Elǝ bil o qǝsdǝn saxlayır bizi.9
Körpünü basmışdır yabanı otlar,
Nǝ cığır görünür, nǝ ayaq izi…
Kim bilir, kim bilir, nǝ vaxtdan bǝri
Bir insan keçmǝyir bu daş körpüdǝn
Elǝ bil yol çǝkir onun gözlǝri,
Fǝqǝt nǝ gǝlǝn var, nǝ dǝ bir gedǝn.
O kimdir? Gözümǝ görünür bu dǝm?
Kimdir o ixtiyar? Xǝyaldır, nǝdir?
Yox, yox, o nǝ xǝyal, nǝ ǝfsanǝdir,
Gördüyüm insandır, gözlǝrindǝ qǝm…
Çatıb qaşlarını körpüyǝ baxır,
Qǝlbindǝ dağ boyda sözümü vardır?
Başından tüstülǝr, dumanlar qalxır,
Cansız ǝllǝri dǝ qabar-qabardır…
Bildim, o memardır… O yaradandır.
Yaxın gǝl, oxucum, bax ǝllǝrinǝ!
O Araz üstündǝ xeyli zamandır
Ağlayır xar olmuş10 ǝmǝllǝrinǝ…
Kim bilir, kim bilir, nǝ vaxtdan bǝri
Bir insan keçmǝyir bu daş körpüdǝn.
Elǝ bil yol çǝkir onun gözlǝri11,
Fǝqǝt nǝ gǝlǝn var, nǝ dǝ bir gedǝn… (Vurğun, 1986: 1/55 vd.)
Tebriz’e varan bu kafileler gazeteler, kitaplar yayımlayarak, kütüphaneler, kültür merkezleri oluşturarak, tiyatro, sinema ve konser salonları kurarak Güney Azerbaycan Türklerini bilinçlendirir (Hesenli, 1999: 74 vd.).
Ruslar, İran’da İngilizlere karşı verdikleri sömürü yarışında İran Türklerini kullanmak ister (Saray 1988a: XII-II/434).
Mir Cafer Pişeverî, ilk seçimde, İran Demokrat Partisi’nden Tebriz milletvekili seçilir. Şah Muhammed Rıza Pehlevî, Pişeverî ve arkadaşlarını meclise sokmaz. Pişeverî, Tebriz’e dönüp “Azerbaycan Demokrat Partisi”nin başına geçer. Kurucu Meclis oluşturulur. Ardından seçim yapılır ve 12 Aralık 1945 (21 Azer 1324) günü “Azerbaycan Millî Hükûmeti” kurulur. Pişeverî Hükûmeti, ilk iş olarak resmî dili Türkçe yapar, Radyo İstasyonu kurar, Tebriz Üniversitesi’ni açar (Kafkasyalı, 2010: 86).
8 Mayıs 1945 günü Almanlar, müttefik devletlere teslim olur. Anlaşma gereği işgal kuvvetlerinin altı ay içerisinde İran’ı terk etmeleri gerekir. İngiliz, Amerikan ve Fransız güçleri İran’dan çekilirler. Fakat Rus kuvvetleri çekilmez. İran Türklerinin bağımsızlık mücadelesini elinde koz yaparak İran petrolleri üzerinde imtiyaz sahibi olmak ister. Şah, Başbakan Kavam’ı bir heyetle Moskova’ya göndererek Ruslar’la gizli bir anlaşma yapar. Güney Azerbaycan petrollerinin işletme hakkı Ruslara verilir. Ruslar istediklerini aldıktan sonra Güney Azerbaycan’dan çekilir (Bayır 1999: 117).
