CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL. Celil Oker. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9789752126459
Скачать книгу
diye düşündüm kendi kendime. Kalkıp mutfağa geçtim. Mutfak kapısıyla atkuyruklu kızın girdiği odanın kapısı yan yanaydı.

      Mutfak küçük ama tertipliydi. Aradıklarımı hemen buldum. Neskafe, su ısıtıcı, kupa ve kaşık. Bir buçuk dakika sonra kahvem hazırdı.

      Kupayı alıp salona geçtim.

      Yerime oturdum. Sigaramı yaktım. Ayaklarımı önümdeki sandalyeye uzattım. Kahvemden kocaman bir yudum aldım. Üstüne kocaman bir nefes.

      Gri kazaklı oturduğu yerden kopyası yakalanmış ortaokul öğrencisi gibi bakıyordu bana. Bir kahve sigara öpüştürmesinden sonra ona seslendim.

      “Adın ne senin?” dedim.

      Gözlerini ayakkabılarının ucuna çekti.

      “Sivaslı derler bana,” dedi alçak bir sesle.

      “Asıl adın ne?” dedim.

      “Ne yapacan asıl adımı?” dedi Sivaslı. “Vukuat defterine mi yazacan?”

      “Hiçbir yere yazmayacağım,” dedim. “Polis molis değilim ben.”

      Bu kez yüzüme baktı Sivaslı.

      “Eee…” dedi. “O zaman? Sivaslı… Sivaslı… Yeter.”

      Cevap vermedim. Kimlik tartışmasına girmeye niyetim yoktu. Bir nefes daha çektim sigaramdan. Kahve bekledi.

      “Sivaslı!” dedim sonra.

      “Buyur?”

      “Ne ayak bu sizin patron?”

      “Essah patron o değil,” dedi Sivaslı. “O da bizim gibi kereste. Kerestenin önde gideni sadece.”

      Dudağımın kenarıyla güldüm. Ayaklarımı sandalyeden indirdim.

      “Estağfurullah,” dedim. “Peki, kim o zaman essah patron?”

      “Bizim gibi kesime yazılmış keresteler patronu görebilir mi ki?” dedi. “İt ite buyurur, it de kuyruğuna. O hesap. Bu bizim Tetik Osman gelir alır bizi kahveden, takılırız peşine.”

      “Bu sefer ne dedi kahveye geldiğinde?” dedim.

      Elleri bağlı olmasa kafasını kaşıyacakmış gibi yüzünü ekşitti.

      “Hiç,” dedi. “Zaten gözünün içine bakarız iş buyursun diye. Bu da çaktı işmarı, düştük peşine.”

      “Şöyle yapacaksınız, böyle yapacaksınız diye bir şey söylemedi mi?”

      “Ben size bir şey demedikçe konuşmayın dedi arabanın içinde gelirken.”

      “Nereye park ettiniz?”

      “Bu apartmanın az berisinde,” dedi Sivaslı. “Yol dar, yarısını kaldırıma çıkardı Clio’nun.”

      “Tetik mi kullanıyor?” dedim başımla yerde hâlâ hırıldayarak yatan kel kafalıyı işaret ederek.

      Sivaslı başını salladı.

      “İş bitince ne yapacaktınız?” dedim.

      Bu kez iki yana salladı başını Sivaslı. Sonra söyleyecek sözü yokmuş gibi yüzüme baktı. Cevap versin diye bekledim.

      “Ne bileyim,” dedi. “Kahveye geri bırakacaktı zaar…”

      Sigaramı canavar kül tablasının midesinde bir yerlere bıraktım. Kahvemden bitirici bir yudum aldım. Öne doğru eğildim.

      “Sizin kahve nerede?” dedim. “Kasımpaşa’da mı?”

      Kahvenin yerini bilmem dünyanın en akıl sır ermez marifetiymiş gibi gözleri açıldı. Hafifçe sırıttı.

      “Hee,” dedi belli belirsiz bir coşkuyla. Sanki benim becerime ortak olmak istiyordu. “Şarkışla Kıraathanesi… Anacaddede. Fırının hemen yanı.”

      Kasımpaşa’nın anacaddesindeki fırının adını biliyormuşum gibi yapmam gerektiğini hissettim sanki. Sormadım.

      Ayağa kalktım. Yatak odasına bir göz atıp atmamayı tarttım zihnimde. Salonda asayiş berkemaldi. Eksik kalmasın dedim içimden.

