Acayib-i Âlem. Ахмет Мидхат. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6485-10-5
Скачать книгу
şaşarım. Bu meselede beni ikna edebilecek olan laf ebesi bilim adamlarının alınlarına çelenk takarım.’ ”

      “Ah! Cenabıhak bu kadar bönlüğü bana da ihsan buyursa idi de ömrümü diğer hayvanların nail oldukları kayıtsızlık nimeti gibi bir nimet içinde geçirseydim.”

      Suphi’nin bu üzüntüsü insan akıllarının tabiatın hakikatleri karşısında ne kadar aciz olduğu meselesine bir giriş açarak bir insanın şu acayip kâinat ve şaşırtıcı âleme karşılık hakikate kayıtsız bulunmak nimetine mazhar olursa dünyada en mesut adam olacağına ve özellikle bu meselelere dair delilsiz, kanıtsız olarak işittiği sözlere bir kere inanıp da zihni o malumata inanır ve artık hiç de fikir yormaya lüzum görmezse o adamın elbette evvelki kayıtsızdan daha rahat sayılacağına son derece üzüntüyle hükmettiler.

      Kuşluk yemeği için çalınan çan bizim iki arkadaşı kamaraya indirmişti. Sofra halkını yine dün akşamki kimselerden ibaret bularak hele hâl ve şanından yolcu olduğunu anladıkları İngiliz’in kaptanlar ile konuşmasından gerçek yolcu olduğuna artık şüpheleri kalmadı ise de bu İngiliz kendilerine hiçbir hitapta bulunmadığı için onlar da kendisini konuşmaya davet etmeye lüzum görmediler.

      Yemekten sonra yine yukarıya çıktıkları zaman dümencinin yanına gittiler. Dümenci önündeki pusulaya geminin hareketini tatbik için pek büyük bir ihtimamda bulunmakta idi. Hicabi dedi ki:

      “Acaba bu dümenci şu pusulanın ne demek olduğunu bilerek ve anlayarak mı ona bakar?”

      “Ne mümkün! Hatta Christophe Colomb Amerika’yı keşfe çıktığı zaman tamam ekvatorun altına gelip de pusula artık iki kutuptan hangisi tarafından çekileceğini şaşırdığı ve bu yüzden mihveri üzerinde macuncu fırıldağı gibi fırıl fırıl dönmeye başladığı zaman Christophe Colomb bile şu fiziki acayiplikten ürküp umutsuzluğa kapılmıştı. Pek çok sanayicinin birtakım tatbikatın bilimsel meselelerinden haberi bile yoktur.”

      Biraz sessizlikten sonra Hicabi Bey dedi ki:

      “Üzerinde bulunduğumuz yerkürenin diğer gök cisimleri ile olan münasebetini maddeten ve açıkça gösteren şeylerin üçüncüsü de şu pusula üzerinde eseri görülen mıknatıs kuvvetidir. Gelgit olayı ayın ve bitkileri olgunlaştırmak özelliği güneşin bizimle olan münasebetini ispat ettiği gibi mıknatıs iğnesinin Kuzey ve Güney kutbu taraflarından çekimi de yine o münasebeti ispat ediyor.”

      “Fransa’nın çağdaş yazarlarından Louis Figuier’nin ‘Ölümden Sonra’ başlıklı kitabını okusa idiniz bu bahsi nerelere kadar uzatmış olduğunu anlardınız.”

      “Almancaya tercümesi yoktur ki! Bununla beraber mıknatısın özelliklerine dair Almanların pek çok incelemelerini de okudum.”

      “Hayır! Mıknatısın özelliklerine dair değil. Yerküre ile diğer yıldızlar arasındaki münasebeti söylüyorum. Louis Figuier bu münasebeti âdeta bir nevi haberleşme derecesine vardırarak hiçbir din sahibinin inkâr edemediği ahirete o şekilde vücut veriyor.”

      “Ne diyor Allah’ı seversen ne diyor? Bu bahis pek mühim bir bahis olmalı.”

      “Ona şüphe yok. Bahis o kadar mühimdir ki Figuier’nin bu düşünceleri yayılacak olsa da Avrupa bilginleri biraz da şeri ilimlerimizi inceleyecek olsa hatadan hataya düşe düşe nihayet ahiret hakkında bizim kelam ilmimizin verdiği hükmü kabule en fazla layık bulurlardı.”

      “Figuier ne diyor?”

      “Figuier ‘İnsanı yalnız bu dünya üzerinde ot gibi bitip yine bu dünya üzerinde ot gibi mahvoluyor diye düşünmekte bulunan bilginlerin zihninin bu dünyanın dışına çıkmadığına teessüfler edilir. Hâlbuki otlar bile yalnız bu dünya üzerinde bitmiyorlar. Eğer diğer gök cisimlerinden yerden bitme özelliği gelmeyecek olsa bu dünya üzerinde ot bile bitemeyeceğini ispat ile hayvanların ruhlarının diğer gök cisimlerinden gelen can verici güçten besleneceği ilk olarak görülmesi gerekirken ölümden sonra ruhların yine diğer gök cisimleri gibi idrak dairemizin dışında olan öteki dünyalara geri dönmeyeceğine nasıl hükmedebiliriz.’ diyor.”

