Kızılderili Mitolojisi. Daniel G. Brinton. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Daniel G. Brinton
Издательство: Maya Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9786258361001
Скачать книгу
mutlak bir şekilde kınamak durumundayım. Diğer mitolojilere defalarca uygulanıp hiç sonuç vermeyen bu görüş, Avrupa ve Doğu tarihini inceleyen bütün seçkin araştırmacılar tarafından artık reddedilmektedir. Ayrıca bu görüşü Amerikan dinlerinin içine sokmaya çalışmak bu dinleri daha da belirsiz ve itici bir hale getirip onları şu anda sahip oldukları tek değerden (insanlığın dini fikirlerinin kademeli gelişimini göstermesinden) mahrum etmek demektir.

      Diğer taraftan bunları kullanış biçimi üzücü olsa da Amerika’nın eski tarihiyle ilgilenen herkes, bu yorulmak bilmez kâşife İspanya’nın ve Orta Amerika’nın ihmal edilmiş kütüphanelerinden ortaya çıkarıp halkın bilgisine sunduğu paha biçilmez malzemeler için ne kadar teşekkür etse azdır. Bunlardan en önemlisi, Kiçelerin Kutsal Milli Kitabı’dır. Bu kitap, Guatemala kabilesi olan Kiçelerin orijinal dilinde yazılmış efsanelerini içerir ve 1725 dolaylarında Rahip Francisco Ximenes tarafından çevrilmiştir. Bu misyonerin el yazmaları, bu yüzyılın başlarında Don Felix Cabrera tarafından kullanıldı, ancak 1850’de Abbé Brasseur bile kendisini bunlara tamamen kaptırmış olsa gerekir (Lettre à M. le Due de Valney, Meksika, 15 Ekim 1850). Abbé’nin mektuplarında kullanılan pişmanlık ifadeleriyle bunların öneminin anlaşılmasından sonra Dr. C. Sherzer, 1854’te Guatemala şehrindeki San Carlos Üniversitesi kütüphanesinde bunları keşfetme şansına nail olmuştur. Efsaneler, Kiçeceydi ve yanında İspanyolca çevirisiyle şerhler de vardı. İspanyolcası Dr. Scherzer tarafından kopyalandı 1856’da Viyana’da Las Historias del Origen de los Indios de Guatemala, por el R.P.F Francisco Ximenes başlığıyla basıldı. Abbé 1855’te orijinalin bir kopyasını aldı ve bunu kendi tercümesiyle 1861’de Paris’te Vuh Popol: Le Livre Sucré des Quichés et les Mythes de l’Antiquité Américaine başlığıyla yayımladı. Kitaba bakınca bu efsanelerin, din değiştirmiş bir yerli tarafından on yedinci yüzyılda bir tarihte yazıldığı anlaşılmaktadır. Bu efsaneler, ulusal tarihi yaklaşık iki yüzyıl geriye götürür ve bunun ötesinde her şeyin mitolojik olduğunu ileri sürer. İki çeviri de çevirmenlerinin özgün yorumlarıyla renklendirilmiş olsa da bu kitap, Amerikan mitolojisiyle ilgili günümüze kadar gelen en eksiksiz ve değerli çalışmadır.

      Son birkaç yıl içinde çok değerli başka bir kaynak akademisyenlerin erişimine sunuldu. Bu, Relations de la Nouvelle France isimli eserdir. Bu kitap, İrokualar ile Algonkinler arasında bulunan Cizvit misyonerlerinin 1611 ve sonrasına ait yıllık raporlarını içerir. Bu çalışmaya atıflarım her zaman 1858 Quebec baskısındandır. “Sketch of the Creek Country” adlı kısa eser, Krikleri konu alan ve diğerinden aşağı kalır yanı olmayan bir çalışmadır. Eser, Albay Benjamin Hawkins tarafından yaklaşık 1800’de yazılmış ve tam hali ilk defa Georgia Historical Society tarafından 1848’de basılmıştır. Atıfta bulunduğum diğer çalışmaların çoğu, burada özel bir incelemeye ihtiyaç duymayacak kadar iyi bilinir veya alıntılandıkları zaman dipnotlarda daha ayrıntılı bir şekilde bahsedilecektir.