      Keşke öyle demeseydim. Ya da iyi ki öyle demiştim.

      Firdevs Işın’ın yatak odasının kapısını açtığımda ilk gördüğüm ceset oldu.

      Cesetlerin böyle bir etkisi var galiba görenlerin üzerinde. Çevrede geri kalan her şey, usta fotoğrafçıların adını bilmediğim tekniklerle bazen yaptığı gibi flulaşıyor, geri plana itiliyor, önemini kaybediyor. Yalnızca o heykel gibi duran bedeni görüyorsunuz. Hayattan çekip gittiklerinde son halleri neyse, elleri kolları, bacakları, başının duruşu, bakışları nasıl donduysa öyle duruyorlar. Adları, eğer biliyorsanız, adları bile siliniyor varlıklarından.

      Yatakta sırtüstü yatan adamın adını bilmiyordum.

      Herhalde Kemal Arsan’ın yaşlarındaydı. Üzerinde siyah bir blucin, siyah çizgili bir gömlek vardı. İki eli iki yanında duruyordu. Siyah süet ayakkabıları ayağındaydı. Başı, büyüklü küçüklü karelerle dolu yatak örtüsünün altından varlığını hissettiren yastığın kenarına dayanmıştı. Gözleri tavana bakıyordu.

      İnce uzun bir yüzü vardı. Hafif sakallıydı. Geniş alnı kısa kesilmiş kıvırcık saçlarla çevriliydi. Yüzüne bakanların yakışıklı adam diyebilecekleri bir uyum vardı gözünde kaşında.

      Ölümüne neden olan kurşun deliğini sonra gördüm.

      Gömlek cebinin hemen yanındaydı delik. Çevresindeki kurumuş, rengi koyulaşmış küçük kan lekesi, siyah gömleğinin üzerinde ben buradayım diye bağırmıyordu.

      Sırtımı odanın kapısına dayamak ihtiyacı hissettim. İçimden birkaç kere üst üste küfrettim. Belki de Firdevs Işın’ın söylediği doğru değildi. Duvarlar içeride neler olduğunu anında duyurmuyordu komşulara. Tamam, yataktaki kıvırcık saçlının nefesini kesen tabanca sahra topu değildi ama yine de bir miktar gürültü çıkarmalıydı.

      Bu düşünce acele etmem gerektiğini haber verdi bana. Komşulardan biri silah sesini duymuş, ama yalnızca polise telefon etmekle yetinmiş olabilirdi. Evet, hızlı hareket etmeliydim ve elimde birisi kalın, üç tane kereste vardı.

      Odayı hızla gözden geçirdim.

      Yatak iki kişilikti. Duvara bitişik ferforje bir başlığı vardı. İki yanında iki komodin. Komodinlerin bana yakın olanının üstünde radyolu bir alarm saati, okuma lambası ve üst üste kadın dergileri ile bir uzaktan kumanda duruyordu. Öteki komodinin üstü boştu. Çekmeceleri kurcalamaya vaktim olmadığını düşündüm.

      Yatağın tam karşısındaki tuvalet masasına benzettiğim şeyin üzerinde orta boy bir LCD televizyon vardı. İki yanına bir dolu makyaj malzemesi, deodoran, saç bandı gibi ıvır zıvırlar yayılmıştı. Salondaki pencereyi süsleyen jaluzinin aynısı burada da vardı. Pencerenin yanındaki iki kapılı dolap dekoru tamamlıyordu.

      Tamam dedim içimden. Tüyme zamanı.

      Yatakta sırtüstü yatan adama bir kez daha baktım. Ne o bana ne ben ona bir şey söyledik. Zamanımız dardı. Kapıyı arkamdan çekip çıktım. Kapı kolunu içeriden ve dışarıdan gömleğimin eteğiyle sildim.

      Salon bıraktığım gibiydi. Kimse yerinden kıpırdamamıştı. Tetik Osman’ın yüzünde sanki kendine gelmiş gibi bir hal gördüm. Öteki kereste daha bilinçli inliyordu. Sivaslı, Şarkışla Kıraathanesi’ndeki son okey partisinde hangi taşı atması gerektiğini düşünüyormuş gibi dikmişti gözünü yerdeki halıya.

      “Sivaslı, Sivaslı, hemşerim uyan!” dedim.

      Kafasını