“Etme Allah’ı seversen! Zaten ben onları seninle iknaya çalışırken şimdi işi sen bozma!”
“Benimle iknaya mı çalışıyorsun? Ne diyorsun?”
“Yalnız seyahat etmeyip beraber seyahat edeceğimizden ve senin fazilet ve irfanından bahisle bu seyahatin herhâlde benim, eğitim ve görgü bakımından mükemmelleşmemi temin edeceğini söylüyorum.”
“Güzel ama geçen gün hanım kardeşin dikçe bir sesle seninle bahsederken benim âdeta deli olduğumu söylediğini ben burada işitmiştim. Ben şimdi işin olmayacağını görüyorum. Bu yüzden bari seni bu seyahat deliliğinden ben vazgeçirmiş olayım da o münasebetle onların nazarında deli olmadığımı da ispat etmiş olayım.”
“Hiçbir şey hakkında kendi fikirleri olmayan o biçareleri bundan dolayı ayıplama! Kadın bu! Özellikle Osmanlı kadınları! Avrupa kadınları olsalar kocaları ile beraber seyahate çıkarlardı. Fakat bizim kadınlar buradan Boğaziçi’ne misafirliğe gidecek olsalar evin yarı eşyasını bohçalara doldurup beraber götürürler. Dolayısıyla ben onları ikna ederim. Sen keyfine, rahatına bak da bana müsaade ver ki ben de onlar ile uğraşayım!”
Misafirin istirahat sebeplerini tamamladıktan sonra Hicabi Bey tekrar hareme girdi. O gece dahi seyir ve seyahate olan hevesinden ve bu seyahatle edeceği istifade ve alacağı lezzetten uzun uzun konuştu ise de bunların hiçbirisi aile halkının kulağına girmedi. İnsan için zevk ve sefa çoluğuyla çocuğuyla, tam bir refah ve rahatla yaşamakla olacağı için öyle uzak memleketlerde hastalık ve sağlık ihtimallerine karşılık seyahate kalkışmak deliliğin ta kendisi sayılacağından ibaret cevaplar alıyordu.
Bu gecelik de Hicabi Bey, daha fazla işi üstelemeyip odasına çekildi. Ertesi gün bütün aile halkını odasına çağırarak dedi ki:
“Ölmek, yaşamak insanoğlu için değil midir? Birtakım adamlar vardır ki benim kadar da yaşamayıp genç hâlinde vefat etmişlerdir. Şimdi siz dahi diyebilirsiniz ki ben de yarından itibaren vefat edeceğim. İşte sizi bugün vasiyet için çağırıyorum. Beni vefat etmiş sayacaksınız. Cenabıhak afiyet verir de gelirsem yine kavuşuruz. Evet! Sizi mirasımdan mahrum etmek de istemem. Kendisi sağ iken malını çarçur edip de vefatından sonra çoluğunu çocuğunu sürüm sürüm süründüren adamlardan ben nefret ederim. Fakat herkes malının üçte birine kendi başına sahiptir. Malının üçte birini mirasçılarından alarak hayrata, hayır işlerine canı, keyfi neresini isterse oraya harcar. Ben de malımın üçte birini istediğim yere harcayacağım. Hatta alacağım para malımın üçte biri değil çeyreği bile olmaz. Dolayısıyla ben başımı alıp dünyayı görmeye gideceğim. İşte bu kararım, bu sözüm kesindir. Eğer bundan beni caydırmakta ısrar edecek olursanız sonra daha fena bir şey yaparım da siz de ettiğiniz ısrardan pişman olursunuz.”
Hicabi Efendi’nin bu defa ailesi halkına söylediği söz, faydası pek kesin bir söz idi. Hele seyahatine rıza gösterilmeyecek olursa aile için daha büyük bir faciayı yapmaya kadar varacağını öyle bir ciddi şekilde söylemişti ki sonradan kız kardeşi, karısı ve biraderi bir araya toplanıp da kendi kendilerine konuştukları zaman biraderi, “Bırakınız efendim bırakınız! Ağabeyimdeki hâl deliliğe yakın bir aşk eseridir. Menedecek, üstüne varacak olursanız daha fena etmiş olursunuz.” dediği zaman kadınların ikisi de son derece üzüntü ve umutsuzluk ile çocuğu tasdik etmişlerdi.
Aradan bir gün geçti. Meseleye dair hiçbir söz olmamıştı. Ondan sonra yine bir akşamüzeri aile halkı toplanarak müzakere ettiklerinde Hicabi’nin küçük biraderi dedi ki:
“Birader arzunuzun gerçekleşmesine aile halkının katiyen engel olduğu düşüncesiyle kendinizi üzmeyiniz. Meyus olmayınız. Hepimizin hakkınızdaki özel sevgimiz gereğince elbette ayrılığı gönlümüz istemez. Lakin sizin içinizi rahatlatacak bir hevesin gerçekleşmesini elbette arzu ederiz.”