      İkinci Bölüm

      Tanrı Düşüncesi

      Mitolojinin; semboller, şekiller ve anlatıyla ifade edilen ve her zaman daha açık bir söyleyiş için mücadele veren bir tanrı fikri olduğu tanımını kabul edersek bu fikrin izini dildeki ilk somutlaşmasında sürmek yeterli değildir. Ayrıca, karşılaştırma yapılabilmesi için bu fikrin en son ve en çok kabul gören anlatımı nedir diye sormak gerekir. Bunun cevabını bize Immanuel Kant verir. Kant, deneyimden elde edilen olgulardan hareket ederek, aklımızın sürekli olarak bu olguları birbirine bağlayan ilkeleri elde etmeye çalıştığını ve yalnızca tüm tutarsızlıklarını uzlaştıran ve onları tek parçada birleştiren yüce bir başlangıç ilkesinin var olduğu kanısında tatmin olduğunu göstermiştir. Kant, bu ilkeye Aklın İdeali demektedir. Bu görüş doğru olmalıdır çünkü bizim doğruyu tek sınama yöntemimiz olan mantık yasalarından çıkarılır. Dahası benlik duygusu ve iç ses, kaynakları incelendiğinde, yalnızca sonsuz bir benliğin ve mutlak bir doğruluk ölçütünün varsayımıyla açıklanabilir. Diğer taraftan, bütün bunlar bazılarına kılı kırk yararak elde edilen metafizik kurnazlıklardan ibaretmiş gibi geliyorsa bu kimseler, realist tanımına yakındır: Tanrı düşüncesi, bireyin kendi eylemlerinin benzerliği üzerinden akıl yürüterek geride kalmayı ve doğa olaylarını meydana getirmeyi hayal ettiği bütün o zihinsel eylemlerin bir toplamıdır.39 İkisinden biri doğruysa, ilah kavramından yoksun bir kabilenin ve hatta aklı başında bir insanın nasıl var olabileceğini kavramak zor olurdu.

      Amerika’da Tanrı fikrinin yokluğuna dair hiçbir örnek bulunmamıştır. Bu fikir genellikle, muğlak, gülünç ve değersizdi ama her yerde insanlar bir sensus numinis ile yoğrulmuştu: İnsanın etrafında, arzu ederlerse ona yardımcı olabilecek veya ona zarar verebilecek görünmez, kudretli faillerin olduğuna dair bir his. Her kalpte Bilinmeyen Tanrı için bir sunak vardı. Ancak bu görünmeyen güçlere birlik fikri iliştirmek alışılmış bir durum değildi. Mitolojinin henüz gelişmediği eski zamanlarda ve son derece cahil şartlarda, sonradan çeşitli zamanlarda reformcular tarafından tekrar canlandırılan bir tek tanrıcılığın hâkim olduğu varsayımı, vahşi yaşam coşkusu ve doğal hal övgüsü filozofların ilgi alanı olmaktan çıktığında sona ermesi gereken bir kanıdır. Burada soyutlama becerisi çok az olan insanlardan bahsediyoruz. Doğa kuvvetlerinin sergilenmesi, öz bilinçleri ve hissettikleri gizli güçlerin tezahürleri gibi geliyordu onlara. Bu çeşitli tezahürleri bir araya getirip bunları bir karakterin faaliyetleri olarak kabul etmek atılması kolay bir adım değildi. Gerçi o, bizden çok da uzakta değildir. Carriere şöyle söyler: “İnsanlar ne zaman açık bir şekilde düşünse veya derinden hissetse, Tanrı’yı öz bilinçli birlik olarak tasarlar,” ve başka bir yerde şöyle yazar: “Çoktanrıcılıkla çelişmeyen, düşünceye değil, dini duygulardaki canlı sezgilere açık olan bir tektanrıcılık anlayışına sahibiz.”40

