Suphi Bey bu sözleri söylerken sandalcı bir yandan pasaporthaneye doğru kürek çekmekte olduğu gibi Hicabi dahi diğer taraftan Suphi’nin ne kadar bilgili bir adam olduğuna hayran olarak söylediği sözleri dinliyor ve kendi kendisine dahi diyordu ki:
“Kırım Savaşı’na biz de iştirak ettiğimiz hâlde henüz mükemmel bir tarihi yazmaya bile ehemmiyet vermemişiz. Yabancı diller üzerine yazılan tarihleri böyle Suphi kadar ehemmiyet ve itina ile okuyarak düşman donanmasının Odesa’yı yıkmaya kıyamadıklarını özellikle bellemek ve işte böyle yeri geldiği zaman kullanarak kapsamlı bilgisine dinleyenleri hayran etmek dahi herkese nasip olur mu? Doğrusu ya! Suphi ile seyahate çıktığıma pek isabet ettim. Dünyayı şimdi görüp şimdi anlayacağım.”
Sandaldan çıkıp pasaporthaneye vardıktan ve orada malum resmî muameleyi yaptıktan sonra şehre girmeye karar verdiler.
Odesa’nın deniz sahilinden asıl şehre girmek için büyük bir seddi aşmak gerekir. Çünkü asıl şehir tabii bir set üzerine kuruludur. Hâlbuki Odesa şehrinin bir garipliği de bu seddi aşmak için yapılmış olan merdivendir ki gayet geniş ve taştan yapılmış iki yüz basamak üzerine inşa edilmiştir.
İki arkadaş bu merdivenden çıkmaya başladılar. Merdivenin üzerinde tunçtan yapılmış azim bir heykel görününce Hicabi Bey sordu ki:
“Bu heykel kimin resmidir?”
“Duc de Richelieu’nun resmidir!”
“Ben bu Richelieu ismini Fransız tarihinde görmüştüm. Bu adam Fransız’dır.”
“Evet ama bu şehrin kurucusudur.”
Hicabi Bey zaten Avrupa tarihine vâkıf olmuş bulunduğu için Suphi Bey’in hemen sözü geçen heykelin yanından geçerken ayakta hatırlatma yollu söylediği bir iki söz Hicabi için gerekli izahat yerine geçmiş idiyse de okurlarımız arasında tarih bilmeyenler için Suphi’nin bu kısa izahatı yeterli olamayacağından onu bizim Suphi ağzından olmak üzere fakat daha da açık olarak şöyle anlatalım ki:
“Rusya İmparatoriçesi Katerina zamanına gelinceye kadar bu Odesa şehri ‘Hoca Bey’ adıyla küçücük bir Tatar köyünden ibaret olup söz konusu yer hem Dinyeper hem de Dinyester nehirlerinin birleştiği yer bulunmakla bu nehirlerde balıkçılık eden birtakım Kazaklar dahi bu civarlarda kulübeler inşa ederlerdi. Ne vakit ki Rusya Karadeniz’de deniz ticareti için kendisine bir yol açtı, Karadeniz limanlarının en mühiminin şu Hoca Bey mevkisinde olabileceğini takdir ile oraya yeniden bir şehir bina etmeye başladı. Fakat şehrin bu derece süs ve mamurluğuna hizmet eden ancak Duc de Richelieu olmuştur. Çünkü büyük Napolyon Fransa’yı altüst ettiği zaman Fransa kibarından birçokları şuraya buraya kaçtıkları gibi Richelieu da Rusya’ya göç edip bu devlet tarafından Odesa’ya tayin olunmuştu. Şimdi şu suni limanı inşa ettiren Duc de Richelieu olduğu gibi en meşhur binalar da onundur.”
Odesa’ya ulaşan yolcular eğer paralarına güvenirler ise “Bulvar” denilen büyük cadde üzerinde bulunan Londra Oteli ile Petersburg Oteli ve Avrupa Oteli gibi yerlere misafir olabilirler. Lakin bizim iki seyyah böyle zengin Avrupa seyyahlarıyla karşılaştırılamazlardı. Odesa’da Karadeniz kıyıları ile İstanbul’dan ve Akdeniz adalarından gelen tüccarlar için birçok misafirhane daha vardır ki bunlar âdeta bizim Galata ve İstanbul taraflarının hanları ve lokantaları kadar ucuz olup fakat temizlikte de onlardan ileride değildirler. Bu yerler “Perivedosni Bazar” denilen yer ve civarında bulunur. Zaten orası Moldovalıların, Rumların ve Yahudilerin ve diğer bunlar gibi meslek sahiplerinin meskenidir.
Suphi ile Hicabi beyler burada kendilerine bir misafirhane bulduktan ve bir miktar da kuşluk yemeği yedikten sonra şehri gezmeye çıkmak istediler. Yolları tabii olarak bilemeyeceklerinden bir Çingene ile günde yarım rubleye pazarlık ederek onu kendilerine kılavuz tuttular.
