Latinlerin tanrılarına genel olarak Superi (yukardakiler) diye hitap etmesi gibi, Kaptan John Smith Virginialı Powhatanların oki (yukarıdaki) kelimesini aynı anlamda kullandıklarını keşfetmiştir. Ve hatta bu kelime, “kötü bir şekilde bezenmiş ahşap bir put” şeklinde belirli bir kişilik bile kazanmıştı. Algonkin dilinin daha saf lehçelerinde daima belirsizdir: nipoon oki (yazın ruhu), pipon oki (kışın ruhu) gibi. Kelimeyi İrokualar ile tanıştıran Algonkinlerin komşuları ve akrabaları olan Huronlar olabilir. Huronlar bu kelimeyi “mevsimlere hükmeden, rüzgârları ve dalgaları zapt eden, insanların işlerini yoluna sokabilen ve tüm eksikliklerini karşılayabilen şeytani bir güç” anlamında kullanıyorlardı.47 İrokuaların çok uzak başka bir kolunda (Güney Virginialı Nottowayler), quaker gibi tuhaf bir şekilde yeniden ortaya çıkar. Kuşkusuz powhatan dilindeki qui-oki’nin (ikincil tanrılar) bozulmuş halidir.48 İrokuaların taptıkları isim garonhia idi. İncelendiğinde, bu kelimenin de gökyüzü için kullanılan ortak sözcükleri olduğu ortaya çıkar. Yine büyük ihtimalle yukarıda olmak anlamına gelen gar fiilinden türemiştir.49 Aztek ve Kiçe efsanelerinde “Gökyüzünün Kalbi”, “Gökyüzünün Efendisi”, “Mavi Düzlemkürenin Prensi”, “O, her şeyin üstündedir” gibi ifadelere sıkça rastlanır ve Molina’ya göre, Arukanyalılar daha cüretkâr bir metaforla en yüce tanrılarına “Gökyüzünün Ruhu” adını veriyorlardı.
Bu son ifade, başka bir düşünce silsilesine sebep olur. Filozofların, öz bilincin işleyişleri üzerine kafa yorarak çeşitli yolların Tanrı’ya zemin hazırladığını kabul etmeleri gibi, ilkel insan da dilini şekillendirirken bazen bir yoldan bazen diğerinden yürümüştür. Şüpheciler her şeyi sorgulasa da bir Tanrı ve ruh mutlaka varsa, bunların tözümsü olduğundan şimdiye kadar hiç kimse şüphe etmemiştir. Bu sağlam inanç, dil üzerinde tanrısal, ruhani alemi ifade etmek için geliştirilen isimlerde iz bırakmıştır. Bize Kızılderili dillerinden daha yakın olan dillerden elde ettiğimiz ipuçlarının izini sürüp spiritual50 kelimesini incelersek bu kelimenin Latince spirare’den (esmek, nefes almak) geldiğini buluruz. Yine Latincede animus (öz), anima (ruh) kelimelerinin kökenine bakarsak bunlar Grekçe anemos (rüzgâr) ve aémi (esmek) kelimelerine işaret eder. Grekçede ruh veya öz için kullanılan ifadeler psuche, pneuma, thumos kelimeleridir. Bunların hepsi doğrudan, rüzgârın veya nefesin hareketini ifade eden eylem kökünden gelmektedir. İbranice ruah kelimesi Eski Ahit’te kimi zaman rüzgâr, kimi zaman öz, kimi zamansa nefes olarak tercüme edilir. Aslında, ghosts ile gusts, breaths ile breezes,51 Yüce Öz ile Yüce Rüzgâr etimolojik olarak bir ve aynıdır. Durumun sebebini tahmin etmek kolaydır. Ruh, candır; can ise nefestir. Görülmez, ölçülemez, şiddetli devinimle hızlanan, dinlenirken ve uyurken yavaşlayan, ölümde çok uzaklara göç eden nefes, hayatın en belirgin işaretidir. Tüm uluslar, bu benzerliği alıp birini diğeriyle özdeşleştirmiştir. Ancak nefes, rüzgârdan ibarettir. Dolayısıyla; yukarı, aşağı, ileri, geri hareket eden; bulutları sürükleyen, özünde görünmez olan, korkunç fırtınalara ve çeşitli mevsimlere sebep olan rüzgârı nefes (Tanrı’nın özü) yani Tanrı’nın kendisi olarak görmek ne kadar kolaydır! Dolayısıyla, Musevi yaratılış hikâyesinde “muazzam bir rüzgâr”ın biçimsiz denizin üzerinden geçerek dünyayı meydana getirdiği ve Tanrı’nın kile canlı bir ruh bahşettiğinde ona “yaşamın rüzgârı”nı üflediği söylenir.