      Nitekim bu, Kızılderililer arasında da böyleydi. Hiçbir Avrupa diline benzemeyen dillerinde genellikle bir kelime bulunur: Gözle görülmeyen dünyanın tüm tezahürlerini kapsayan ancak ona özel bir teklik anlamı vermeyen bir kelime. Bu kelime; ruh, cin; Tanrı, şeytan, gizem, büyü olarak yorumlanmış ama İngilizceye ve Fransızcaya genellikle son derece saçma bir şekilde “medicine”41 diye çevrilmiştir. Algonkin lehçelerinde bu kelime manito ve oki, İrokua dilinde oki ve otkon, Dakota dilinde wakan, Aztek dilinde teotl, Keçuva dilinde huaca ve Maya dilinde ku’dur. Bu kelimelerin hepsi en genel haliyle doğaüstü düşüncesini ifade eder. Ayrıca doğaüstü kelimesinde olduğu gibi, yer algısı aktarımı görüyoruz. Bu kelime, tam anlamıyla doğal dünyanın yukarısında olanı ifade eder. Dolayısıyla bu belirsiz ve ilkel ifadelerin analizini yaptığımızda aynı kinayeye rastlıyoruz. Wakan zarf olarak yukarıda anlamına gelir; oki, oghee’nin başka türlü yazılmasından ibarettir ve otkont, hetken ile uyuşuyor gibi gözükür. İkisi de aynı anlama sahiptir.42

      Bu aktarım yalnızca mecaz değildir, bilakis köken itibarıyla tam olarak insan zihninin dokusundan gelir. Gökyüzü (üstteki bölgeler) her dinde ilahın ikametgahı olarak farz edilir. Daha yüksek olan her zaman daha kuvvetli ve soylu olandır; daha üstün olan, bizden daha iyi olandır ve dolayısıyla Algonkin dilinde kabile şefine oghee-ma, daha yüksek olan, denir.

      İnsanda onu sevinç coşkusu, korku veya acı nöbetleri yaşarken yönlendiren öylesine saf ve içten gelen bir içgüdü daha vardır ve bu içgüdü, insanın ellerini ve gözlerini gökyüzüne dikmesine sebep olur. Orada, görkemin ve sağlamlığın simgesi olan güneş ve parlak yıldızlar ikamet eder. Göğün


<p>39</p>

Ancak en dogmatik filozofların, tutarlı bir şekilde açıklandığında doğuştan gelen ideler öğretisini reddetmesi için bir sebep yoktur. Bayağı hayvanların yemek bulmasını, göç etmesini ve türünü idame etmesini sağlayan içgüdüler ve alışkanlıklar, doğuştan gelen belirli izlenimlere tabidir ve sınırlı anatomik ve morfolojik ilişkilerle uyumludur. Hiç kimse hayvanların bilgisinin deneyimsel olduğu iddiasında bulunmaz. Aynı şekilde insan beyni, genetik veya başka bir yolla, bir tür olarak insana özgü olan çeşitli duyusal izlenimler alır. Böcekçil ay-ay maymunun beyni onu başarılı bir larva avına nasıl yönlendiriyorsa insan beyni de insanın düşüncelerine, eylemlerine ve kaderine yol gösterir.

<p>40</p>

Die Kunst im Zusammenhang der Culturentwickelung, s.50 ve 252.

<p>41</p>

Tıp, ilaç gibi anlamlara gelen bu kelime aynı zamanda efsun, büyü gibi anlamlara da gelmektedir. (ç.n.)

<p>42</p>

Bu türetmeleri, belirli kaynaklar eşliğinde sunuyorum. Zira, bu kelimelerin telaffuzundaki böylesi olağanüstü bir benzerliğe Kuzey Amerika’da ve Güney Amerika’nın bazı bölümlerinde rastlanabilir. Bu benzerlik, bunların tek bir kökten türediğini ileri sürmek için kışkırtıcı olabilir. Mesela, Maya lehçelerinde ku, selenme durumu a kue, Natçez dilinde kue-ya, Batı Florida Uçelerinde kauhwu, Otomi dilinde okha, Mandan dilinde okee, Siyu dilinde ogha, waughon, wakan, Keçuva dilinde waka, huaca, İrokua dilinde quaker, oki, Algonkin dilinde oki, okee, Eskimo dilinde aghatt. Sonuncusu telaffuz bakımından Almanca veya Norveççe ile eşsiz bir benzerliğe sahiptir (O Gott). Diğerlerinden bazıları ise Fince ukko kelimesiyle benzerlik taşır. Karayip dilinde Ku, ev anlamına gelir; özellikle tanrıların tapınağı veya evi. İlk İspanyol kaşifler bu kelimeyi cue imlasıyla benimsediler ve bu kelimeyi keşfettikleri ulusların kutsal binaları için kullandılar. Sözgelimi, Tezcuco yakınlarındaki büyük Teotihuacan mezarlığından Llano de los Cues olarak bahsederler.