Antik Meksika’nın imparatorluk arşivlerinde bu gibi belgelerden fazlasıyla vardı. Torquemada,10 yalnızca beş şehrin bir emir üzerine İspanyol valisine en az on altı bin cilt veya tomar teslim ettiğini ileri sürmektedir. Tüm sayfalar yok edildi. Pek tabi, şimdi bizim gözümüzde çok kıymetli olan bu anıtlar öylesine muazzam bir şekilde yok edilmiştir ki geriye antika meraklılarını kamçılayacak fazla bir şey kalmamıştır. Bununla birlikte Paris, Dresden, Peşte ve Vatikan kütüphanelerinde İspanyolların yok ettiği her şeyi karşılaştırmak için yeterince malzeme vardır.
Yucatan yarımadası sakinleri olan Mayalar, gerçek bir fonetik sisteme çok yaklaşmış gibi gözüküyorlar. Yirmi yedi temel sesten oluşan düzenli ve iyi anlaşılan bir alfabeleri vardı. Alfabedeki harfler, diğer bütün uluslarındakinden tamamen farklıydı ve besbelli özgündü. Bunların dışında, tamamen geleneksel olan çok sayıda sembolü de kullanıyorlardı. Dahası, temsil edilen sese ilişkin bir nevi yorum olarak eski resim yazısı yöntemini sürekli olarak kullanmaya alışıktılar. Eski bir yazarın belirsiz açıklamasına güvenilebilirse, Mayaların tek amacı bizimkilere benzer bir alfabe kullanmak değil, sesleri tıpkı bizim fonografik işaretlerimizin yaptığı gibi ifade etmekti.11 Neyse ki günümüze ulaşan bu alfabenin yardımıyla Yucatecan el yazmaları ve binaların üzerindeki birkaç sözcüğü heceleme imkanına sahibiz. Ancak şimdiye kadar olumlu sonuç alınamadı. Eski telaffuzun kaybı, özellikle bu gibi çalışmaların önünde büyük bir engel.
Güney Amerika’da da resim yazısı sistemi geliştiren bir ulus olduğu söylenir: Ucayali Nehri bölgesinde yaşayan Panolar. Narcisso Gilbar isimli bir misyoner, bir defasında büyük zahmetler sonucu onların köylerinden birine sızmayı başarmıştır. Köye yaklaşırken bir palmiye ağacının gölgesinde oturan saygıdeğer bir adam görmüş. Adamın önünde açık vaziyette büyük bir kitap varmış. Bu kitaptan dikkatli bir dinleyici kalabalığına atalarının savaşlarını ve göçlerini okuyormuş. Rahip, bu kıymetli cildi güçbela görmüş ve kitabın fevkalade bir simetri ve düzen halindeki figürler ve işaretlerle kaplandığını fark etmiş.12 Böylesine romantik bir sahnenin onun hafızasında derin bir iz bırakmış olmasına şaşmamalı.
Perulular, quipu denilen tamamen farklı ve özgün bir kayıt sistemi benimsemişlerdi. Bu, temel bir kordon üzerinde birbirine bağlanmış farklı renklerde, uzunluklarda ve dokuda çok sayıda ufak sicimin farklı şekillerde düğümlenip birbirine sarıldığı bir sistemdi. Bu özelliklerden her biri belirli bir sayıyı, niteliği, niceliği veya bir fikri temsil ediyordu. Ancak en usta quipu okuru bile ilmiklere işlenmiş genel fikir hakkında bilgi sahibi değilse bir şey söyleyemezdi. Dolayısıyla haberler bu şekilde gönderildiğinde taşıyıcıya, sözlü yorumcu olarak hizmet eden birisi eşlik ederdi. Farklı bilgi alanlarına dair Quipusların birbirine karışmasını engellemek için bunlar ayrı ambarlara konuluyordu: Biri savaş, bir diğeri vergiler, üçüncüsü tarih vb. için. Bu fikirlerin ilmikler ve renkler kullanılarak bellek sanatının hangi ilkesiyle ilişkilendirildiği konusunda tamamen karanlıktayız. Bunların numaralandırma sanatının ötesinde herhangi bir uygulamaya sahip olup olmadığı bile şüphelidir.13 Bununla birlikte her bir birleşimin, belirli bir bilgi dalında sabit bir kavramsal değeri vardı ve dolayısıyla quipu; Katolik tespihi, Yahudi muskası veya Kuzey Amerika ve Sibirya yerlilerin düğümlü dizeleriyle karşılaştırılmış ve bunlardan esas olarak farklı olduğu görülmüştür.
