“Buna ne diyorsun, Watson?” dedi bana doğru uzatarak.
Norwood’dan geliyordu ve şöyle yazıyordu:
Önemli taze delillere ulaştık. McFarlane’in suçlu olduğu kesinleşti. Bu davayı bırakmanı tavsiye ediyorum.
Lestrade
“Bu çok ciddi.” dedim.
“Lestrade’nin zafer çığlıklarından biri.” dedi Holmes acı acı gülümseyerek, “Ama bence vakayı bırakmak için yine de erken. Sonuçta taze deliller iki ucu keskin bir bıçak gibidir ve Lestrade’in tahmin ettiğinden farklı bir yere saplanabilir. Kahvaltını yap Watson, sonra da birlikte çıkıp neler yapabileceğimize bir bakalım. Bugün senin arkadaşlığına ve manevi desteğine ihtiyacımın olacağını düşünüyorum.”
Arkadaşım kahvaltı yapmamıştı; çok meşgul olduğu zamanlarda kendisine yemek yeme izni vermemesi ilginç özelliklerinden biriydi. Hatta demir gibi güçlü olmasına rağmen yetersiz beslenmekten bir kere bayıldığını hatırlıyorum. “Şu anda yemek ve sindirim için enerji harcayacak durumda değilim.” derdi benim tıbbi uyarılarıma karşılık olarak. Bu nedenle o, sabah kahvaltısına dokunmadan benimle Norwood’a gitmek için hazırlandığında hiç şaşırmamıştım. Trajedi haberlerine ilgi duyan bir grup hâlâ Deep Dene Malikânesi’nin önünde geziniyordu. Benim tam hayal ettiğim gibi bir villaydı. Lestrade bizi kapıda karşıladığında yüzünde muzaffer bir ifade vardı.
“Eh, Bay Holmes, bizim hatalı olduğumuzu kanıtlayabildin mi? Serseriyi bulabildin mi?” diye bağırdı.
“Hiçbir sonuca varamadım.” diye cevap verdi arkadaşım.
“Ama biz dün bu davayı sonuca bağladık ve gerçekliğini de kanıtladık. Bu sefer senin biraz önünde gittiğimizi kabul etmen lazım Holmes.”
“Olağanüstü bir şey olmuş gibi davranıyorsun.” dedi Holmes.
Lestrade yüksek sesle kahkaha attı.
“Sen de en az bizim kadar yenilmek istemiyorsun!” dedi, “Bir insan olayların her zaman kendi istediği gibi gelişmesini beklememeli değil mi, Dr. Watson? Böyle buyurun lütfen beyler ve John McFarlane’in bu suçu işlediğini son defa size kanıtlamama izin verin.”
Koridordan geçerek bizi arka tarafta bulunan karanlık bir hole götürdü.
“Suçu işledikten sonra genç McFarlane, şapkasını almak üzere buraya gelmiş olmalı.” dedi, “Şimdi şuna bir bakın.” Çok etkileyici bir hızla kibriti çaktı ve onun ışığı, badanalı duvardaki kan lekesi ile karşı karşıya bıraktı bizi. Kibriti yaklaştırdıkça bunun kan lekesinden farklı bir şey olduğunu fark ettim. Bu bir başparmağın iziydi.
“Ona büyütecinle daha yakından bak, Bay Holmes.”
“Evet, öyle yapacağım.”
“Başparmak izlerinin herkeste farklı olduğunu biliyorsundur, değil mi?”
“Öyle bir şeyler duymuştum.”
“O zaman oradaki izle, bu sabah emrimle hazırlanan genç Bay McFarlane’in sağ başparmağının bal mumu izini bir zahmet karşılaştırır mısın?”
Bal mumu izi, kan lekesine yaklaştırdığında her ikisinin de kesinlikle aynı başparmak olduğunu görmek için büyütece gerek bile yoktu. Bizim talihsiz müşterimizin davayı kaybettiğini o an anlamıştım.
“Bu iş bitti.” dedi Lestrade.
“Evet, bu iş bitti.” diye tekrarladım isteksizce.
“Bitti.” dedi Holmes.
