Tecrübe edilmiştir ki insanın bir dili öğrenmesi için mutlaka ahalinin konuşmalarına kulağına alıştırması gerekir. Bir dil yalnız kitaplardan öğrenilir ise o dille konuşmaya dahi alışmak başkaca bir güçlük olduktan başka, o dilin sahipleri konuştukları zaman kendilerine mahsus olan bir şive, bir telaffuz yüzünden, söz konusu dili kitaplardan öğrenmiş olan adam onu anlayabilmekte aciz kalır. Buna karşılık meydana gelir ki bazı adamlar bir dili hiç okumadıkları hâlde sadece söz konusu dille konuşan ahalinin içinde bulunarak muhataplarını işite işite âdeta kendisi de tek tük şeyleri anlamaya başlar.
Suphi ve Hicabi beylerin Odesa’ya varışları on beş günü geçerek bir cumartesi akşamı bulvar üzerinde gezerlerken artık pazartesi günü Odesa’yı terk etmeyi konuşuyorlardı.
Bulvar denilen yer bundan evvel sözü geçmiş olan büyük setin üzeri olup oradan limana ve liman dışında denizin yüzeyine doğru uzayan manzara pek güzel olduğundan Odesa ahalisi genellikle burada gezindikleri gibi özellikle cumartesi akşamı şehirde ne kadar Yahudi varsa hepsi bayramlık elbiselerini giydikleri hâlde buraya gelip akşamüzeri büyük bir panayır şeklinde dolaşırlar.
Evvelce yapmış oldukları soruşturmaya göre, Odesa’dan Balta kasabasına kadar tren işlemekte olup ondan öteye Serpuhov kasabasına kadar arabalar ile gidilmek ve bundan sonra Moskova’ya değin yine trene binmek gerekirdi. Çünkü Balta ile Serpuhov arasında bugün işlemekte bulunan demir yolu o zamanlar henüz tamamlanmış olmayıp yapılıyordu.
Hicabi Efendi bu trenin dahi bitmiş olduğu bir zamana tesadüf edemediklerinden dolayı üzüntüsünü beyan edince Suphi dedi ki:
“Keşke hiç tren bulunmasa idi de hep karadan gitse idik daha fazla istifade ederdik.”
“Evet! Hatta yaya olarak gitse idik daha fazla istifade edeceğinizi ve daha fazla memnun olacağınızı bilirim. Ancak henüz mart içinde bulunduğumuzdan sizi memnun edecek olan bitkiler de henüz toprak altındadırlar.”
“Yalnız bitkileri görecek değiliz ya? Burada ne acayip adamlar göreceğiz ki onların yaşam biçimleri bize hep yeni şeyler olmak üzere görünürler. Tren bizi rüzgâr gibi bir süratle Moskova’ya götürür ise bunları görmekten mahrum kalacağımız aşikârdır.”
“Moskova’ya gitmekten ise doğru Petersburg’a gitsek daha iyi olmaz mı?”
“Rusya’ya gelip de Moskova’yı görmemek Osmanlı memleketine gelip de Bursa’yı görmemeye benzer. Moskova, Rusların eki başkentleri olduğu gibi kendilerine Moskof ismi bile bu şehirden gelir. Veyahut kendi milliyetlerinin ismini bu şehre vermişlerdir. Petersburg ise ona nispetle yenidir.”
“Asıl maksadımız kuzey memleketlerine yaklaşmak olduğu için bir an evvel gidelim diyorum.”
“Asıl maksadımız mümkün olduğu kadar her tarafı görmek değil mi ya? Zaten kuzeye doğru fazlaca yaklaşmanın henüz mevsimi de değildir. Bugün mart ortaları olup her ne kadar İstanbul’da bahar kokuları burunlara keyif verir ise de burada henüz kış kokuları insanın burnunu sızlatıyor. Güneşin doğuşundaki aykırılık hesabınca güneşin doğuşunun kuzeye doğru yaklaşmasından daha fazla bir süratle biz kuzeye yaklaşacak olursak bu sene bahar mevsimini ancak mayıs sonlarında kuzey taraflarında rast getirebiliriz. Dolayısıyla biraz vakit geçirmeye mecburuz. O vaktin bir kısmını da Moskova’da geçirir isek Odesa’da geçirdiğimiz vakit gibi bu da beyhude yere geçmiş olmaz.”
“Sen bilirsin arkadaş!”
Ertesi gün bizim arkadaşlar yol tedariklerini görmekle iştigal ettiler. Zaten o tedarikin uzun bir şey olmayacağı malumdur. Hicabi Efendi Odesa’dan İstanbul’a bir mektup göndermeye lüzum görerek mektubunu aşağıda olduğu gibi yazdı:
İki Gözüm Kız Kardeşim Efendim!