Kuzey Atlantik kıyısında yaşayan kabileler tarafından kullanılan wampum, pek çok açıdan quipu ile benzerdi. Eski zamanlarda wampum, esas olarak eşit boyutta ama farklı renklerdeki tahta parçalarından oluşuyordu. Bunlar, kemerlere ve şeritlere dokunan iplerin üzerine asılırdı. İplerin renkleri, şekilleri, boyutları ve birleşimleriyle genel anlam ifade edilirdi. Söz gelimi açık tonlar, huzur veren veya güzel haberlerin değişmez müjdecisiydi; koyu tonlar savaşa ve tehlikeye işaret ediyordu. Tahta yerine boncuk veya deniz kabuklarının kullanılması ve kemerler üzerine sayı işleme geleneği muhtemelen Avrupalıların etkisiyle gelişti.
Bunların yanı sıra, daha basit hatırlatıcılar da kullanılıyordu. Farklı boyutlardaki hasır takımları, çentikli çubuklar, düğümlü kordonlar, çakıltaşı veya meyve çekirdeklerinden oluşturulan dizeler, daire şeklinde tahta parçaları veya İngilizlerin “tavşan deliklerine” benzettiği farklı şekillerde delinmiş levhalar. Bir zaferde, bir barışta veya bir köyün kuruluşunda olayda bulunan veya ölen insan sayısınca bir sütun veya taş yığını dikiliyordu.
Listemiz burada bitiyor. Diğer tüm yazı yöntemleri (Akadyalı Mikmakların hiyeroglifleri, Çerokilerin heceli alfabeleri, zaman zaman kamuoyunun dikkatine sunulan Yunan, İbrani ve Kelt harflerinin sahte izleri) istisnasız ya yabancı medeniyetin ürünleridir ya da hilekarlıktır. Amerika kıtasında, genel veya yerel olarak belirttiklerimiz dışında herhangi bir yazı sisteminin varlığına işaret eden tek bir sikke, yazıt veya herhangi bir tür anıt bulunmamıştır.
Gelişmiş fonetik bir sistem yerine kullanılan bu sistemler bize yetersiz gelse de ilkel insanlar için büyük değere sahipti. Efsanelerinin girişlerinde genellikle, antik karakterlerin kıskançlıkla bağlı kaldıkları cennetten gönderilen bir hayırsevere atıfta bulunulur. Kabuktan parşömen tomarı, quipu topu ve wampum kemeri büyük bir dikkatle saklanır ve bunların anlamları genç kuşağın en zekilerine özenle aktarılırdı. Tüm toplumlarda barbarlık aşamasının ötesinde bulunan bir zümre, yalnızca bu göreve tahsis edilirdi. Sözgelimi, eski Peru’da amauta denilen bilge rahiplerden oluşan bir heyet, mitolojik ve tarihi gelenekleri içeren quipulardan sorumluydu. Haravecs denilen şarkıcılardan oluşan ikinci bir grup kendilerini ulusal halk şarkıları ve oyunlarına atıf yapan quipulara adamıştı. Üçüncü grup yalnızca sivil işlerle ilgili quipularla uğraşıyordu. Arşivleri muhafaza edip düzenleyen bu muhafızlar, atalarının bildiklerini bu kayıtlar sayesinde ezberliyordu. Bazı ülkelerde, sözgelimi yukarıda bahsedilen Panolar ve Guatemalalı Kiçeler,14 bir araya toplanmış kabalığa bazen bunlardan parçalar okuyorlardı. Din değiştirip kendi halkına uzun zaman misyonerlik yapan şeflerden biri, Superior Gölü sakini Ojibvaların “uluslarının en zeki ve en saygıdeğer” on kişisinden oluşan bir heyetleri olduğunu ve heyetin kabilelerinin kadim tarihini içeren resimli kayıtlardan sorumlu olduklarını ileri