürekli bastırması yüzünden kalelerini kurtarmaları imkânsız hale geldi; bu kargaşa ve karanlığın içinde ise dostu düşmandan ayırt edemez oldular. Birçok tabur ve bölük telaşla birbirine karıştı, liderlerinin ve subaylarının emirleri ise o gürültünün içinde duyulmaz olmuştu.
Mısırlıların tarafında ise her şey dikkatlice planlanmıştı. İçeri girmiş olan ilk bölüklerden biri sessizce surların eteğine doğru ilerlemiş, kale kapılarından birindeki muhafızların üzerine aniden atılana kadar da kimse tarafından fark edilmemişti. Bu kapıyı ele geçirdikleri anda devasa bir ateş yaktılar, kiriş ve kalas taşıyan astsubayların öncülük ettiği muazzam büyüklükte bir Mısır birliği harekete geçti. Arabaların geçtiği yol boyunca karşılaşılan çukurlar, köprüler yardımıyla aşıldı ve Rebulular daha kale kapısını ele geçiren askerleri uzaklaştıramadan Mısırlılar kapıya akın etti. Her geçen dakika yaşanan karmaşa daha da büyüyordu. Sanki ayak bastıkları yerden düşman bitiyormuş gibi geliyordu Rebululara, kaybettikleri topraklarını geri alma ümitleri de kesilince dağılmaya başladılar; bazıları evlerine, bazıları da Mısırlılar artık kentin üç tarafından da bastırdığı için gidebilecekleri tek yön olan şehrin denize bakan tarafına doğru kaçtı. Kumsalda uzanan kayıklar hızla firarilerle dolup kıyıdan ayrıldı, daha sonra kumsala varanlar ise kaçmak için ortada hiçbir kayık kalmadığını gördü. Kimi zırhlarını çıkarıp evlerine giderken kimi de Mısırlılarla yüzleşip savaşarak ölmek için savaş alanına geri döndü.
Çatışma birkaç saat sonra sona erdi çünkü Mısırlılar da karanlıkta şaşkına dönmüştü, birçok tabur gözü dönmüş bir şekilde birbiriyle çarpışıyor, sonradan bu taburların aynı tarafta oldukları anlaşılıyordu. Surlara en yakın yerlerde bulunan çok sayıda ev ateşe verilerek etraf aydınlatıldı ama Mısırlılar aydınlık bölgelerin ötesine geçtiği anda öfkeli Rebuluların saldırısına uğradılar, sonunda borazan sesiyle birliklere gün ağarana kadar ele geçirdikleri yerlerde kalma emri verildi.
Sabah olur olmaz kalabalık bir kadın topluluğunun kent merkezinden geldiği görüldü. Mısırlıların yanına yaklaştıklarında kendilerini yerlere atıp merhamet için ağlaşıp yakardılar. Bir süre bekledikten sonra birkaç Mısırlı subay öne çıkıp bir grup kadına kralın huzuruna çıkmak üzere kendilerini takip etmelerini emretti. Thutmose kale kapısından şehre giren birlikle gelmişti ama bu karmaşanın içinde belki de kendi askerleri tarafından atılan bir okla öldürülebileceğinden kendini riske atmaması için yalvaran subaylarına uyup ovaya çekilmiş, şehrin işgaline katılmak için yeni dönmüştü.
Rebulu kadınlar üst üste ölü bedenlerle kaplı yollardan geçirilerek kralın huzuruna çıkarıldı. Şehri savunanların neredeyse yarısı ölmüştü, Mısırlıların da bir o kadar kayıpları vardı. Kadınlar yüce hükümdarın önünde yüzüstü yere kapaklanıp kendileri, çocukları ve şehrin geride kalan erkekleri için merhamet dilediler.
Thutmose halinden pek memnundu. Ele geçirilemez olarak bilinen bir şehri fethetmiş, atalarını yenilgiye uğratan halkı alt etmiş, kendi şanını ve Mısır ordusunun şöhretini yüceltmişti. Mısırlılar merhametli insanlardı. Dinlerinde insan kurban etmek yoktu, savaşlarda esir aldıkları insanları ise soğukkanlılıkla katlettikleri hiç görülmemişti. İnsan hayatı Mısır’da diğer antik uygarlıklarda olduğundan çok daha büyük bir öneme sahipti ve tüm yasaları merhamet odaklı bir tutum sergilemeye yatkındı.
Kadınların söyledikleri bir tercüman yardımıyla krala iletildi.
“Direniş tamamen bitti mi?” diye sordu kral. “Bütün erkekler silahlarını bıraktı mı?”
Kadınlar feryat figan şehirde bir tane bile silahlı erkek kalmadığını, tüm cephanelerin gece toplatılıp sarayın girişindeki açık alana yığıldığını söylediler.
“O halde ben de hayatlarını bağışlıyorum,” dedi kral cana yakın bir şekilde. “Korkaklarla savaştığımda onlara hiç merhamet göstermem çünkü cesur davranmayan erkeklerin yaşamaya hakkı yoktur ama gerçek erkeklerle savaştığımda onlara gerçek birer erkek gibi davranırım. Rebulular yürekli insanlar ama çakal aslanla ne kadar dövüşebilirse Rebulular da Mısır’ın kudretine o kadar direnebildi. Savaş alanında yiğitçe dövüşüp surlarını yiğitçe korudular, bu sebeple erkek, kadın, çocuk, şehirdeki herkesin canını bağışlıyorum. Kralınız nerede?”
“Dört gün önce savaş alanında öldü,” dedi kadınlar.
“Peki ya kraliçeniz?”
“Dün gece zehir içerek şehrin işgalini görmektense kocasına katılmayı seçti.”
Thutmose şehrin bütün sakinlerinin ovaya çıkarılıp gözetim altında tutulmasını emretti. Bunun üzerine kent baştan aşağı arandı ve değerli her şey toplatıldı. Kral, tapınak törenleri için bir miktar altın tas bıraktı, bir kısmını kendine ayırıp diğerlerini komutanlarına sunduktan sonra geri kalanların birliklere dağıtılmasını emretti. Daha sonra üst sınıftan elli genç erkek, elli genç kız, toplam yüz esirin Mısır’a köle olarak götürülmek üzere seçilmesini emredip Rebuluların gelecekte ödeyecekleri haracı belirledi. Tüm bunlardan sonra ordu şehirden çekildi ve halkın şehre geri dönmesine izin verildi.
Ertesi gün diğer Rebu kentlerinden ulaklar geldi. Ele geçirilemez olduğuna inanılan başkentin bu kadar kısa süren bir kuşatmanın ardından çökmesi herkesi dehşete düşürmüştü, ulaklar da krala sunmak üzere adaklar getirip kendileri için hazırladığı her türlü haracı ödeyeceklerine dair söz verdiler.
Başarısından oldukça memnun kalan ve neredeyse iki yıldır uzak kaldığı Mısır’a bir an önce geri dönmek isteyen kral birçok temsilciye iyi niyetli bir şekilde karşılık verip ülkenin yıllık ödeyeceği haracı çoktan belirlediğini söyledi ve tez vakitte her şehrin büyüklüğüne göre vergi vermesini emretti. Birkaç gün içinde istenen miktar, kısmen parayla kısmen altın taslar, işlemeli kaftanlar ve diğer değerli eşyalarla tamamlanıp getirildi. Vergilerin tamamı ele geçirildiğinde kamp toplandı ve ordu Mısır’a doğru uzun yolculuğuna başladı,