Ali Kafkasyali
Samet Vurgun
ÖN SÖZ
Milletine vurgun, milletine pervanedir Hamiyetperverdir Vurgun, ona perva nedir?
Belli ki, uzun uzun yaşamaktan daha fazla, rahatından daha fazla düşündüğü bir vazife üstlenen, bu uğurda her türlü azaba ve sıkıntıya katlanmaya razı olan, yapması gerektiğine inandıklarını yaparak huzur bulan, derman olması gerektiğine ve olacağına inandığı dertleri göğüslemekten imtina etmeyen, derdini derman gören bir adam Samet Vurgun. Bir kere ne istediğine ve ne eylemesi gerektiğine karar vermiş, gayrı ne eylemişse onun için eylemiş.
Kendini bilmiş, hasmını bilmiş ve şartları bilmiş besbelli. Milletini sevmiş ve milleti için söylemesi gerekenleri söylemeyi, susması gerektiği vakit susmayı vazife bellemiş. Vazifesi için mücadele ederken attığı her adımda, her eylediğinde yüreği ile beraber olduğunu söylemiş: Hep yürekten eylemiş, ama hiç gönülsüz eylememiş. Gönlüyle birlikte olmuş her daim. Gönlü bir olmuş, şeksiz olmuş, yalandan, riyadan uzak olmuş.
Devletsiz kalan milletine töresini anlatmış. Töresi olanın ili olur elbet demiş milletine. Değerlerine sahip çıkarsa, inancını yitirmezse şayet, ili olacaktır bir gün yine. İl için dil gerektir, dil için söz gerektir, söz için gönül gerektir demiş ve gönülden en güzel sözleri söylemiş. İlinin dili olmuş Samet Vurgun.
Erken olmuş, olgunlaşmış, milletine lâzım olanı söylemek için hem de çok güzel söylemiş sözlerini. Milletine, hak ettiğini ve istediğini görsün diye vakfetmiş kendini. Erken ölmüş, milletinin gördüklerini göremeden.
Kara günler görmeyen, kapkaranlık şartlarda aydınlığın hayaliyle ömür sürmeyen, özgürlüğün tadını bir dem tadabilmek için hayatını vakfetmeyen, devleti için milleti için her çetinliğe göğüs germeyen, ilinin vurgunu olup diline gönül vermeyen, Samet Vurgun’u anlamaz elbet. Işıl ışıl parlayan mekânlarda, şatafatlı hayat yaşayanlar anlamaz onu. Bırakınız devlet ve millet için hayatını vakfetmeyi, devletinin ve milletinin varlığını, özgürlüğünü, bağımsızlığını idrak etmeden, vakıf kurup devletinden ve milletinden faydalananlar onu anlamaz.
Milleti karanlıktan kurtarmak için mum olup yanan Samet Vurgun’u, aydınlığı fişe bağlı sananlar anlamaz. Fişin kimde olduğunu, ışığın nereden geldiğini ve kimin verdiğini bilmeyen, fişi çekildiğinde karanlığa gömüleceğini anlamayanlar elbette Samet Vurgun’u anlamaz.
Fedakâr olan, varını feda eden yoklukta değildir. Bahşişle hayatta kalanlar, bahşedilmiş olanı özgürlük deyip alanlar, sahip olmak için feda etmeyi, feda edeni, Samet Vurgun’u istese de anlayamaz. Anlamaz ki, anlatsın. Anlatmak için anlamak gerekir. Anlamak için evvelâ anlaşılacak olandan ve onun hâlinden bilmek, hatta onun düşündüklerini, neden öyle düşündüğünü, yapmaya çalıştıklarını ve yaptıklarını bilmek gerekir.
Bir bilen anlatmış Samet Vurgun’u bu eserde. Bildiğini, eylediğini, gayretini, feda ettiğini, fedakârlığını, karanlığı ve kara günleri yaşadığını bildiğimiz, şahitlik ettiğimiz, milletine, milletinin değerlerine, milletinin birliğine ve dirliğine gönül vermiş, iline vurgun bir adam anlatmış Samet Vurgun’u, onun kutlu yolunu, yolculuğunu.
Kutlu olsun!
AÇIKLAMA
Günümüz Azerbaycan Türkçesinde Türkiye Türkçesinden farklı olarak üç harf fazla kullanılmaktadır:
Biri hırıltılı “h” harfidir ve “x” harfi ile yazılmaktadır.
İkincisi kalın “g” harfidir. Bu ses de “q” harfi ile yazılmaktadır.
Üçüncüsü ise açık “e” sesidir. Türkiye Türkçesinde açık ve kapalı “e” sesleri “e” şeklinde yazılmaktadır. Azerbaycan Türkçesinde ise kapalı “e” sesi “e” şeklinde, açık “e” sesi ise “ə” harfi ile yazılmaktadır.
Bir şema ile gösterecek olursak:
Maksadımız, Azerbaycan Türkçesi metinlerini tabii hâliyle ve bugün kullandıkları alfabe ile sunmaktır.