      “Demek oluyor ki işi yine kapalı bırakıyor.”

      “Bu gibi hakikatleri kesin olarak belirlemek ve hakkında hükme varmak bilimlerin bugünkü derecesi ile mümkün olur mu? Bununla beraber birkaç yüz sayfada söz konusu yazarın verdiği izahatı ve verdiği delilleri burada sana birkaç kelime ile haber vermek imkânsız olur. İnsan o kitabı okursa Louis Figuier’nin ispatına çalıştığı şeyler tamamı tamamına İslami hikmete uygun olmamakla beraber ileride bu incelemelerde devam ettiği hâlde pek çok hakikate yol açabilecek şeyler olduğunu da insan aklı kabul eder.”

      “Gerçekten bu mıknatıs ve elektrik kuvveti, henüz yeni yeni keşfedilen ve incelenen bir şey olup bu konuda incelemeler ileriye götürülecek olursa o kadar hakikatler meydana çıkacaktır ki Cenabıhakk’ın yaratılış kanunundaki sırlar hemen apaçık görülecektir. Buna hiç şüphe etmemelidir. Şu kadar ki böyle orta yerde var olmadığı hâlde eserleri ve büyük tesirleri görülen şeyleri incelemek için bilimsel araçlar dahi azdır. Dolayısıyla bu yolun sonuna varmanın ne kadar zamanda nasip olacağını hükmedemeyiz. Lakin yolun bu kadarı katedildikten sonra insan aklının şu menzilde kalmayı uygun bulmayarak bir zaman gelip de hayatın hakiki mahiyeti gibi şimdi imkânsız derecesinde sayılan şeylerin de kesin olarak belirlenmesi mümkün olabilecektir.”

      “İnsan hayatının ölüm tehlikesinden muhafazasına yol bulunabileceğini aklın gerçekten keser mi?”

      “Cenabıhak bu iktidarı da insanoğluna vermiş ise neden kesmesin? Lakin şimdiki görünüşe bakılırsa bundaki müşkülat imkânsız derecesindedir. Böyle etten, kemikten, sinirden, damardan müteşekkil vücutlar için sonsuzluk nasıl hayal edilebilir? Hayatın olmazsa olmaz bir büyük şartı özellikle kan dolaşımı iken damarlar ve atardamarlar denilen borular işleye işleye iç tarafından birikinti tutarak darlaşıyorlar. Dolaşımı kuvvetinden düşürüyorlar. Dolayısıyla vücut evvelki gibi beslenemiyor. Kalp denilen kanı pompalayan tulumba da işleye işleye kemikleşiyor. Vücuda hizmet eden aletlerin hepsi böyle eskiyor. Dolayısıyla hayatın sırları layıkıyla ve tamamıyla anlaşılacak olsa bile özellikle tamamıyla anlaşılmış bulunan hazım ve kan dolaşımı aletlerinin tamirine imkân tasavvur olunur mu ki hayatın devamını sağlayan diğer azanın da tamiri mümkün olsun! Dolmuş ve eskimiş bulunan atardamar ve damarları vücudumuzdan çıkarıp yerlerine yeni damarlar koymaya insan sanatı yeterli olur mu? Hâlbuki canı çıkmış olan bir adama bir damardan sağlıklı kan vererek tekrar gözlerini açmak mertebesine yaklaşıldığı hâlde o adama katiyen taze hayat verilemiyor.”

      “Gerçekten öyle! Maalesef öyle!”

      “Neden maalesef? Bu hayata muhabbetiniz o kadar büyük müdür?”

      “Büyük olsa da ayıp değil a? Kendim için değil! Fakat olgun bir insanın 40, 50 senelik ömrünü sarf ederek bunca olgunluğa eriştikten sonra ölümün pençesi ile mahvolup gitmesini uygun bulur musun?”

      “Hayhay! Tamamıyla uygun bulurum.”

      “Ya o adamın insani olgunluğundan türdeşleri faydalanmasınlar mı?”

      “Faydalansınlar! Yazı denilen şey ne için icat olunmuştur ya? Hâlâ bugün Aristo’nun felsefi olgunluğundan faydalanmıyor muyuz?”

      “Ya hâlâ bu güzel Aristo hayatta olsa idi daha güzel olmaz mıydı?”

      “Bugün Aristo’nun hayatta olmasının temini için o zamandan beri ana rahminden doğan insanların dahi hayatta olmalarına ihtimal vermek gerekir. Bu ise yerküre üzerinde ayak basacak yer bulunamayacak kadar insan çoğalmasını gerektirirdi. Hâlâ şimdi bile Avrupa gibi tabiat bilgisinin