“Harika!” dedi Lestrade, “Harika! Senin anlatmanla her şey açığa çıktı. Ama herkesi böyle kandırmaktaki amacı neydi, Bay Holmes?”
Dedektifin otoriter tavırlarının, birdenbire küçük bir çocuğun öğretmenine soru soruyormuş gibi değişmesi beni oldukça eğlendirmişti doğrusu.
“Ah, bunun açıklaması hiç de zor değil. Aşağıda bizi bekleyen adam kötü niyetli ve kindar bir insandır. Bir zamanlar McFarlane’in annesi tarafından reddedildiğini biliyor muydunuz? Bilmiyor muydunuz? Size önce Blackheath’e sonra da Norwood’a gitmenizi söylemiştim. Her neyse, kalbi kırılmıştı bir kere ve bu içine dert olmuştu. O kötü, entrika çevirmeye müsait beyni, hayatı boyunca intikam almak için çalışmış ama o şansı hiç yakalayamamış. Son birkaç yıldır işleri pek yolunda gitmemiş ve zor duruma düşmüş. Borçlularını atlatmak için Bay Cornelius adında birine -ki bunun da aslında farklı isim altında yine kendisi olduğunu tahmin ediyorum- yüklü ödemeler yapmış. Bu ödemelerin izini sürmedim ama Oldacre’nın ara sıra farklı bir kişiliğe bürünerek gittiği bir bankaya yatırıldığına dair hiç şüphem yok. İsmini hepten değiştirip bu parayı çekerek ortadan kaybolmayı ve hayata başka bir yerde yeniden başlamayı planlıyor olmalıydı.”
“Evet, bu oldukça mantıklı bir açıklama.”
“Ortadan kaybolarak alacaklılarının takibinden kurtulacaktı ve ayrıca eski sevgilisinin tek çocuğu tarafından öldürüldüğü intibasını vererek aynı zamanda ondan çok büyük ve ezici bir intikam almış olacaktı. Alçaklığın en büyük mimarı oldu ve bunu büyük bir ustalıkla başardı! Vasiyet fikri -ki bu da suçu işlemek için onu harekete geçirmeye yeterli bir nedendi- ailesinin bile bilmediği gizli buluşmaları, bastonu alıkoyması, kan izleri, hayvan ölüleriyle düğmelerini odun yığınına yerleştirmesi, hepsi takdire şayandı. Birkaç saat öncesine kadar kurtuluşun mümkün olmadığını düşündüğüm bir ağ kurmuştu. Ama onda sanatçıların o üstün sezgisi, nerede duracağını bilme yetisi yoktu. Zaten mükemmel olan bir planı daha da iyileştirmek, talihsiz kurbanının boynundaki ilmeği daha da sıkmak istiyordu; ama gördüğünüz gibi sonunda her şeyi berbat etti. Hadi inelim, Lestrade. Ona bir iki soru sormak istiyorum.”
Zalim yaratık her iki yanında birer polis ile kendi oturma odasında oturuyordu.
“Şaka yapmıştım, sevgili bayım. Sadece bir eşek şakasıydı.” diyerek devamlı vızıldayıp duruyordu, “Sizi temin ederim bayım, ortadan kaybolarak nasıl bir etki yaratacağımı görmek istedim. Zavallı genç Bay McFarlene’e zarar gelmesine izin vereceğimi düşünmüş olacağınızı kesinlikle tahmin etmiyorum.”
“Buna jüri karar verecek.” dedi Lestrade, “Her neyse sizi cinayete teşebbüsten olmasa bile komplo kurmakla itham edeceğiz.”
“Alacaklılarınızın Bay Cornelius’un banka hesabına kanuni yollardan el koyacaklarını da bilmenizde fayda var.” dedi Holmes.
Küçük adam aniden sıçrayarak uğursuz gözlerini arkadaşıma dikip baktı.
“Size teşekkür etmemi gerektiren birçok şey yaptınız.” dedi. “Belki bir gün borçlarımı öderim.”
Holmes keyifle gülümsedi.
“Sanıyorum önümüzdeki birkaç yıl oldukça meşgul olacaksınız.” dedi, “Bu arada eski pantolonlarınızın yanı sıra odun yığınına başka ne koymuştunuz? Ölü bir köpek… Bir tavşan… Neydi peki? Söylemeyecek misiniz? Ah, ne kadar da kötü niyetlisiniz! Her neyse sanıyorum bir iki tane tavşan hem kanı hem de kömürleşmiş külleri açıklayacaktır. Eğer bir gün bu meseleyi yazarsan, Watson, kayıtlarına tavşan olarak geçebilirsin.”
