Peterkin oradan da ayrılmış ve birden sakalı beline dek inen yaşlı bir adama rastlamış. “Kızıl Kral’ın sarayı nerede? Ben onun oğluyum.”
“Nasıl yani?” demiş ihtiyar adam. “Sen bana onun oğlu olduğunu mu söylüyorsun? Babamın babası Kızıl Kral’dan bahsederdi bana. Onun şehri artık yok. Ortada olmadığını görmüyor musun? Bir de gelmiş bana Kızıl Kral’ın oğlu olduğunu söylüyorsun.”
“Babamın yanından ayrılmamın üzerinden yirmi yıl bile geçmedi ihtiyar ama sen bana babamı tanımadığını söylüyorsun.” (Evinden ayrılalı bir milyon yıl olmuştu aslında.) “İnanmıyorsan düş peşime.”
Taştan sandığın olduğu yere gitmiş. Zeminin yalnızca bir karış altındaymış ama para dolu sandığa ulaşması iki gün sürmüş. Sandığı dışarı çıkarıp açtığında bir köşede ölüm, diğer köşede yaşlılık inliyormuş.
Yaşlılık demiş ki: “Yakala şunu ölüm.”
“Kendin yakala.”
Yaşlılık onu önden tutmuş, ölüm de arkadan.
İhtiyar adam, Peterkin’i düzgünce gömmüş ve başına bir haç dikmiş. Sonra parayı ve atı kendine almış.
Gebelik Elmaları
Bir zamanlar bir kral ve bir kraliçe varmış. On altı yıldır çocukları olmuyormuş. Kral artık umudunu kesmeye başlamış. Çocukları olmadan ne yapacaklarını düşünerek ağlayıp sızlanıyormuş. Bir gün Kral Kraliçe’ye, “Kraliçem, seni bırakıp uzaklara gideceğim. Döndüğümde bir oğlan doğurmamış olursan bil ki seni ya ellerimle öldüreceğim ya da uzaklara göndereceğim ve bundan sonraki hayatımı sensiz yaşayacağım,” demiş.
Bu sırada başka bir kral da ona gelip onunla savaşması için meydan okumuş. Eğer onunla savaşmaya gelmezse bizzat gelip onu tahtında öldüreceğini söylemiş. Kral Kraliçe’ye, “Savaşmam için meydan okundu. Eğer bir oğlum olsaydı o giderdi ben evde mi kalırdım?” demiş.
Kraliçe, “Ah, Kralım, Tanrı bize erkek evlat vermemeyi seçmişse ben ne yapabilirim? Elimden ne gelir?” demiş.
Kral, “Bana Tanrı’dan bahsetme,” demiş. “Geldiğimde bir oğlan doğurmadığını görürsem seni öldüreceğim.”
Kral yola koyulmuş.
O sırada yüce Tanrı ve Aziz Peter, Kraliçe için ne yapabileceklerini konuşuyorlarmış. Tanrı, Peter’a, “Al bakalım Peter. Bu elma ile aşağı in, Kraliçe’nin penceresinin önünden geçerken de elmam var, kim ki bu elmadan yerse gebe kalır, diye haykır. Seni duyacak. Kral’ın geri dönüp onu öldürmesi çok üzücü olur Peter.”
Aziz Peter elmayı alıp aşağı inmiş ve Tanrı’nın dediklerini yapmış. Kraliçe’nin penceresi önünde bağırmış. Kadın onu duyup dışarı çıkmış, adamı yanına çağırmış ve “Bu elma için ne kadar istersin?” diye sormuş.
“Çok para isterim,” demiş Aziz Peter. “Bana bir kese para ver.”
Kraliçe para kesesini adama verip elmayı almış ve yemiş. Yer yemez de gebe kalmış. Aziz Peter para kesesini orada bırakmış. Zaman akıp gitmiş. Kraliçe’nin doğum yapacağı gün yaklaşmış. Derken tam da eşinin savaştan galip döndüğü gün bir oğlan doğurmuş. Kral eve gelip de Kraliçe’nin ona bir oğlan doğurduğunu görünce şarap dükkânına gidip sarhoş olana kadar içmiş. Oradan dönerken kapıda düşüp ölmüş. Oğlan bunu duyunca annesinin kollarından ayrılmış ve şarapçıyı bir darbeyle öldürüp evine dönmüş. Halk ve soylular onu dikkatle izleyip kahramanlığına hayran olmuş. Ama üzerinde kötü gözler de varmış. Üç gün hasta yattıktan sonra nazardan ölmüş.
