Burada didişmeye devam
Sokaklar ve betondan binaların giriş kapıları
Önlerinde direkler sanki saatin tiktakları
Vakit gibi ölmekteler
Arkada kaldı zaman
Belki çıkacak ana caddeye
Elbet bu sokaklar
Kentin ana caddesi
Anlamadan sokakların sevdâsını
Kendisine uzanan
Kentler arası bir otobana saracak
Sert, asfalt kollarını
Artık, ne yanda kaldırımlar olacak
Ne binaların giriş kapıları
Ne de perde aralarından süzülen
Mutluluk ışıkları
Yalnız kilometrelerin şarkıları kalacak
Bu tablo, bu bitmemiş tablo
Belki bir gün… diyecek hep
Umut mabedinde diz çökecek
Bilmediği dûalardan okuyacak
Zaman ve mekân saracak onu
Kıstıracak, sıkacak
Bir çerçeve ve köşebentleri gibi
Dört yanından
Çiviler arkadan çakılacak
Üzerine çerçevelerin
Ve tuval gergin
Ve şehvet şarabını içmiş boyalar
Kusmaya hazırdırlar palette
Ressam günahın portresini tasarlıyor
Uzun parmaklarında tuttuğu
Uzun fırçalar
Bütün kıllarıyla hazır, beklemekteler
Ve yolcu gecenin karanlığında
Düşüyor bir inşaat çukuruna
Ölüm bu kadar basit işte
Ne kaldı sanki göğün karanlığından
Selam
Cenaze merasiminde taşınsın o da
Bir tabut içinde
Yolcunun tabutunun ardından
Beraber gömülsünler toprağa beraber
Unutmayın sâdece bir oyundur bu
Zira öteler hâlâ selâm göndermekteler
Yolcunun ise mezarında
O ilk gömme törenlerinden kalan
Çiçekler kuru
Ve yerin çocukları her gün
Yatıp kalkıp, dönüp durup, gidip gelip
Bu bilinen oyunu biteviye
Sahnelemekteler
ÖMÜR 23
Rûyâ gibi bir ömrü fâşetmekten yoruldum
Hep bir başka hayâtı gözetmekten yoruldum
Heybetli doruklarda seken ceylan gibiydim
Hiç yormadı dağlar beni düzdeyken yoruldum
Kuşlar gibi uçtum da bir çaydan geçemedim
Hazrolda yorulmadım rahattayken yoruldum
Zindanlara düştüm de hiç şikâyet etmedim
Devletlûye pazarlıklı temennâdan yoruldum
İkbâl ile istikbâle dâir perîşânım
Hüsran yine ensemde düşünmekten yoruldum
Dâvâ adamından ne dolaplar döndüğünü
Gördüm de o dâvâda sadâkatten yoruldum
Lütfî seni bilmez uğruna yandığın dostlar
Sen neyle yanarsın sual etmekten yoruldum
YOLDA 24
Bir noktaya basmam yürümekteyken bir yolda
Kim söyledi aşkın dili giryân olur yolda
Şol dünyayı alsam tutuversem şol elimde
Kanmış ruhumun postunu sermek düşü yolda
Hicranla yanan ben, sana râm olmuş olan ben
Bir tek bakışın kâfi gelir gör beni yolda
Yollar ne tuzaklar taşıyor, hicranlar bir de
Azmetmeli, sabretmeli berk kalmaya yolda
Ben belki bu girdâbı bilmekteydim ezelden
Israr ile en doğru bulunsun doğru yolda
SİNEK MEDENİYETİNE DAİR
Uzun yaz akşamlarında sahipsiz yokluğumuz
Gölgesiz yürüyüşümüz bir hayale doğrudur
Bu kentin varoşlarında sayısız çokluğumuz
Musikisiz ve şiirsiz bir dudağa mültesem
Nice ilhamlar edindik, nice çileler çektik
Sinek medeniyetine ait ve ona dair
Hantal, çorak topraklara nice tohumlar ektik
Kin ektik, şehitler biçtik melekûta müsellem
HASTA YÜZYIL YORGUN KERVAN 25
Şafak vakti çalan çanlar
Yeryüzü bir kervansaray
Sergüzeşt serseri çağlar
Suya düşen kimsesiz ay
Sesin kalbimde çınlar
Âsumanı sarar bir yay
Sesin insan sesi midir
Soyunsun kılıçlar kından
Nefesin ibrahim midir
Ardımızdan gelen rüzgâr
Sürükler bizi çöllere
Çekilecek çileler var
Çöledir yolumuz çöle
Arayışla bulunur yâr
Damlalar biriksin göle
Kum tanesi gibi yanar
Göğsümden süzülen kervan
Bir iz arar, bir iz anar
Hasta yüzyıl yorgun kervan
Vahalarla taşsa da çöl
Hasta yüzyıl yorgun kervan
GECEYE TÜRKÜ
Kendi elimizle gömdük geceyi
Gömdük ömrümüzü ellerimizle
Düğmeye basınca söndü lambalar
Düştük erte günün aydınlığına
Başka bir gün artık bu birden gelen
Durdu