Böylesi şekillendirici durumlar arasında en büyük öneme sahip olanı, zihinsel eylemi ifade ve iletme yöntemleridir. Bir ulusun konuşulan ve yazılı dili, bize onun yaygınlığını ve bir dereceye kadar zorunlu düşünce şeklini gösterir. Kızılderililer, bu noktada çarpıcı bir olgu sunuyor. Dağınık haldeki kabilelerini bir arada tutan ve onların büyük bir ailenin üyesi olarak kabul edilmelerini sağlayan en büyük özellik dilleridir. Donmuş Okyanus’tan Ateş Ülkesi’ne kadar tek bir istisna olmaksızın yerli dilleri, sözcüklerdeki sonsuz çeşitliliğe rağmen, yapısındaki bir özellikle ayırt edilir. Bu özellik yerkürenin başka hiçbir yerinde bulunmaz3 ve yapı bizim dilimizin özelliğine o kadar yabancıdır ki açıklaması kolay bir mesele değildir. Dilbilimciler, bu yapıyı çokbireşimli olarak adlandırıyor. Karşılaştırma yaparak daha iyi bir şekilde açıklayayım. Bütün kurallı cümleler, bir ana fikri küçük değişiklikler ve bağıntılarla iletir. Şimdi bir Çinli, bunu yalnızca sabit konumları sayesinde anlaşılabilir olan bağımsız heceler aracılığıyla ifade eder. Bir Yunan ve bir Alman, bağıntılarını kendi başına anlamı olmayan çekim ekleri aracılığıyla belirten bağımsız sözcükler kullanır. Bir İngiliz, aynı amaca daha çok takı kullanımı ve kelimenin cümledeki konumu sayesinde ulaşır. Çokbireşimli bir dil özü itibarıyla bunlardan çok farklıdır. Bu diller, bütün bağıntıları ve nitelemeleri asıl fikriyle en yoğun şekilde birleştirme gayretindedir. Kelimelerin kendi biçimlerini değiştirip onları birlikte kullanarak birini diğerleriyle kaynaştırır. Bu şekilde bütünü tek bir kelimeyle ifade eder ve diğerlerine ilişkin olarak ortaya çıkanlar hariç bütün kavramları defeder. Dolayısıyla pek çok Amerika dilinde esasen baba, anne, ağabey gibi sözcükler yoktur. Yalnızca benim, senin, onun babası vb. vardır. Bu durumun avantajları olduğu kadar dezavantajları da vardır. Bu sistem, duyu algılarını en doğru şekilde tanımlamak için epey kolaylık sağlar. Ancak somut olan kavramlara gelince aklın asli işi olan soyutlama ve genellemeler için verimsizdir. Bu dillerdeki çok sayıdaki değişim; baş döndürücü esneklikleri, değişken biçimleri ve hızlı yozlaşmaları bakımından bireysellik eksikliğine işaret eder ve kullanan kabilelerin belirsiz ve düzensiz tarihiyle benzerlik taşıyor gibi gözükmektedir. Bu diller, inanılmaz bir belirsizlik sergiler. Avrupalılara oldukça farklı ifade biçimleri gibi gelen şeyi gözlemlemek çok sıradan bir durumdur. Zira iki cinsiyet aynı nesne, asiller ile ayak takımı, din adamları ile halk, yaşlılar ile gençler, hatta evliler ile bekarlar için farklı isimler kullanır. Aileler ve bütün köylüler, sırf geçici hevesten veya batıl inançtan dolayı mevcut sözcükleri kullanmayı birdenbire bırakıp onların yerine başka kelimeler uydurur ve belirli bir lehçe farkının oluşması için birkaç yıllık ayrılık yeterlidir. Dillerin biçim bakımından bolluğu ve kolaylıkla türeme özellikleri, uzuvlarından birisi kopunca hızlıca yenisini geliştiren veya uzvu parçalara ayırsanız bile parçalardan her biri hemcinslerinden tamamen farklı hayatlara başlayan aykırı hayvanları anımsatmaktadır. Bununla birlikte, nasıl doğa bilimciler bu aşırı canlılığı daha yüksek bir türün bir özelliği olarak görmekten uzaksa dilbilimciler de bu dilleri dilsel ölçekte haklı olarak aşağı bir mertebeye yerleştirmektedir. Her yerde olduğu gibi burada da biçime bağlılık, mükemmelliğin ölçeğidir. Öncelikle, böyle dillere sahip ulusların mitolojilerinde incelikli hiçbir şeyin olamayacağını tahmin ediyoruz. Bunlarda çok fazla belirsizlik, tekrara düşen yorucu bir çeşitlilik ve semboldeki ana fikri kaybetmeye yönelik güçlü bir eğilim olacaktır.