Ses tonu dikkatimi çekmişti ve hemen ona dönüp baktım. Yüzünde çok ilginç bir ifade sezinledim. İçten içe keyiften kıvranıyordu.
Her iki gözü de yıldızlar kadar parlaktı. Bana öyle geliyordu ki gülme krizine kapılmamak için umutsuzca bir çaba harcıyordu.
“Tanrı’m! Tanrı’m!” diyebildi sonunda, “Bunu niye düşünemedik? Dış görünüşler kesinlikle çok aldatıcı olabiliyor! Ne kadar da yakışıklı bir delikanlıydı! Kendi yargılarımıza güvenmemek gerektiğini gösteren bir ders aldık, değil mi Lestrade?”
“Evet, bazılarımız kendilerine biraz fazla güveniyor, Bay Holmes.” dedi Lestrade. Bu adamın aşağılaması sinir bozucuydu; ama yine de katlanmak zorundaydık.
“Bu genç adamın şapkasını raftan almak için sağ başparmağını duvara bastırmış olması ne kadar büyük bir şans! Ayrıca düşünecek olursan çok da doğal bir davranış.” Holmes çok sakin görünüyordu ama konuşurken bütün vücudu, heyecanını bastırmak için kıpırdayıp duruyordu. “Bu arada, Lestrade, bu müthiş buluşu kim yaptı?”
“Kâhya Bayan Lexington gece nöbette olan polis memuruna haber vermiş.”
“Nöbetçi memur neredeydi?”
“Hiçbir şeye dokunulmaması için suçun işlendiği yatak odasında nöbet tutuyordu.”
“Peki polis bu izi neden dün görmedi?”
“Aslında holde dikkatli bir inceleme yapmak için belirli bir sebebimiz yoktu. Zaten gördüğün gibi pek göze çarpan bir yerde değil.”
“Hayır, hayır, tabii ki değil. Herhâlde bu iz dün de oradaydı, değil mi?”
Lestrade, Holmes’a çıldıracakmış gibi göz attı. Neşeli tavrı ve tuhaf gözlemleri beni de oldukça şaşırtmıştı.
“Herhâlde McFarlane’in gecenin bir yarısında hapisten çıkıp kendisine karşı olan delilleri güçlendirmek için buralara geldiğini düşünmüyorsundur!” dedi Lestrade, “Dünyanın her yerindeki uzmanların bu parmak izinin ona ait olduğu kanaatine varacağına eminim.”
“Onun başparmağının izi olduğu şüphe götürmez.”
“İşte bu da yeterli.” dedi Lestrade, “Ben pratik bir adamım Bay Holmes ve delilleri elde edince hemen sonuçlara bakarım. Eğer söylemek istediğin bir şey varsa ben oturma odasında raporumu yazıyor olacağım.”
Holmes sakinliğini geri kazanmıştı; ama yüz ifadesindeki muzipliğin parıltılarını hâlâ görebiliyordum.
“Tanrı’m, bu çok üzücü bir gelişme, değil mi Watson?” dedi, “Ama çok ilginç noktalar müşterimiz için hâlâ bir ümit kaynağı olabilir.”
“Bunu duyduğuma çok memnun oldum.” dedim içtenlikle, “Onun için her şeyin bittiğini düşünmeye başlamıştım.”
“Bunu söyleyecek kadar ileri gitmezdim, sevgili Watson. Arkadaşımızın çok önem verdiği bu delilde aslında çok ciddi bir kusur olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.”
“Gerçekten mi Holmes? Nedir o?”
“Sadece dün, o holü incelerken o izin orada olmadığından çok eminim. Şimdi Watson, biraz çıkıp güneşte dolaşalım.”
Kafam karışmıştı; ama kalbim yavaş yavaş umut kırıntılarıyla doluyorken arkadaşıma bahçedeki yürüyüşünde eşlik ettim. Holmes evin her karışını büyük bir ilgiyle inceledi. Sonra içeri girerek bodrum katından çatıya kadar bütün binayı tetkik etti. Odaların çoğu eşyasız olmasına rağmen onları da inceden inceye kontrol etti. En sonunda, üç odası bomboş olan en üst kattaki koridora geldiğinde tekrar gülme krizine tutuldu.
“Bu davanın