Üçüncü Bölüm
BUKOVİNA ÇİNGENE MASALLARI
Her Şey Aydınlandı
Karınca yuvasındaki karıncalar kadar çok çocuğu olan bir adam varmış. Kızlarından üçü mısır toplamaya gitmiş. O sırada imparatorun oğlu oradan geçiyormuş. En büyük kız, “İmparator benimle evlenirse tek bir ip yumağından, tüm ordusuna yetecek kıyafet dikerdim,” demiş. Ortanca kız, “Ben tek bir somunla bütün ordusunu beslerdim,” demiş. En küçük kız ise, “Benimle evlenirse ona zeki ve güzel ikiz çocuklar doğururdum. Saçları altın, dişleri inci gibi olurdu,” demiş.
Prensin hizmetkârı onları duymuş ve hemen gidip efendisine anlatmaya başlamış: “En büyük kız dedi ki onunla evlenirseniz, tek bir ip yumağından bütün orduya yetecek kıyafet dikermiş. Ortanca kız, onunla evlenirseniz bütün orduyu tek bir somunla doyuracağını söyledi. Küçük kızsa onunla evlenirseniz size altın saçlı, güzel ve zeki ikiz çocuklar doğuracağını söyledi.”
“Geri dön!” diye haykırmış adam. “En küçük kızı alıp arabaya getir.”
Adam kızı eve götürmüş. Altı ay beraber yaşamışlar, sonra savaşmak için orduya çağırılmış. Savaşta bir yıl kadar kalmış. O sırada karısı iki oğlan doğurmuş. Hizmetçi onları alıp bir domuz ahırına atmış. Annenin yanına ise iki köpek yavrusu bırakmış.
Akşam domuzlar ahırlarına döndüklerinde büyük olanı, “Aha! Efendimizin oğulları burada. Çabuk onlara bir emzik ver ve ikisini de ısıt,” demiş.
Domuzlar yeniden tarlaya gitmiş. Hizmetkâr gelip oğlanların iyi olduğunu, ölmediklerini görmüş ve ikisini de alıp atların ahırına götürmüş. Akşam atlar döndüklerinde en büyük kısrak, “Aha! Efendimizin oğulları, çabuk onlara bir emzik verin,” diye haykırmış.
Sabah atlar yeniden tarlaya gitmişler. Hizmetçi, çocukları alıp bir gübreliğin içine gömmüş. Çocukların gömüldüğü yerde altın rengi iki köknar büyümüş.
İmparator savaştan döndüğünde hizmetkârı onu karşılamış. “İmparatorum, İmparatoriçe iki köpek yavrusu doğurdu.”
İmparator, İmparatoriçe’yi kapının arkasına beline dek gömmüş ve iki köpek yavrusunu da onu emmeleri için orada bırakmış. Sonra hizmetkârıyla evlenmiş. Hizmetkâr İmparator’a, “Şu köknarları kes de bana bir yatak yap,” demiş.
“Kesmem. Muhteşem bir güzellikleri var.”
“Eğer kesmezsen öleceğim.”
İmparator adamlarını işe koşmuş. Köknarlar kesilmiş, bütün kıymıkları toplanıp ateşte yakılmış. Kalanından iki kalaslı bir yatak yapmış ve yeni karısıyla o yatakta uyumuş.
Büyük kardeş, “Kardeşim, sen de bir ağırlık hissediyor musun?” diye sormuş.
“Hayır, ben ağırlık hissetmiyorum. Çünkü üzerimde babam yatıyor. Sen ağırlık mı hissediyorsun?”
“Evet, çünkü üzerimde üvey annem uyuyor.”
Kadın konuşmaların hepsini duymuş. Sabah kalkınca, “İmparatorum, bu yatağı kesip ateşe at da yansın,” demiş.
“Yakmam.”
“Ama