Gece çökünce mezardaki delikanlı yeniden gelmiş ve “Nita, evde misin?” diye sormuş.
“Evdeyim.”
“Anlat bana Nita, üç gün önce ne gördün? Yoksa aileni öldürdüğüm gibi seni de öldürürüm.”
“Sana anlatacak hiçbir şeyim yok.”
Delikanlı, Nita’yı da öldürmüş, sonra etrafa bir bakış atarak mezarına dönmüş.
Hizmetçiler ertesi sabah uyandıklarında Nita’yı ölü bulmuşlar. Bedenini alıp dikkatle dışarı çıkarmışlar. Sonra duvarda bir delik açıp Nita’yı delikten geçirmiş ve tıpkı kızın söylediği gibi ormandaki elma ağacının dibine gömmüşler.
Aradan yarım yıl geçmiş. Günlerden bir gün prensin biri tazıları ve köpekleriyle yabantavşanı avına çıkmış. Tazılar ormanda dolaşırken genç kızın mezarının yakınına gelmişler. Mezardan bir çiçek çıkmış. Öyle güzel bir çiçekmiş ki bu, bütün krallıkta bir eşi benzeri yokmuş.6 Tazılar, genç kızın gömüldüğü yerde toplanıp havlamaya, mezarı kazmaya başlamışlar. Prens, boynuzunu çalarak köpekleri yanına çağırmış ama köpekler gelmemiş. Prens, “Hemen oraya gidin,” demiş.
Dört avcı, hayvanların yanına gelince bir mum gibi yanan çiçeği görmüş. Prensin yanına döndüklerinde Prens, “Ne var orada?” diye sormuş.
“Daha önce hiç görülmemiş bir çiçek.”
Delikanlı bunu duyunca genç kızın mezarına yaklaşmış. Çiçeği görür görmez koparmış. Eve döndüğünde annesiyle babasına göstermiş. Sonra da bir vazoya yerleştirip yatağının başucuna koymuş. Ancak çiçek vazodan çıkmış, bir takla atmış7 ve yetişkin bir kadına dönüşmüş. Delikanlıyı tutup öpmüş, ısırmış, sarılmış, onu kollarına almış, ellerini başının altına koymuş. Prens hiçbirinin farkında değilmiş. Şafak sökerken kız yeniden çiçek oluvermiş.
Delikanlı ertesi sabah hasta uyanmış. Annesiyle babasına, “Omzum ağrıyor, başım ağrıyor,” diye sızlanmış.
Annesi bir şifacı çağırıp delikanlıya baktırmış. Oğlan yiyecek içecek bir şeyler istemiş. Bir süre oyalanmış, sonra yapması gereken işleri yapmaya gitmiş. Akşam yeniden evine döndüğünde yiyip içmiş, kanepeye serilmiş. Bir süre sonra uyku onu ele geçirmiş. O sırada çiçek yeniden yükselip yetişkin bir kadına dönüşmüş. Genç adamı kollarına almış, onunla kol kola uyumuş. Prens gece boyunca uyumuş. Kız da sabah yeniden vazoya dönmüş. Oğlan uyandığında annesiyle babasına kemiklerinin ağrıdığını söylemiş. Babası karısına, “Çiçek geldikten sonra başladı. Önemli bir şey olmalı, çocuk çok hasta. Bu gece nöbet tutalım. Bir kenarda duralım da oğlumuzu ziyaret eden kimmiş görelim,” demiş.
Gece çöktüğünde prens yatağına girip uyumuş. Genç kadın vazodan çıkıp dönüşmüş. Dünyada ondan daha güzel bir şey yokmuş. Kraliçe ve kral, genç kızı görür görmez yakalamışlar. Prens de uykusundan uyanmış ve güzeller güzeli genç kadını görmüş. Onu kollarına alıp öpmüş, sonra yatağına yatıp sabaha kadar uyumuş.
Hemen evlenmişler. Halk, bütün ülkede eşi benzeri bulunmaz güzellikteki bu kadına büyülenmişçesine bakıyormuş. Prens ve karısı altı ay birlikte yaşamışlar ve kadın iki elinde iki elma taşıyan altın saçlı bir oğlan doğurmuş.8 Prens halinden çok memnunmuş.