Dans Eden Adamlar
Holmes hiç konuşmadan kimya köşesinde, kötü kokulu bir malzemeyle uğraşıp saatlerce durmuştu. Başı göğsüne düşmüş, ince ve uzun gövdesiyle yaptığı işe kaptırmıştı kendini. Bu hâliyle, soluk gri tüyleri ve ibiği olan tuhaf bir kuşa benziyordu.
“Watson…” diye seslendi birden, “Demek Güney Afrika hisselerine yatırım yapmaya niyetin yok ha, öyle mi?”
Şok olmuştum. Holmes’un ilginç yeteneklerine her ne kadar alışık olsam da bu, düşüncelerimi okuyabilmiş olmasının bir açıklaması olamazdı.
“Bunu nasıl bildin?” diye sordum.
Buharı tüten bir tüpü elinde tutarken taburesinde döndüğünde derinlere dalmış gözlerinde neşeli bir pırıltı gördüm.
“Şimdi Watson, tamamen afalladığını itiraf et!” dedi.
“Öyle oldu.”
“Ama şimdi sana bununla ilgili bir kâğıt imzalatmam gerekir.”
“Neden?”
“Çünkü beş dakika sonra ne kadar da basitmiş diyeceksin de ondan.”
“Öyle bir şey demeyeceğime eminim.”
“Bak, sevgili Watson…” diyerek deney tüpünü rafa dayadı ve sınıfına hitap eden bir profesör gibi ders vermeye başladı: “Her biri diğerini takip eden ve her biri kendi içinde son derece basit olan bir dizi akıl yürütmede bulunmak aslında hiç de zor değil. Tabii eğer sonunda, ortadaki süreci atlayıp insanlara sadece başlangıç ve bitiş noktalarını anlatırsan, gereksiz yere abartılı bir tepkiyle karşılaşman da doğaldır. Bu durumda sol işaret parmağınla başparmağın arasındaki aralığa bakıp, birikimlerini altın madenlerine yatırım için kullanmamaya karar vermiş olduğunu anlamamak çok zor olur.”
“Ben hâlâ bir bağlantı kuramıyorum.”
“Kuramazsın zaten. Ama sana aralarındaki ufak bağlantıyı hemen anlatabilirim. Öncelikle bu basit zincirin kayıp halkalarından bahsedeyim: 1. Dün gece kulüpten eve döndüğünde sol işaret parmağınla başparmağın arasında tebeşir izi vardı. 2. Bilardo oynarken sopayı düzgün tutabilmek için tebeşiri tam oraya sürersin. 3. Thurston’dan başka kimseyle bilardo oynamazsın. 4. Dört hafta önce, Thurston’ın Güney Afrika’daki madenlerin hisselerine sahip olduğunu ve bunu seninle de paylaşmak istediğini söylemiştin. 5. Çek karnen çekmecemde kilitli ve benden anahtarı istemedin. 6. Demek ki paranı yatırmak istemiyorsun.”
“Ne kadar basitmiş!” diye bağırdım.
“Aynen öyle!” dedi biraz imalı bir şekilde, “Bir kere anlatılınca nedense bütün problemler sana çocuk oyuncağı gibi geliyor. Sana açıklamasını henüz yapmadığım bir problem daha var elimde. Bundan ne anlam çıkartacaksın bakalım Watson?” Masanın üzerinde duran bir kâğıt parçasını bana doğru uzatarak tekrar kimyasal analizine döndü.
Kâğıttaki anlamsız şekillere şaşkınlık içinde baktım.
“Ah, Holmes, bunlar çocuk çizimleri gibi!” diye bağırdım.
“Sen öyle san!”
“Başka ne olabilir ki?”
“Norfolk’taki Riding Thorpe Malikânesi’nden Bay Hilton Cubitt de bunu öğrenmeye çok hevesli. Bu ufak bilmece ilk posta servisiyle geldi ve o da bir sonraki tren ile gelecek. Zil çalıyor, Watson. Eğer gelen Bay Hilton değilse çok şaşırırım.”
Merdivenlerde ayak sesleri duyuldu ve hemen arkasından uzun boylu, al yanaklı, sinekkaydı tıraşlı bir beyefendi göründü. Berrak gözleriyle sağlıklı yanakları onun, Baker Caddesi’nin sisli havasından çok uzaklarda yaşadığını gösteriyordu. İçeri girerken doğu sahillerinin güçlü, taze, temiz ve sağlıklı havasını da yanında getirmişti sanki. Her ikimizle de tokalaştıktan sonra tam oturacaktı ki benim