O gün seyahat hakkında kahvaltı zamanına kadar uzayıp giden sözde bizim için gereksiz bilgi sayılmaya değer olacak diğer muhakemelere ve izahlara girişilmedi. İki arkadaş kahvaltılarını da ederek karınlarını doyurduktan sonra hep seyahatin faydasından, güzelliğinden bahsede bahsede ikisi beraber Beyoğlu’na kadar geldiler. Ve Club Commercial’a varıp sözü geçen İngiliz ile Mısırlıyı buldular.
İngiliz tabiatçılardan olup zaten İstanbul’a gelişi tabiat tarihine dair birtakım incelemeler için olduğundan, bu incelemeleri hazır edilmiş ve numuneleri dahi tertip olunmuş bulduğundan ne kadar memnun idiyse Mısırlı beyefendi dahi Suphi Bey gibi bir uzman zat tarafından seçilmiş ve tertip edilmiş bulunan bir kütüphaneye sahip olmak için talep edilen parayı az bile görmekte idi. Çünkü Amerika savaşı hasebiyle bütün Avrupa fabrikalarının muhtaç oldukları pamukları Mısır’dan satın almak suretiyle Mısır’a yağdırmış oldukları liralar Mısır’ın adi fellahlarını bile bir lirayı bir bakır kuruş sayacak derecelerde zenginleştirmiş olduğundan Mısırlı beyefendi en adi şeyler için bile avuç doluları altın sarf ettiği hâlde umurunda bile olmazdı.
O gün iki müşteri satın alacakları malları birer kere daha gözden geçirip son kararı vermek için Suphi ve Hicabi beyler ile beraber vapura binerek … köyüne gittiler. Bir müşteri mal almak hususunda İngiliz ve Mısırlı kadar hırslı olur ve bir satıcı da satmakta Suphi kadar mecbur ve aceleci bulunur ise alışverişin pek kolaylıkla yapılması tabiidir. Dolayısıyla bunlar hemen o gün satış akdine karar vererek İngiliz hemen koynundan çıkardığı bir cüzdandan bir yaprak koparıp üzerine Osmanlı Bankasına hitaben bir çek yazdı. Ve Mısırlı da ödeme hızında İngiliz’den aşağı kalmamak için cebinden diğer bir cüzdan çıkarıp kütüphane için belirlenen altı yüz lirayı tamamen banka kaymesi olarak ödedi.
Bu alışverişin yapılmasından sonra yine dördü birden vapura binerek Köprü’ye çıktılar. Hicabi’nin evine gelmek için müşterilerden ayrıldıktan sonra bir arabaya binen iki arkadaştan Suphi Bey, Hicabi’ye dedi ki:
“İşte para arkadaş! Hani ya seyahat için sen de heveslenmiş görünüyordun. Bu sözün gerçek ise işte para!”
“İş paraya kalınca Allah kerim. Zaten ben sana masraf bakımından yük olmayı kabul etmem.”
“Neden? Aramızda teklif tekellüf mü var?”
“Hayır! Param olmayacak olsa teklif tekellüf olmamasından belki istifade edebilirdim.”
“Ama bu para bizi iki seneden fazla seyahat etmek için idare eder.”
“Dört sene müddet seyahat edecek kadar paramız olsa fena mı olur? Bahis para bahsi değil diyorum.”
“Ya ne bahsi?”
“Aile halkının rızasını alabilmek para bahsinden daha müşküldür.”
“Ha bak bende aile falan olmadığı için ben o müşkülatı hiç ölçüp biçemem. Demek oluyor ki ailenden ayrılmayı pek de gönlün istemiyor.”
“Gönlüm istemiyor da değil.”
“O değil, bu değil. Ya nedir efendim? Hevesin bir kuru hevesten ibaret ise bari ondan bahsetme de insanı kendi hevesi veçhile edeceği hayallerden de menetme.”
“Hevesim pek kuvvetli bir hevestir. Resulullah’ın sayesinde senin paran kadar bir parayı benim bu yolda harcamaya gücüm vardır. Ancak ailemin güzelce rızası ve oluruyla yola çıkarsam daha fazla rahat ve kalp huzuruyla seyahat etmiş olacağım. Birader! Böyle uzun uzadıya seyahatlere çıkıldığı zaman gidip de gelmemek ve gelip de bulmamak var. Onun için insan her vazifesini yerine getirerek çıkmalı!”