İstanbul’dan hareketle iki geceyi denizde geçirdikten sonra üçüncü günü sabahleyin kendimizi Odesa’da bulduk. Hamdolsun yolda hiçbir sıkıntı çekmedik. Karadeniz’in her zaman fırtınalı olduğuna dair İstanbul’da herkesi korkutan söylenti meğer yalanmış.
Burasını nereye benzeteyim ki daha güzel anlayasınız! Büyük Dere’ye benzetemem. Çünkü şehir yüksek bir set üzerinde ve bir yamaçtadır. Beyoğlu’na daha fazla benzeyebilirse de Odesa’nın sahili Beyoğlu’nun sahili olan Galata gibi de değildir. Bu memleket yolları gayet geniş ve doğru, binaları gayet yüksek ve güzel bir mamur şehirdir. İnsan buraya geldiği zaman kendisini pek de İstanbul’dan uzaklaşmış saymaz. Çünkü İstanbul’da nasıl halk görülmekte ise burada da buna benzer bir halk vardır. Hatta hamallık ve amelelik için gelmiş birçok Laz ve Türk dahi bulunur. Tatarlar memleketin Müslüman ahalisini teşkil ederler. Ondan sonra Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Frenkler hep İstanbul’da gördüğümüz gibidirler.
Evet beş gündür bu şehirde oturmaktayız. İnşallah yarın buradan hareketle Moskova’ya gitmeye karar verdik. Karım hanımefendiye, çocuklarıma ve biraderim efendiye mahsus selam ederim. Arkadaşım Suphi Bey biraderimiz de mahsus ellerinizden öpüp birader efendiye de samimi sevgilerini gönderiyor. Kendisi yalnız İstanbul’da evimizde iken sohbetine doyulmaz bir dost olmakla kalmayıp yolculuk esnasında dahi arkadaşlığı dünyaya değer bir vefalı yoldaş olmakla doğrusu pek ziyade memnunu ve müteşekkiriyim. Hepinizi Cenabıhakk’a emanet ederim. Hakkımızda hayır duanızı dahi istirham ederim efendim.
Yine bu pazar günü bizim seyyah arkadaşlar, bitkiler bahçe ve okulunu ziyarete, müdür ve öğretmenleriyle vedalaşmaya gittiler. Çünkü Odesa şehrinde en çok dostluk kurdukları adamlar bunlardı. Müdürler ve öğretmenlerden bazıları pazar olmak münasebetiyle şehri dolaşmaya gitmişler ise de birtakımı da bu tatil gününde bahçeyi ziyarete gelecek olan ahaliyi güzelce karşılamak için okulda kaldıklarından Osmanlı seyyahlarını evvelki defalardan fazla hürmetle kabul ettiler. Hele veda merasimi hakikaten canıgönülden dost olanların ayrılıkları şeklinde gerçekleşti.
Hâlbuki veda merasimi bu şekilde dahi kesin olarak gerçekleştirilip bitmemişti. Ertesi gün seyyah arkadaşlar Balta trenine binerlerken okul tarafından bir zat istasyona gelerek yine okul namına bir daha dostluk ve muhabbetini sunarak vedalaşmış ve uğurlamış, Suphi ile Hicabi beyleri bir daha teşekküre mecbur etmiştir.
Dördüncü Kısım
Moskova’ya
Odesa’dan Balta’ya kadar tahminen yüz otuz mil kadar mesafe olup yolda Dinyester Nehri üzerinde Tiraspol kasabası var ise de topu topu altı bin nüfuslu bir kasaba olup görmeye değer bir yeri bulunmadığı için Suphi Bey ile Hicabi Efendi doğruca Balta’ya kadar tren ile gitmeyi ve Tiraspol kasabasında durmamayı kararlaştırmışlardı.
Sabahleyin Odesa’dan kalkan tren katarı akşamüzeri Balta kasabasına ulaştı. Bu kasaba, Podolya sancağının merkezi olarak Kadin-ya isminde bir küçük nehir üzerine inşa edilmiş ve on beş bin kadar nüfusu olan pek güzel bir kasabadır.
Tren oraya geldiği zaman istasyonda bir kalabalık göründü ki içinde birçok askerî zabit de vardı.
Vagondan çıkan bizim iki seyyahın başlarında Tatar kalpağı olduğundan nazarıdikkati çekiyor değil idiyseler de şu kalabalığın ne olduğunu anlamak için bir arabacıya müracaat ettikleri zaman arabacı bunların Osmanlı olduklarını şivelerinden anladı. Dedi ki:
“Galiba siz misafir olmalısınız. Osmanlı’ya benziyorsunuz.”
“Evet! Osmanlı’yız. Moskova’ya gidiyoruz.”
“Öyle ise bu Nikolayev yolunu neden tercih ettiniz? Çünkü bundan sonra gideceğiniz yer Nikolayev’dir. Hâlbuki Odesa’dan her gün vapurlar