Kral aynı gün kasaplara gidip “Bugün kimseye et sattınız mı?” diye sormuş. “Satmadık,” demişler.
Kral etleri tarttığında on kilo eksik olduğunu görmüş. Yeniden zindandaki ihtiyar hırsıza gitmiş. “Adam on kilo et çalmış, kimse de onu görmemiş,” demiş.
“Ben size bu hırsızın çok kurnaz olduğunu söylememiş miydim?”
“Peki ben ne yapacağım ihtiyar hırsız?”
“Ne mi yapacaksınız? Hemen bir duyuru yapın ve tüm paranızı ona vereceğinizi, hatta sizin yerinize kral olacağını söyleyin. Kim olduğunu söylesin yeter deyin.”
Kral hemen gidip tıpkı ihtiyar hırsızın dediği gibi bir duyuru hazırlamış. Kapının hemen dışına asmış. Hırsız gelip de duyuruyu okuyunca nasıl davranması gerektiğini düşünmüş. En sonunda kralın karşısına çıkmış ve “Kralım, hırsız benim,” demiş.
“Sen misin?”
“Evet.”
Kral, “Eğer hırsız gerçekten sensen, sana inanmamın tek bir yolu var. Şu gelen köylüyü görüyor musun? Adamın elindeki öküzü fark ettirmeden çalacaksın,” demiş.
Hırsız, “Çalacağım majesteleri, izleyin beni,” demiş. Sonra köylünün karşısına çıkıp yüksek sesle, “Komedilerin komedisi!” diye bağırmaya başlamış.
Köylü, “Ah, Tanrım,” demiş. “Şehre kaç kez geldim ve Komedilerin Komedisi’ni çok duydum ama neye benzediğini hiç görmedim.”
Arabasını bırakıp şehrin diğer ucuna gitmiş. Hırsız, köylü öküzden iyice uzaklaşana kadar bağırmaya devam etmiş. Sonra dönüp öküzü çalmış ve kuyruğunu kesip diğer öküzün ağzına tıkmış. İlk öküzle beraber Kral’ın yanına gelmiş. Kral gülmekten ölecekmiş neredeyse. Köylü geri döndüğünde ağlamaya başlamış. Kral onu yanına çağırıp, “Neden ağlıyorsun?” diye sormuş.
“Ah Kralım, ben oyunu izlemeye gitmiştim, öküzlerden biri diğerini yemiş o sırada.”
Kral bunu duyunca yine gülmekten ölecek gibi olmuş ve hizmetkârına, adama iki iyi öküz vermesini söylemiş. Kendi öküzünü de adama iade etmiş. “Öküzünü tanıdın mı?” diye sormuş ona.
“Tanıdım Kralım.”
“Peki, evine dön artık.”
Sonra hırsızın yanına gitmiş. “Evet, sevgili dostum, sana kızımı vereceğim ve benim yerime kral olacaksın. Tabii eğer kilisedeki papazı çalarsan.”
Hırsız bunun üzerine şehre gitmiş ve üç yüz yengeç, üç yüz de mum almış. Kiliseye gidip kaldırımın üzerinde durmuş. Papaz vaaz verirken hırsız yengeçleri birer birer serbest bırakmış. Her birinin kıskacına bir mum bağlıymış.
Papaz, “Ben Tanrı’nın gözünde öyle doğru bir adamım ki bana azizlerini gönderdi,” demiş.
Hırsız, kıskaçlarına mum bağlanmış yengeçlerin hepsini saldıktan sonra, “Gel yüce papaz, çünkü Tanrı, bizzat gönderdiği ulaklarıyla seni çağırıyor. Çünkü sen erdemlisin,” demiş.
Papaz, “Peki nasıl gideceğim?” diye sormuş.
“Bu çuvala gir.”
Çuvalı açmış ve papaz da içine girmiş. Hırsız, papazı kaldırıp basamaklarda sürüklemiş. Papazın başı pat pat basamaklara çarpınca hırsız onu sırtına alıp Kral’a kadar taşımış ve yere bırakmış. Kral kahkahalara boğulmuş. Kızını hemen hırsıza vermiş ve adamı kendi yerine kral yapmış.