“Amma uzun düşünce ha! Gidip de gelmemek olursa toprağımız Kuzey Kutbu’ndan alınmış deyiveririz. Gelip de bulmayacak olursak hasret kıyamete kaldı diye teselli buluruz. Bazı kere o kadar filozof görünürsün ki ben de şaşarım. Bazı kere…”
“Bencesi yine böyledir. Fakat ev halkıncası böyle değildir. Sen işi bana bırak. Sana ne lazım? Ne kadar olsa sen daha birkaç güne kadar yola çıkamazsın değil mi?”
“Öyle ya? Yol tedariki olarak bazı şeyler alacağım. Gerçi asıl soğuk memleketler için gereken seyahat ihtiyaçlarını Petersburg’dan tedarik edecek isek de buradan alınacak birtakım şeyler de vardır. Herhâlde bir hafta on gün kadar daha buradayım.”
“Tamam! Ben de o zamana kadar buradaki işleri görür bitiririm.”
İki arkadaş Hicabi Bey’in evine geldiler. O gece yemekte ve yemekten sonra hep seyahate dair söz edileceği malumdur. Bu akşam Hicabi Bey Suphi’yi yatak odasında yalnız bırakarak kendisi harem tarafında yattı ve zihnî meşguliyeti bir yandan uykusunu reddetmekle beraber diğer taraftan dün geceden beri devam eden uykusuzluk kendi hükmünü dahi yürüterek bir hayli zaman Hicabi’yi hemen gözleri kapalı bir hâlde bulundurdu ise de Hicabi yine geç vakte kadar uyuyamayıp pek muzdarip bir hâlde vakit geçirdi.
Ancak bu gece ailesi halkına seyahatten falandan asla bahis açmadı. Hicabi Bey bu bahsi ertesi sabah açtı. Hem de seyahatin faydasından, ehemmiyetinden bahsederek güzel bir başlangıç ile söze girişti. Özetle demişti ki: “Dünyayı görmeyen bir adam hiçbir şey görmemiş demektir. Çünkü bu âlemde bizce maddeten bir varlık varsa o da dünya ve içindekilerden ibarettir. Hâlbuki biz İstanbul’da doğup İstanbul’da büyümekle dünyayı görmüş sayılamayız. Bu yüzden birkaç ay müddet için Suphi Beyefendi ile seyahat azmine düştüm.”
Güzel muhakeme, güzel arzu, güzel niyet ama aile halkı için bu giriş sözlerini kabul etmek ihtimali var mı ki hatta neticeyi dahi kabul etmek mümkün olsun?
Zaten aile halkının en büyük düşman tanıdığı bir adam varsa o da Suphi Bey’di. Herkes, “Suphi Bey denilen deli ile düşüp kalkmayı artırıncaya kadar bizim beyefendi evini barkını sever, pek iyi bir adamdı. Onunla düşüp kalkmayı ve ahbaplığı arttıralıdan beri bozuldu. Hele şimdilerde büsbütün divane oldu!” diye Suphi’yi elinden gelse bir kaşık su içinde boğmak isterdi.
Hele seyahat denilen şey hakkında Hicabi Efendi ailesinin malumatı o kadar azdı ki “Biraz da seyyah olarak ömür süreyim.” sözü Hicabi Efendi’nin ağzından çıktığı zaman “A! Üstüme iyilik sağlık! Elde keşkül hu bereket Allah diye dilenmek size mi kalmış?” dediler ki bu hâlde seyyah sözünden Buharalı dervişleri anladıkları anlaşılınca Hicabi Efendi anlayışları bundan ibaret olan kadınların âdeta hâllerine acıdı.
O gün Suphi Bey Osmanlı Bankasına havale olunan parayı almak için bankaya giderek Hicabi Bey evinde kalmış ve ta akşama kadar kadınlar ile bahiste devam etmiş ise de küçük çocuklara ve hizmetkârlara varıncaya kadar hepsi bir aralık beyin delirdiğine inandıktan sonra nihayet aklını henüz bozmadığını görüp içleri rahatlayarak fakat bu seyahat arzu ve hevesinden dolayı biçareyi alaya almaya karar vermişlerdi.
Akşam Suphi geldi. Paraları almış olduğundan koruması için hepsini Hicabi Bey’e verdi. Dedi ki:
“Bu parayı aldığıma hata ettim. Zira bu kadar para yanımızda olduğu hâlde seyahat edemeyiz. Bu yüzden lüzumu kadar paranın bize Petersburg’da banka tarafından teslim olunması ve kalanı için de dünyanın hangi taraflarından telgraf çekersek hemen poliçelerinin gönderilmesi hususunda gerek bunları gerek Mısırlıdan aldığımız paraları tamamen bankaya teslim etmeliydik. Lakin seyahatimiz için gereken planı henüz yapmadığımdan