Derken kızın eski âşığı, yani onu kendine âşık eden ve öldüren vampir bunları duymuş. Kalkıp genç kıza gelmiş ve “Nita, beni ne yaparken gördüğünü anlat,” demiş.
“Hiçbir şey görmedim.”
“Bana doğruyu söyle, yoksa annenle babanı öldürdüğüm gibi yavrunu, küçük oğlunu da öldürürüm. Bana doğruyu söyle.”
“Sana söyleyecek hiçbir şeyim yok.”
Adam, Nita’nın oğlunu öldürmüş. Genç kadın oğlunun bedenini kiliseye götürüp gömmüş.
Gece vampir yeniden gelip “Anlat Nita, ne gördün?” diye sormuş.
“Hiçbir şey görmedim.”
“Anlat, yoksa evlendiğin adamı öldürürüm.”
Nita “Kocamı öldüremeyeceksin. Tanrı seni patlatsın!” demiş.
Vampir, Nita’nın sözlerini duyar duymaz patlamış. Evet, ölmüş ve paramparça olmuş. Nita sabah kalktığında yerde kan olduğunu görmüş. Kayınpederini çağırarak vampirin kalbini hemen sökmesini söylemiş. Kayınpederi, onun sözünü dinleyerek adamın göğsünü yarmış ve kalbini söküp Nita’nın ellerine vermiş. Nita oğlunun mezarına gitmiş. Mezarı kazıp kalbi bedene yerleştirince oğlan uyanmış. Nita babasıyla annesinin mezarına da giderek onları kanla vaftiz etmiş. Onlar da uyanmış. Nita hepsini karşısına alarak neler yaşadığını, vampirin elinden neler çektiğini anlatmış.
Tanrı’nın Vaftiz Oğlu
Bir kraliçe varmış. Bu kraliçe yalnızca bir oğlan doğurmuş. O oğlan da tam bir kahramanmış. Doğar doğmaz babasına, “Baba, bir kılıcın ya da sopan yok mu?” diye sormuş.
“Yok oğlum, ama senin için bir tane yaptırılmasını emrederim.”
Oğlan, “Yaptırma baba,” demiş. “Ben tek başıma, silahsız da giderim.”
Oğlan çok geçmeden yola çıkmış. Uzun bir yolculuk yapmış ve devasa bir ormana gelene kadar hiç durmamış. Artık iyice yorulduğundan biraz dinlenmek için ormandaki bir ağacın altına uzanmış. Bir süre orada durmuş. O sırada yüce Tanrı ve Aziz Peter delikanlının yanına gelmiş. Çocuk henüz vaftiz edilmemiş. Yüce Tanrı, “Yolculuk nereye delikanlı?” diye sormuş.
“Kahramanlık peşindeyim ihtiyar.”
Yüce Tanrı düşünmüş, düşünmüş ve bir kilise yapmış. Sonra delikanlının uyumasını sağlayarak Aziz Peter’a oğlanı taşımasını söylemiş. O da onlarla birlikte kiliseye giderek oğlana Handak adını vermiş. Yüce Tanrı, “Vaftiz oğlum, senin gibi bir kahraman daha gelmeyecek bu dünyaya ve benim vaftiz kızımla evleneceksin,” demiş.
Delikanlı kadar kahraman olan ve yine Tanrı tarafından vaftiz edilmiş bir genç kız varmış. O da Tanrı’nın vaftiz kızıymış ve Tanrı, vaftiz oğluna onunla evlenmesini söylemiş. Sonra oğlanın eline bir şans değneği ile bir kılıç vermiş. Ona güç bahşederek yere bırakmış. Vaftiz babası, Yüce Tanrı’nın ta kendisi olduğundan cennete gitmek üzere oğlanın yanından ayrılmış.
Handak, Tanrı’nın ona güç bahşettiğini anlayınca kahramanlık peşine düşmüş yine. Durup dinlenmeden upuzun bir yolculuk yapmış. Derken büyük bir ormana varmış. Bu ormanda üç yüz yaşında bir ejderha yaşarmış. Kirpiklerinin bir ucu yerde, bir ucu gökteymiş ve aynı saç gibiymiş. Delikanlı ona gidip “Selam olsun,” demiş.
“Hoş geldin.”
Kahraman (ejderha) sesini duyar duymaz onun Tanrı’nın vaftiz oğlu olduğunu anlamış.
Handak