Burada Hicabi kardeşinin sözünü keserek dedi ki:
“Ha şöyle! Bak böyle akıllıca düşünceye ne diyeyim?”
“Gidiniz kardeşim. Geziniz. Âlemi görünüz. Lakin böyle bir seyahati ölüme benzeterek malınızın üçte birine kendi başına sahiplikten falandan söz etmeye ne gerek var? Biz de sizin mal da sizin. Ne kadar para lazım ise alınız. Sizden bir ricamız varsa o da evinizi barkınızı gözden uzak ve gönülden ayrı etmeyerek Cenabıhak afiyet ihsan ederse esenlikle ve sağlıkla memleketinize, evinize dönmeyi kalbinizde tutarak gidiniz. Öyle değil mi?”
Çocuğun yalnız bu son soruyu sormuş olduğu kız kardeşi değil Hicabi’nin karısı bulunan yengesi dahi hâlleriyle, tavırlarıyla bu sözleri teyit ettiler.
Artık Hicabi’nin memnuniyetine nihayet mi olur? Eğer o akşam Suphi Bey orada bulunsa idi koşup sevincinden boynuna sarılacağı şüphesizdi.
Artık seyahate ailesi tarafından gösterilen rıza üzerine Hicabi Bey seyir ve seyahatin lezzetinden, zevkinden bahisle o kadar izahlara ve mukayeselere girişti ki her ne kadar kadınlar bu muhakemelere ehemmiyet vermiyorlar idiyse de kardeşi bu izahları son derece ehemmiyetle karşılayarak o bile kalbinde seyahat için âdeta hevesler bulmaya başladı.
Bu gecenin ertesi Hicabi Bey kardeşi ile bir odaya çekilip konuyu konuşmaya başladılar. Zaten ev işleri bir zamandan beri biraderinin üzerine bırakılmış bulunduğundan ve seyahat için gereken parayı vermek dahi aile halkınca karar altına alındığından küçük kardeşi dedi ki:
“Size seyahat için ne kadar para lazım?”
“Bunun miktarı belli değildir. Suphi Bey’in eline bin altı yüz lira geçmiş. Hepsini harcayabilecek mi harcayamayacak mı henüz kesin değil. Parayı Osmanlı Bankasına yatırıp kendisi Avrupa’da nerelerde bulunur ise göreceği lüzum üzerine oralara havalenameleri isteyecek.”
“Tamam! Biz dahi sizin isteyeceğiniz havalenameleri istediğiniz yere ulaştırmada Osmanlı Bankasından geri kalmayız. Şimdiki hâlde ise çekmecemizde beş altı yüz lira var ki hiçbir taraf için lüzumu olmadığından onlarla ilk ihtiyaçlarınızı görebilirsiniz.”
“Teşekkür ederim kardeşim. Doğrusu ya şu akılsız kadınları rıza göstermeye teşvik etmenizden dolayı âdeta minnettarınızım.”
Kendisinin olmadığı süre boyunca ev işlerini son derece dikkatle görmesi için kardeşine gerekli öğütleri verdi. Hatta sağ ve salim döndüğü zaman kendisini parlak bir düğün ile evlendirmek vaadini dahi vererek, bu vaat her ne kadar biraderini mahcup etti ise de iki kardeş kucaklaşıp öpüşmek suretiyle birbirinin fikir ve arzusunu tasdik etmiş oldular.”
Henüz küçük biradere tahvil edilmemiş bulunan bazı hesaplar, evrak ve senetleri de Hicabi Bey kardeşine teslim etti ve bundan sonra evinin tek müdürü ve kumandanı biraderi oldu ve kendisi şu mutlu kararı bildirmek için hemen sabah vapurlarından birine binerek Suphi Bey’in evine gitti.
Suphi ile buluşmasında tavrı o kadar güleç idi ki daha kendisi bir harf söylemeksizin Suphi işin aslını anlayarak “Korkarım aileyi seyahate razı ettin?” dedi.
“Ona şüphe mi var? Bu sakaldan sonra da başına buyruk olmazsam ne zaman başına buyruk olacağım.”
Yolculuk masrafı olmak üzere kardeşi ile verdiği kararı Suphi’ye anlattığı zaman Suphi demişti ki:
“Canım bu kadar paraya ne ihtiyaç var? Ben bütün seyahat kitaplarını ve seyyah kılavuzlarını gözden geçirdim ve geçiriyorum. Seyahat masrafını ikamet masrafından pek de yüksek sanmayınız. Ama ikamet diyorsam bir şehirde esnafın ve diğer iş sahiplerinin ikameti anlaşılmamalıdır. Rahatça ömür sürenlerin ikameti anlaşılmalıdır. Bugün İstanbul’umuzda