Tahran yönetimi, artık “Azerbaycan Millî Hükûmeti”ni ortadan kaldırmanın yolunu açmıştır. Tahran yönetimi, “Azerbaycan Muhtar Hükûmeti”ni yasa dışı ilân ederek 10 Aralık 1946’da, Amerikalı General Norman Schwartzkopf’un komutasında ve Amerika’dan satın alınan 150 savaş uçağı ve binlerce ağır silahla donatılmış İran ordusu, beş koldan Tebriz üzerine yürür. Güney Azerbaycan şehir ve köylerinin üzerine bomba yağdırır. Şah orduları 12 Aralık 1946’da Tebriz ve Urmiye’ye girer. Üç gün bölgede katliam yapar. 25 bin Azerbaycan Türkü katledilir. 2500 kişi idama mahkûm edilir. 8 bin kişi ağır cezalara çarptırılır. 3600 aile Fars bölgelerine sürgüne gönderilir. 70 bin kişi Kuzey Azerbaycan’a sığınır. Bütün bunlar yetmemiş gibi Şah orduları, bütün kültür, sanat ve edebiyat ocaklarını, yayınevlerini, kitapçıları, şairler ve yazarlar evini, bütün kültür kulüplerini yakıp yıkar, yağmalar. Türkçe yayımlar başta olmak üzere, bütün Türklükle ilgili kitaplar toplatılarak tongallarda (büyük ateşlerde) yakılır (Mücirî, 1985:171; Bayır, 1999: 117; Tağıyeva vd. 2000: 260).
Türkiye’den sonra en büyük Türk toplumunun yurdu olan Güney Azerbaycan’da meydana gelen bu vahim olaylara dünyanın hiçbir gazeteci, şair, yazar, edibinden ses çıkmaz. Ne Türk Dünyasından ne İslam ülkelerinden ne de Hristiyan dünyasından kimse ağzını açıp ne bir cümle söyler ne de yazar. Sadece Kafkas Türklüğü’nün yanan yüreği Samet Vurgun sesinin en yüksek perdesinden itiraz sesini yükseltir.
Konunun vahametini daha iyi anlamak için katliamdan kaçıp Bakü’ye sığınan Şair Ali Tude’nin sonraki yıllarda kaleme aldığı ve bu vahşeti anlatan “Kitap Tongalı”12 adlı manzumesinden birkaç dörtlük okumak yerinde olacaktır:
Şəhərin içində daşlı bir meydan,
Yanır ortalıqda kitab tonqalı.
Kənarda dayanan necə yüz insan,
Alova baxdıqca gözü qaralır.
…
Ah, öz dilimizdə yaranıb qalan,
Şerlər, nəğməler, dəstanlar yanır.
Sanki tək kağızlar deyil kül olan
Arzular, ilhamlar, vicdanlar yanır.
….
İzdiham içindən kiçik bir uşaq
Tonqalın yanına qaçır bu zaman,
O öz kitabını tanıyır, ancaq
Oddan götürməyə hardadır imkân?
…
O öz kitabını götürür meğrur,
İti addımlarla çıxır aradan.
Qezəbli valinin əmrile odur,
Dalbadal güllələr yağır arxadan.
Uşaġ üzü üstə yıxılır yərə,
Nəmli torpaqlara tökülür qanı.
Qalxır, izdihama baxır son kərə,
Köməyə çağırır bütün meydanı.
…
Ağır addımlarla o gəlir (atası), ancaq
Qəzəbli gözleri yaşlarla dolu.
İsti qucağında bayaqki uşaq,
Vaxtsız öldürülmüş günahsız oğlu.
O gəlir, oğlunun paltarı al qan.
Bir sarılıq çökmüş gül yanağına.
O sanki döyüşde yaralar alan
Al bayrağı almış öz qucağına.
(Kafkasyalı, 2002: 5/362 vd.)
Samet Vurgun, iktidar, irade, vicdan ve kalemlerini devrin zorbalarına kiraya vermiş yazar, şair ve “sahiplerinin” zulmünü alkışlayan, mazlumu görmezden gelen arsızlara ders verir. O, bir yandan ülkesinde başına açılan oyunlarla uğraşırken bir yandan da dünyayı yöneten büyüklerin ve onların yerli işbirlikçilerinin Türk diline, edebiyatına kültür ve sanatına karşı başlattıkları katliamı lanetler.
Vurgun, Amerika ve Batılı güçlerin güdümündeki Tahran hükûmetinin 12 Aralık 1946 günü Tebriz’i işgal edip “Azerbaycan Muhtar Hükûmeti”ni