Hicabi Efendi kılavuzun böyle bir Çingene olmasına mana vermeyerek demişti ki:
“Arkadaş seyahatte tasarrufa uymakla beraber yalnız kılavuz olacak adamdan para esirgememelidir sanırım. İnsana benzer bir kılavuzumuz olsaydı şehrin görülmeye değer olan yerlerini bize daha güzel gösterirdi. Bu biçare Çingene bize nerelerini gösterebilir?”
“Biz nerelere gitmek istersek oralara bizi götürür.”
“Biz şehrin acemisi olduğumuz hâlde isteyeceğimiz yerlerin neresi olacağını nasıl anlayacağız?”
“Ya Suphi çıldırmış diye hüküm verdikleri zaman ne gibi şeyler ile iştigal ediyordum? Elimde harita olduğu hâlde yatağa girdiğim zamanlar uykuya varıncaya kadar ne düşünmek ile vakit geçiriyordum? Görmediğim seyahatname mi kaldı? Müracaat etmediğim kılavuz mu kaldı?”
“Demek oluyor ki sen bu gezdiğimiz yerleri evvelden gezmiş görmüş kadar biliyorsun.”
“Hemen onun gibi bir şey! Yalnızca görmeyle hiçbir şey anlaşılmaz.”
Gerçekten o gün akşama kadar Suphi Bey Çingene’ye pek güzel kılavuzluk ettirdiği gibi ertesi gün ve daha ertesi gün de Çingene’nin vazifesini yerine getirmesinden Hicabi Bey dahi memnun kaldı.
İki seyyahın üç gün zarfında gezdikleri yerler Odesa’nın görülmeye değer olan tüm yerleri demek olup bunlar ise Richelieu Mekteb-i Ali’si adıyla 1818 senesinde kurulup bugün dahi Avrupa’nın en güzel okulları derecesinde ilerlemiş olan Mekteb-i Ali ile “Bahçıvan Mektebi” denilen dünyanın her tarafından toplanan tohumları Odesa’da yetiştirmeyi tecrübe için dahi gayet güzel bir bahçesi olan diğer bir okul, 25 bin cilt kitabı olan kütüphane, Odesa Limanı kazılırken ortaya çıkan eski eserler ile bir de Mykolaiv ve Stumosil taraflarında bulunan birçok eski eseri içeren müzehane, Doğu Dilleri Okulu, 363 mağazası olan buğday pazarı, birtakım büyük kiliseler ve bira vesaire fabrikaları gibi Odesa’yı süsleyen başlıca yerler idiler.
Büyücek bir şehri böyle üç gün zarfında gezip bitirebilmek mümkün olamayacağı malum olmakla beraber bizim seyyahlar yalnız Odesa’yı görmeye gelmemiş oldukları için kuzeye doğru ilerlemek azminde idiyseler de oralarda mevsim henüz kış sayılacak kadar havalar ters gittiği gibi o zamanlar Rusya’nın içlerinden gelip Odesa’ya ulaşan trenler de henüz hazırlıkları tamamlanmamış bulunmasıyla yolun bir büyük kısmını arabalar ile gitmek mecburi bulunduğundan daha ileride görmeye değer olmayan Balta veyahut Bender gibi bir yerde vakit geçirmekten ise havalar müsaade edinceye kadar daha birkaç günü Odesa’da geçirmeyi iki arkadaş kararlaştırmışlardı.
Özellikle de Odesa’da bir botanik bahçesi, bir bahçıvanlık okulu bulunsun da burasını özel olarak ziyaret etmeksizin geçip gitsin! Hiç bu Suphi Bey için mümkün olur mu?
Dolayısıyla bir gün özel olarak bitkiler okulu ve bahçesine giderek kendilerini, Rusya’yı görmek için İstanbul’dan gelmiş iki meraklı seyyah olarak tanıtıp okul müdürleriyle hocalarına tavsiye ettiler.
Bu başvuru müdürler ve hocaların hayretine yol açar ise şaşılır mı?
İçlerinden birisi demişti ki:
“Efendim! Hayretimize şaşmayınız! İstanbul’dan buraya kimse gelmez değildir. Şehrimizin ilişkide olduğu en büyük merkezlerden birisi de İstanbul’dur, senede limanımıza limanınızdan beş altı yüz parça gemi ve vapur geldiği hâlde buraya İstanbulluların gelmediği iddia edilemez. Şu kadar ki buraya gelen İstanbullular arasında okulumuzu ziyarete gelmiş hiçbir Türk’ün, hiçbir Müslüman’ın ismi defterimizde kayıtlı değildir.”
“Neden?”
“Çünkü