Çingene ve Papaz
Çok fakir bir çingene yaşarmış ve bu adamın bir sürü çocuğu varmış. Karısı şehre gidip birkaç patates ve biraz un için dilenmiş. Ama hiç yağı yokmuş.
“Tamam,” diye düşünmüş kadın. “Bir dakika. Papaz bir domuz öldürmüştü. Ona gidip bir parça yağ dileneceğim.”
Oraya gittiğinde papaz dışarı çıkmış, kamçısını kaldırıp kadını adamakıllı kırbaçlamış. Kadın eve döndüğünde kocasına, “Ah, Tanrım, az önce dayak yedim,” demiş.
Çingene iş üstündeymiş. Çekiç ellerinden düşüvermiş. “Bekle, bekle de ona bir tuzak kurup dersini vereyim.”
Çingene kiliseye gidip kapıya, kuleyi açan anahtara bakmış. Sonra evine dönmüş, örsünün başına oturup anahtar üzerine çalışmaya başlamış. Anahtarı bitirince geri dönüp kapıyı açmayı denemiş. Sanki oranın anahtarıymış gibi kolayca açılmış kapı.
“Dur bakalım,” diye düşünmüş. “Şimdi ne yapmam gerek?”
Doğruca dükkânın birine gidip kendine biraz kâğıtla papazların ayinde giydikleri kıyafetlerden almış. Daha sonra bir terziye gidip meleklerinkine benzer bir kıyafet yapmasını istemiş. Onları giyince tam bir papaz gibi olmuş. Eve döndüğünde oğluna (oğlu yirmi yaşındaymış), “Hark’ee, benimle gel ve kabı da getir. Yüz tane de yengeç yakala. Hah! Bu gece neler yapacağımı görsünler. O papaz hayatını kurtaramayacak,” demiş.
Gece yarısı gelip çatmış. Çingene kiliseye gidip içerideki bütün ışıkları yakmış. Aşçı bakmak için dışarı çıkmış. “Tanrım! Neler oluyor? Bütün kilise aydınlanmış.”
Gidip papazı uyandırmış. “Kalkın! Gelin de bakın neler oluyor. Bütün kilise ışıl ışıl. Ne oldu acaba?”
Papaz müthiş bir korkuya kapılmış. Cübbesini giyip kiliseye bakmaya gitmiş. Çingene, en büyük toplulukların gittiği ayinlerdeki bir papaz gibi ilahi söylüyormuş. “Ah!” diyormuş Çingene. “Ah, Tanrım, o günahkâr adam için geldim ben. Yanına öyle çok para almış ki onu cennete götüreceğim ve orada onu güzellikler bekliyor.”
Adam bunu duyunca hemen eve gidip bütün parasını toplamış.
Papaz kiliseye geri dönmüş. Çingene artık daha hızlı ilahi söylüyormuş çünkü er ya da geç her şey sona erermiş. Çingene hemen çuvalını açmış ve papaz içine girmiş. Çingene, papazın bütün parasını alıp cebine saklamış.
“Güzel! Artık benimsin.”
Çuvalı kapadığında papaz büyük bir korkuya kapılmış. “Tanrım! Başıma ne gelecek? O nasıl bir varlıktı öyle? Tanrı’nın kendisi mi yoksa bir melek mi anlayamadım.”
Çingene, papazı merdivenden aşağı sürüklemiş. Papaz canı yandıkça haykırıyor, ona daha nazik davranmasını, her yerinin kırıldığını söylüyormuş. Yarım saat daha böyle devam ederse ölürmüş, çünkü kemikleri çoktan kırılmış bile.
Çingene onu kilisenin yüksek kısmı boyunca sürükleyip kapının önüne atıvermiş. Oraya da papazın tenine batacak bir sürü diken yerleştirmiş. Papazı dikenlerin üzerinde ileri geri sürükleyerek dikenlerin iyice batmasını sağlamış. Çingene, papazın ölmekten beter olduğunu görünce çuvalı açıp onu öylece bırakmış.
Çingene eve gidip üzerindekileri çıkarmış ve ateşe atmış ki kimse bu işi onun yaptığını anlamasın. Elinde sekiz yüz gümüşten fazlası varmış. Çingene, karısı ve çocukları bu kadar paraları olduğu için mutluymuş. Çingene, karısı ve çocuklarıyla birlikte ölmediyse, belki de hâlâ yaşıyordur.