Ana fikrin açıklığından geriye kalabilen şey, tanrılarla ilgili eski hikâyelerin bir kişiden ve bir nesilden diğerine aktarıldığı özene bağlı olmalıdır. Bir kavmin temel mitleri, hayret verici bir şekilde varlığını sürdürme direncine sahiptir. Germen topluluklarının Orta Asya’daki kadim yurtlarını bırakmasıyla Tacitus’un4 Ren Nehri’nin kıyısında onların vahşi şarkılarını dinlemesi arasında kaç yüzyıl geçmiştir? Tarihçilerin “sahip oldukları tek tarih” dedikleri şarkıların, barbarlığın ve amaçsız göçlerin hüküm sürdüğü uzun yıllar boyunca Manu, onun üç oğlu ve ulu tanrı Tuisco (Hintlilerin Dyu’su) hakkındaki hikâyeyi bozulmamış bir şekilde koruduğunu yine de biliyoruz.5 Kızılderililerin düşünceyi kayıt altına alıp aktarmak için geliştirdikleri tüm yöntemlere büyük özen göstermeliyiz. Bunlar bize yetersiz ve zayıf gelebilir, daha çok hafızaya yardımcı çareler gibi görünebilir. Belki her kabile bunlara sahipti. Savaşçıların göğüsleri üzerindeki dövmeler, kafa derisindeki çizgiler, boynunun etrafındaki ayı pençeleri, yalnızca yiğitliğinin yadigarları değil aynı zamanda üstün başarılarının kayıtlarıdır ve düşünmeyi seven zihinler için hayırsever edebiyat sanatının temel unsurlarını içerir. Derisinin üzerine ilkel bir taslak şeklinde, katlettiği düşman kadar okla mıhlanmış insan figürleri çizince eğitimi hızlıca ilerliyordu. Kavminin en bilgesinin güç bela geliştiği resim yazısı unsurlarında ustalaşmıştı. Sabit anlamlara sahip sembollerle bağlantılı doğal nesne figürleri bu sanatın tamamını oluşturur. İkincisinin göreceliği sıklığı, basit bir simgesel gösterimden kavramsal bir gösterime gelişime işaret eder. Bilinen bir işaretin belirli bir fikri ifade etmek için hangi zihinsel çağrışım ilkesiyle benimsendiğini tahmin etmek genellikle zordur. Söz gelimi, Çipevyan süslü yazılarında niçin ruhlar bir daire ve hayat boynuzlu bir sinekle simgelenir? Failin teması savaştan aşka veya avdan dine değişiklik gösterdiği için aynı işaretin çok farklı fikirleri çağrıştırması alana yabancı olanlar için bu güçlüğü artırır. Kurulan bağlantı, genellikle tahmin gücünün ötesindedir ve bu bağlantı bir kez kaybedildiğinde ideografik yazının anahtarı asla geri kazanılamaz.
Çipenyav işaret sisteminde bu gibi iki yüzü aşkın tesadüfi karakter olduğu söyleniyor. Ancak bir figür ile bir sembol arasındaki ayrım daha keskin çizilseydi bu sayı çok daha az olurdu. Bu tip bir yazı biçimi, bu ismi hak ediyorsa, kıta genelinde yaygındır. Kayaların düz yüzeylerine çizilen pek çok örneği günümüze kadar ulaşmıştır. Massachusetts’teki Dighton Kayası üzerindeki bir zaman ünlü olan ibareler, Vinlandlı Kuzeylilerin uzun zaman önce bıraktığı bir kayıt olsa gerek; Orinoco suları üzerinde çıkıntı yapan kayalıkların ön yüzlerini süsleyenler veya Oregon, Peru ve La Plata’dakiler çok büyük merak konusu olmuştur. Kaybolup gitmiş nesillere ait sessiz ve anlamsız kitabeler gibi dururlar.
Bu ibareler hakkındaki bilgisizliğimizin, tezat bir şekilde Azteklerin fazlasıyla işlenmiş resim yazılarını kavrayışımız lehine olduğu söylenebilir. Hiçbir ulus, bunu bir sistemden fazlası haline getirmemiştir. Bunlar hayatın günlük işlerinde sürekli olarak kullanılıyordu. Aztekler, yazı işlerinde kullanmak üzere ıslatarak yumuşatma ve baskı işlemiyle agave bitkisinin yapraklarından kalın, kaba bir sayfa imal ettiler. Bir Aztek kitabı, bizim quarto6 ciltlerimize çok benzer. Tek bir kâğıttan oluşur, otuz ila otuz sekiz santimetre genişliğinde ve genellikle on sekiz veya yirmi bir metre uzunluğundadır. Rulo haline getirilmez; ya köşelerinden katlanır ya da açılırken iki sayfa oluşacak şekilde zikzak yapılır. Dış yaprakların her birine ince ahşap tahtalar sabitlenir. Böylelikle sayfanın bütünü, Peter Martyr’ın7 belirttiği üzere, usta bir ciltçinin dükkanında yapılmışçasına inci gibi görünür. Bunlarla binalar, duvar halıları ve bu yöntemlerle yapılan parşömen sarmalları da kaplanmaktaydı ve önemsiz işlemlerde figürlerin suyla kolaylıkla silinebildiği yumuşak taştan yapılan döşeme taşlarının kullanımı yaygındı.8 Bazı durumlarda daha şaşırtıcı olanı, figürlerinin boyanmayıp sembollerin üzerlerine kabartma şeklinde işlendiği taşınabilir tahta kalıplarla