“Ellerinde ize rastlanmaması bir anlam ifade etmiyor; ama eğer olsaydı o zaman her şey değişebilirdi.” dedi Holmes, “İyi oturmayan bir kurşun söz konusu olduğunda barut geriye sıçrayabilir; ama aksi takdirde hiç iz bırakmadan defalarca ateş edilebilir. Bay Cubitt’in cesedini artık yerinden kaldırmanızı önereceğim. Sanıyorum doktor, bayanın yaralanmasına sebep olan mermiyi henüz çıkartmadınız.”
“Bunu yapabilmek için ciddi bir ameliyat gerekir. Ancak tabancada hâlâ dört tane mermi var. İkisi ateşlenip iki yaraya sebep olduğuna göre kullanılmış mermilere açıklık getirmiş olduk.”
“Öyle görünüyor, değil mi?” dedi Holmes, “O hâlde pencere kenarını delip geçen mermi için de bir açıklamanız olacaktır.”
Aniden dönerek uzun, ince parmağı ile pencere çerçevesinin alt kısmının yaklaşık bir inç üzerindeki mermiyle açılmış deliğe işaret etti.
“Aman Tanrı’m!” diye bağırdı müfettiş, “Bunu nasıl gördünüz?”
“Çünkü onu aradım.”
“Harika!” diye bağırdı doktor, “Gerçekten haklısınız efendim. O zaman üçüncü kez ateş edilmiş; demek ki üçüncü bir kişi mevcutmuş odada. Ama o kim olabilir ve buradan nasıl kaçtı?”
“Birazdan bu problemi çözeceğiz.” dedi Sherlock Holmes, “Hatırlıyor musunuz, Müfettiş Martin, hizmetkârlar odalarından ilk çıktıkları anda bir barut kokusu duyduklarını söylemişlerdi ve ben de size bunun çok önemli bir ayrıntı olduğundan bahsetmiştim?”
“Evet, efendim ama ne demek istediğinizi pek anlamamıştım doğrusu.”
“Şu anlama geliyordu: Ateş edildiği sırada sadece pencere değil aynı zamanda kapıları da açıktı. Yoksa barut kokusu evin geri kalan kısmına bu kadar hızlı yayılmazdı. Bunun için cereyana ihtiyaç vardır; ancak hem kapı hem de pencere çok kısa bir süreliğine açık tutulmuştu.”
“Bunu nasıl kanıtlayabilirsiniz?”
“Çünkü mum akmamış.”
“Mükemmel!” diye bağırdı müfettiş, “Mükemmel!”
“Pencerenin bu talihsiz olay sırasında açık olduğundan emin olduktan sonra o açıklıkta durup ateş eden üçüncü bir kişinin varlığından şüphelendim. Bu kişiye doğru ateşlenmiş bir kurşunun pervaza çarpması beklenebilir bir şeydir. Bunun üzerine pervazı inceledikten sonra aradığım merminin izini buldum!”
“Peki daha sonra pencere ve kapıyı nasıl kilitlediler?”
“Kadının ilk hareketi içgüdüsel olarak pencereyi kapatıp kilitlemek olmuştur. Ama ah! Bu da ne?”
Çalışma masasının üzerinde bir kadın çantası duruyordu; gümüş rengi, timsah derisinden yapılmış, ufacık, süslü bir çanta… Holmes çantayı hemen açarak içindekileri boşalttı. Lastikle bir arada tutulan yirmi adet elli sterlinlik İngiltere Bankası banknotundan başka bir şey yoktu.
“Bunu koruma altına almalıyız çünkü mahkemede delil olarak kullanılacak.” dedi Holmes içindekilerle beraber çantayı müfettişe uzatarak. “Şimdi, artık ahşap pervaza bakıp odanın içinden atıldığı anlaşılan üçüncü kurşuna açıklık getirmenin zamanı geldi. Aşçı Bayan King ile tekrar görüşmek istiyorum.”
“Bayan King, çok yüksek bir patlama sesiyle uyandığınızı söylediniz. Bunu söylerken birinci sesin ikinciye göre daha şiddetli olduğunu mu ifade etmek istemiştiniz?”
