Doğa, bu eski sahipliğe bir kat daha kuvvetli bir şekilde tanıklık eder. Bitkibilimciler, bir bitkinin yabani türden tamamen ayrı bir forma dönüşmesi için çok uzun bir tarım süreci gerektiğini ifade ediyorlar; ayrıca bitkinin bağımsız hayat gücünü kaybedip neslinin devamının yalnızca insanların eline bakması için gereken yapay üreme daha da uzun süreli olmalıdır. İşte mısır, tütün, pamuk, kinoa ve manyok bitkileri ile bitkibilimcilerin Gulielma speciosa dedikleri palmiye türünün durumu tam olarak böyledir. Pamuk hariç bu bitkilerin hepsi, yalnızca Amerikan yerlileri tarafından çok eski zamanlardan beri ekilmektedir. Bunların hiçbiri, bilinen herhangi bir yabani türle daha fazla ilişkilendirilemez. Bazıları, insan bakımı olmadığı sürece yok olmaya mahkumdur.36 Bu, ne kadar uzun sürenin geçtiğine işaret eder? İnsanın Kızılderili mısırı yetiştirme düşüncesinden önce kaç yüzyıl geçmiştir? Mısırın neredeyse yüz enleme yayılmasından ve asıl formuyla tüm benzerliğini kaybetmesinden önce ne kadar zaman geçmiştir? Kimin bu sorulara cevap verecek cesareti var? Sağ görüşlü düşünürler, “Amerika nasıl nüfuslandı” gibi tartışmalı soruları bırakmak için geçerli nedenler bulacaklar ve ileri sürülen gerçekdışı çözümlere (Yahudiler mi Japonlar mı yoksa son teorilerde olduğu gibi Mısırlılar mı) gülüp geçeceklerdir.
Bu ve diğer değerlendirmeler, bahsettiğim izolasyonu kuvvetli bir şekilde kanıtlıyor. Ayrıca bunlar, çok eski çağlarda bu ırkın büyük aileleri arasındaki kapsamlı ilişkiyi ve zihinsel tür birliğini gösteren olumlu bir delildir veya hala gözlemlenebilir bir soy birliğini ima ediyor olabilir. Mısır, pamuk ve tütün tarımcılık dönemlerinde sadece ticaret yoluyla bu kadar yayılmış olamaz. Ayrıca, büyük dil aileleri arasında Profesör Muschmann’ın sözleriyle “bizi hayretler içerisinde bırakacak kadar”37 sözlü benzerlikler mevcuttur. Bunlardan bazısına daha sonra değinilecek. Son olarak, bu ırkın psikolojik yapısına geçerek üyelerinden biri üzerine eşsiz bir eser kaleme alan keskin görüşlü bir doğabilimcinin sözlerini alıntılayabiliriz: “Amerika’nın ilkel sakinlerinin hepsinin akraba bir kültür ölçeğinde durmaları bir yana hepsinin zihinsel durumları, ki insanlık esas olarak kendisini burada gösterir, yani dini ve ahlaki bilinçleri (diğer tüm dahili ve harici durumların kaynağı) etkilendikleri doğal şartlar ne kadar farklı olsa da birbiriyle aynıdır.”38
Çalışmamda, bu görüşlerin doğruluğunun farkında olarak tropikal veya ılıman, medeni veya barbar gibi bütün yapay ayrımlardan mümkün olduğunca uzak durulacak. Bu ırk; bütünlük içinde dinleri tüm üyeleri için ortak fikirlerin gelişimi olarak mitleriyle ve fikirlerin etrafını çok verimli olmasa da her yerde aynı kavramları somutlaştırmaya çalışan tasavvurlarla saran örtü olarak incelenecektir.
Amerika mitolojileri konusu, pek çok okur için yeni bir mesele olduğundan ve bu konunun incelenmesinde her şey dikkatli bir kaynak seçimine bağlı olduğundan, öncelikle bu konu üzerine yazılmış olanları çok kısa bir şekilde gözden geçirmekte ve sonraki sayfalarda en sık alıntılanan eserlere verilen göreceli ağırlığı belirtmekte fayda var. Benim vardığım sonuçlar, böyle bir adımın iki misli tavsiye edilebilir gözüktüğü bu konuya daha önce temas etmiş kimselerin sonuçlarından çok farklıdır.