Çox keçmişǝm bu dağlardan,
Durna gözlü bulaqlardan;
Eşitmişǝm uzaqlardan
Sakit axan arazları;
Sınamışam dostu, yarı…
Metinlerde geçen ve Türkiye Türkçesinde farklı anlamlara gelen yalancı eşdeğer özelliği gösteren kelimelerle ilgili açıklamalar metin altı dipnotlarda verilmiştir.
1. Millî Şair Samet Vurgun
21 Mart 1906’da Azerbaycan’ın Kazak şehrinin Yukarı Salahlı köyünde dünyaya geldi. Babası Yusuf Ağa ve annesi Mahbube Hanım yerli asilzade Vekiloğulları (Vekilovlar) soyundandır. Altı yaşında annesini kaybetti. Anneannesi Ayşe Hanım’ın himayesinde kaldı. İlköğrenime köy mektebinde başladı. Aynı zamanda köyde Müderris Hacı Yusuf Efendi’den Kur’an dersleri aldı. Okulu bitirmek üzereyken 1917 Bolşevik İhtilâli oldu.
Yüz yıldır Çarlık Rusya’sının hâkimiyeti altında bulunan Azerbaycan’da bağımsızlık mücadelesi hız kazandı. Büyük engellemelere rağmen Azerbaycan Halk Cumhuriyeti kuruldu (28 Mayıs 1918).
Lenin, Kafkasya Cephesi Devrim Konseyine gönderdiği telgraf emrinde Bakü’nün kesinlikle ele geçirilmesi gerektiğini emretti. Bir yandan Kızıl Ordu hazırlık yaparken bir yandan da Bakü, Gence, Şeki’de terör eylemleri başlatıldı. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne karşı Anadolu’da ve Kafkas cephelerinde Rusların safında savaşan Taşnak militanları silahlandırılıp seferber edildi. Batılı devletlerin de desteği ile Ermeniler Bakü’de katliam yapmaya başladı. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin yardım talebi üzerine Kafkas İslâm Ordusu, Bakü’ye ulaşıp katliamları durdurdu. Hükûmetin başkenti Gence’den Bakü’ye taşındı. Hükûmet ilk icraat olarak 5 bin manat ödenek ayırarak Gürcistan’ın Gori şehrinde hizmet veren Zagafqazya Muallimler Semineryası’nın Azerbaycan şubesini Kazak şehrine taşıttı. Başından beri bu meselenin takipçisi olan Feridun Bey Köçerli müdürlük görevine getirildi. Aynı yıl (1918) köy mektebini yeni bitiren Samet’in ailesi de Kazak şehrine yerleşti. Samet ve ondan dört yaş büyük kardeşi Mehdihan Vekilov Kazak Semineryasının ilk öğrencilerinden oldular.
Azerbaycan Halk Cumhuriyeti iki yılını tamamlamadan Kızıl Ordu Azerbaycan’ı işgal etti. Osmanlı coğrafyasının muhtelif şehirlerinden kaçıp gelen Ermeni teröristler ile yıllardır Taşnak Ermeni örgütünde görev yapan militanların eşkıya elbiseleri çıkartılıp resmi elbiseler giydirilerek Sovyet Azerbaycan’ının güvenlik ve idari makamlarına getirildi. İstihbarattan emniyete, mahkemelerden hapishanelere kadar en önemli makamlar Ermeniler ile bolşeviklere teslim edildi. Devletin gücünü istismar eden bu ekip devletin bütün ekipmanlarını kullanarak Azerbaycan Türklüğünü sindirmeye başladı. Kazak kadısından köy imamlarına, Çarlık Dönemi memurlarından Cumhuriyet kadrolarına, generallerden yazar, şair, gazetecilere kadar nüfuzlu aydınların ekserisi öldürülüp geri kalanı sürgüne gönderildi.
Okul Müdürü Feridun Bey’in bu çalışmalarını hazmedemeyen yerli Bolşevikler, Sovyet karşıtı Mayıs 1920 Gence İsyanı'nı bahane ederek onu öğrencilerin gözü önünde okuldan alıp elini, kolunu bağlayarak trenle Gence’ye götürüp kurşuna dizdiler (Qasımlı, 2015: 48).
Bu arada Azerbaycan’ın iç karışıklığını fırsat bilen Gürcüler, Azerbaycan’ın sınır köylerini işgal edip yağmaladı. Onlarca Kent Muhafaza elemanını öldürdüler. Şıhlı, Muğanlı, Sarıvelli köylerinin halkı, Gürcü çetelerinin saldırıları sebebiyle köylerini terk edip Yukarı Salahlı koruluklarına, Poylu ve Akstafa fundalıklarına çekildiler. Kışı oralarda geçirdiler.
Baharın ilk ayında Gürcistan’ı Sovyetleştirmek için Kızıl Ordu harekete geçti. Bu hareket sırasında görevleri köylerini, obalarını