Kendimizi bu benzerliklerle donatarak Amerika’nın ilkel dillerine dönüyoruz. Onları, Eski Dünya’da olduğu gibi belirgin bir halde buluyoruz. Dakota dilinde niya düz anlam olarak nefes, mecazen hayat demektir. Netala dilinde piuts; hayat, nefes ve ruh demektir. Eskimo dilinde silla, hava ve rüzgâr anlamına geldiği gibi, bir bütün olarak dünyanın en yüce fikrini ve akıl yürütme melekesini veren kelimedir. Yüce varlığa Sillam Innua (Havanın veya Her Şeyin Sahibi) veya Sillam Nelega (Havanın veya Rüzgârın Efendisi) derler. Oregonlu Yakamaların dilinde wkrisha, rüzgâr var, wkrishwit hayat var anlamına gelir; Azteklerde ehecatl havayı, hayatı ve ruhu ifade etmekteydi ve mitlerinde kişileştirilerek, kendisine genellikle Yoalliehecatl (Gece Rüzgârı) denilen en yüce ilahları Tezcatlipoca’nın nefesinden doğduğu söyleniyordu.52
Rüzgârın tanrı olarak kişilik kazanmasına yol açan, hayatın ve gücün bu tezahürünü onun görünmeyen bilinmeyen sebebiyle birleştiren bu aktarma aslında belli belirsizdir. Dolayısıyla, Kriklerin yüce görünmez hükümdarlarına ESAUGETUH EMISSEE (Nefesin Efendisi) diye hitap ettiklerinde ona atfettikleri değerli bir sıfattı. Bu şüphesiz, başlangıçta komşuları Çerokilerin kullanmaya alışık oldukları OONAWLEH (Rüzgârların En Yaşlısı), ile eşdeğer anlama sahip bir kavramdı ama sonra hızlıca, ilahın bu doğal hava olayıyla mutlak bir şekilde özdeşleştirilmesine yol açtı. Bu durum, aynı uluslar zümresinde meydana gelmiş gibi görünüyor. Zira Çoktav dilinde ilah için kullanılan asıl kelime HUSHTOLI (Fırtına Rüzgârı) idi.53 Bu düşünce aslında, her zaman sembolün içinde kayboluyordu. Kiçe efsanelerinde gizemli yaratıcı güç HURAKAN’dır. Bu, uzak atalarının Antillerden beraberlerinde getirdiği, onların dilinde hiçbir anlamı olmayan bir isimdir. Kelime, anlamını eski Haiti dilinde bulur ve hurricane, ouragan, orkan şekilleriyle Avrupa dillerince Karayip Denizi’nde meydana gelen korkunç tornadonun ismi olarak benimsenmiştir.54 Eski Meksika’da birkaç kabilenin başlıca ilahı olan Mixcohuatl (Bulut Yılanı), bugün bile dillerinde tropikal kasırga için kullanılan doğru ifadedir ve Panama yerlileri, Tuyra adıyla aynı doğa olayına tapıyorlardı.55 Peru’da havayı öpmek, kolektif ilahlara tapınmanın en yaygın ve en basit göstergesiydi.56
Mitoloji üzerine çalışan pek çok yazar, rüzgârlara verilen önemi inceledi. Hiçbiri asıl kaynağını bulamadı. Meteorolojiyle ilgili olguların bir çözüm için tümüyle yeterli olduğu düşünüldü. Sanki insan, Tanrı düşüncesini her zaman doğadan devşirmiş veya devşirebilirmiş gibi! Rüzgârın nefesle, nefesin hayatla, hayatın ruhla ve ruhun Tanrı’yla özdeşliğinin kaynağı, çok daha derin ve esaslıdır. Burada kabataslak bir şekilde izini sürdüğüm bu kaynağın fark edilmeden gelişimi, yalnızca dilin tanıklığıyla doğrulanır.
Bununla birlikte, ifadelerden hiçbirini Tek Yüce Varlığın ayrı olarak tanımlanmasının ispatı gibi yorumlamayalım. İster Sami halklarının belirli tek bir Tanrı’sında görüldüğü gibi olsun isterse Brahmanların belirsiz panteist anlamında olsun, Amerika kıtasında tektanrıcılığın tek bir örneğine rastlanmaz. Misyonerler, yerlilerin dillerinde Deus (Tanrı) olarak çevrilmeye uygun tek bir kelime bile bulamadılar. Nasıl bulsunlar ki? Bu isme izafe