Amerika dinleriyle ilgili felsefi bir araştırmayı 1819’da üstlenen ilk kişi Dr. Samuel Farmer Jarvis’tı (A Discourse on the Religion of the Indian Tribes of North America, Collections of the New York Historical Society, vol. iii., New York, 1821). Dr. Jarvis, kendisini yalnızca Kuzey Meksika’nın kabileleriyle sınırlandırmıştır. Bu, zor bir çalışma alanıdır ve o dönemde iyi bilinmiyordu. İlkel bir medeniyet hali düşüncesi, Dr. Jarvis’i yerel dinlerle ilgili doğru bir değerlendirme yapmaktan alıkoymuştur. Zira bu düşünce, Dr. Jarvis’in bu dinleri daha saf inançlardan meydana gelen gelişmeler yerine kötüye gidiş olarak görmesine sebep olmuştur. Bu yüzden bu dinlerden “diğer uluslar arasında ilkel hakikat yapısına en bağlı kalanlar” olarak bahseder ve bunların “harikulade tek biçimlilikleri”ne de değinir (s.219, 221).
Meşhur Amerikalı etnolog Bay E.G. Squier’in de bu konuyla ilgili yayımlanmış bir çalışması mevcuttur. Bu çalışma, başlığının işaret ettiğinden daha geniş bir kapsama sahiptir (The Serpent Symbol in America, New York, 1851). Öncekilerden çok daha açık fikirli bir ruhla yazılmış olsa da çalışma bütünüyle, yarım yüzyıl önce Avrupa’da çok revaçta olan bir mitoloji ekolünün (oldukça üstünkörü olan) yararınadır. Sözgelimi, aşırı bir genellemeyle şöyle demektedir: “Amerika uluslarının dinleri veya batıl inançları, yüzeysel bakıldığında farklı görünseler de temelde aynı olup maddi yönünün etkisi altında Güneşe veya Ateşe tapınma olarak adlandırılan o ilkel sistemdeki küçük değişikliklerden ibarettir” (s.111). Mitolojinin asıl meselesi yaratıcı güce tapınmadır şeklindeki çok beğenilen ve (söylememde bir sakınca yoksa) karakteristik Fransız öğretisini bu görüşle birleştirir. Böylesi görüşleri maddileştirme eğilimlerinden kurtarmak için bunları belirgin ve evrensel bir tektanrıcılıkla dengelemeyi hayal eder. Şöyle yazar: “Amerika’da iyice tanımlanmış ve açıkça kabul edilmiş bir biçimde bir Yüce Birlik anlayışı ve karşılıklı ilkeler öğretisi vardı (s.154); ve başka bir yerde şöyle yazar: “Tek tanrıcılık fikri, Amerika’nın bütün dinlerinde açık bir şekilde öne çıkar” (s.151).
Büyük beklentilere girerek Kızılderililerle ilgili muhteşem ulusal çalışmamıza bakarsak (History, Conditions, and Prospects of the Indian Tribes of the United States: Washington, 1851-9) büyük bir hayal kırıklığı bizi bekliyor. Bu çalışma, derleyicisi bakımından talihsizdi. Hatta, Amerikan ölçüsüzlüğünün ve yüzeyselliğinin ürünüdür. Bay Schoolcraft eğitimsiz ve dar görüşlü birisiydi. Yanlış ifadeleri gösterişli bir üslupla yazmıştır. Eserin içerdiği orijinal gözlemlerden gelen bilgiler, çoğunlukla gerçek bir değere sahip olsa da yerlilerin tarihi ve dinleriyle ilgili genel değerlendirmeler son derece sığ ve güvenilmezdir.
Alman profesör Dr. J.G. Müller, Amerika’nın ilkel dinleri üzerine oldukça hacimli bir çalışma yazmıştır (Geschichte der Amerikanischen Ur-religionen, s.707: Basel, 1855). Görüşü şu yöndedir: “Güneyde güneş putlaştırılarak doğaya tapınılır, kuzeydeyse fetişizmle birleşmiş bir ruh korkusu vardır. Bu ikisi Kızılderililer dininin temel iki unsurunu oluşturur.” (s.89, 90). Bu varsayımsal karşıtlığı Algonkin ile Apalaş kabileleri ve Guatemalalı Toltekler ile Meksikalı Aztekler arasında çizer. Alıntıları neredeyse tamamen ikinci el kaynaklara dayanır ve Haitili siyahilerin puta tapınmasını Chiapalı Votanlarınkiyle karıştırılmasına dair olgularını eleştiri süzgecinden pek az geçirir.
Merhum Dr. Teodore Waitz’in antropoloji çalışması çok daha iyidir (Anthropologie der Naturvölker: Leipzig, 1862-66). Amerika yerlileri üzerine bundan daha kapsamlı,