“Aslında efendim, uykudan uyandığım için pek emin olamıyorum. Ama çok yüksek bir ses olduğunu söyleyebilirim.”
“Aynı anda iki farklı silahtan ateş edilme ihtimali var mıdır sizce?”
“Pek emin olamıyorum efendim.”
“Şüphesiz böyle olduğunu düşünüyorum. Sanıyorum bu odada her şeyi yeterince tetkik ettik Müfettiş Martin. Eğer benimle gelme nezaketinde bulunursanız bahçenin bize sunacağı yeni ipuçlarını birlikte arayabiliriz.”
Çalışma odasının penceresinin altında bir çiçek tarhı uzanıyordu ve ona doğru yaklaşırken hepimiz, şaşkınlıktan ufak bir çığlık attık. Çiçekler çiğnenmişti ve yumuşak toprağın üstü ayak izleriyle doluydu. Garip bir şekilde uzun parmakları olan, büyük bir erkek ayağının izleriydi. Holmes çimenlerin ve yaprakların arasında, yaralı bir kuşu arayan av köpeği misali dolanıp durdu. Sonra memnun bir ifadeyle öne eğilip yerden küçük, pirinç bir silindir aldı.
“Tam düşündüğüm gibi!” dedi, “Tabancanın bir ejektörü varmış, üçüncü kovan da burada. Sanıyorum Müfettiş Martin, davamızın sonuna epey yaklaştık.”
Holmes’un araştırmalarında hızlı ve zekice ilerlemesi karşısında, kasaba müfettişinin yüzü çok yoğun bir şaşkınlık ifadesine büründü. İlk başta kendi pozisyonunu düşünüp tavır takınmıştı; ancak şimdi hayranlıkla dolup taşıyor ve Holmes’un söylediklerini harfi harfine yerine getirmeye çalışıyordu.
“Kimden şüpheleniyorsunuz?” diye sordu.
“Bunu sonra konuşuruz. Bu davanın birkaç noktasını henüz size açıklayamayacağım. Bu nedenle artık kendim devam etmeliyim ve meseleyi aydınlığa kavuşturmalıyım.”
“Nasıl isterseniz Bay Holmes, yeter ki adamımızı yakalayabilelim.”
“Gizem yaratmak niyetinde değilim ama harekete geçmemiz gereken bir anda uzun ve karmaşık açıklamalara girmem imkânsız. Bu meselenin bütün ipuçları şu an elimdedir. Bayan tekrar bilincine kavuşmasa bile dün geceki olayların ayrıntılarına inip parça parça inceleyerek adaletin yerini bulmasını sağlayabiliriz. Şimdi, ilk olarak bu civarda ‘Elrige’s’ adında bir hanın bulunup bulunmadığını öğrenmek istiyorum.”
Tekrar sorgulanan hizmetkârlar böyle bir yeri daha önce hiç duymadıklarını söylediler. Ancak seyis yamağı olayı biraz aydınlatarak birkaç mil ötede, Doğu Ruston tarafında, bu isimde bir çiftçinin yaşadığını hatırladı.
“Issız bir yer midir bu çiftlik?”
“Çok ıssızdır efendim.”
“Belki oradakiler dün gece olanları henüz duymamışlardır.”
“Belki efendim.”
Biraz düşündükten sonra Holmes’un yüzünü muzip bir gülümseme kapladı.
“Atı eyerle evlat!” dedi, “Senin Elrige’s Çiftliği’ne bir mesaj götürmeni isteyeceğim.”
Üzerlerine dans eden adamların çizildiği kâğıt parçalarını çıkardı cebinden. Bunları önüne sererek bir süre çalışma masasında uğraştı. En nihayetinde kâğıtları oğlana uzatarak sadece üstünde adı yazılı kişiye iletmesini söyledi ve sorulan sorulara asla cevap vermemesini istedi. Nota göz attığımda, Holmes’un her zamanki düzenli el yazısı yerine dağınık ve düzensiz harfler kullandığını gördüm. Elrige’s Çiftliği, Doğu Ruston, Norfolk’a, Bay Abe Slaney adına yazılmıştı.
“Sanıyorum