Doğanın, evladının etrafında faaliyet halinde olan çok sayıda gizemli gücü vardır. İnsan, içinde ona kendisinin türünden olmadığını ama ondan tamamen farklı olmadığını ifade eden bir şey hisseder. Sonra da bunları duyusal tecrübeden elde ettiği tek bir kelimede bir araya getirir. Bu hissi daha kuvvetli bir şekilde ifade etmek isteyerek dilinin yapısı gereği kelimeyi ikiye katlar ya da bir sıfat veya bir sonek ekler. Ama bu kelime onun için hala pratiğe dökülmemiş bir soyutlama, düşünce kategorisi, Her Şey için kullanılabilen bir çerçeveden ibarettir. Bu, katiyen bir saygı veya kurban nesnesi değildir. Hiçbir mitte insanın kavrayabileceği kadar açık değildir. İnsanların tapınaklarına girmez. İnsan, tüm formların ardında tek bir özün olduğu inancından kendini alamaz ama insanın onu kavrayıp tanımlayacağı an geldiğinde o, buna izin vermez. Böylece insan, Titania’yı kör edenden daha gülünç bir büyüyle Tanrı’ya tapmayıp onun kendi ürettiği basit bir puttan ibaret olduğunu düşünür. Zeruana Akerana, Zend Avesta’da Ahura Mazda ile Ehrimen arasındaki ebedi mücadelenin ardında belli belirsiz görünür. Grek şairlerin sayfalarında ne Olimpos’ta taht sahibi olan ne de tanrıların çekişmesinde yer alan ama tek başına çok uzakta durup “geçmişte, şimdi ve gelecekte” bir ve her şey olan Zeus’la ilgili işaretler zaman zaman gözümüze ilişir. Yerlilerin zihninde zaman zaman ne dua ne kurban talep eden, Texas’ın yerlilerinin 1684’te Joutel’e söylediği gibi “aşağıdaki şeylerle ilgilenmeyen,”59 çağrılacak bir adı olmayan ve mitolojide asla yer almayan Görülmez Bir Ruh inancı, şüphesiz zaman zaman mevcuttu. Bu inanç, çok örtük bir şekilde ve genellikle daha vahşi kabilelerde mevcuttu. Ve hiçbir iddia, mitolojiden mahrum uluslar arasında daha saf ve daha tektanrıcı bir dinin var olduğunu varsayan bir iddia kadar dini gelişme yasalarıyla çelişemez. Amerika kıtasında ruhani bir tanrıya ibadetin kesin olarak tesis edildiği yalnızca iki örnek vardır. Bunlar, Amerika’nın doğal dinleriyle ilgili en büyük paya sahip olduğundan özellikle bahsedilmeyi hak ediyor.
Tahmin edebileceğimiz üzere buna en medeni uluslarda rastlıyoruz: Perulu Keçuvalar ve Tezcucolu Nahualar. Yaklaşık 1440 yılında Cuzco’da yeni yapılan Güneş tapınağının kutsanması için bir araya gelen büyük dini bir konseyde Inca Yupanquei’nin topluluğun önünde ayağa kalktığı ve kısmen şunları söylediği anlatılır:
“Pek çokları der ki Güneş, her şeyin Yaratıcısı’dır. Ancak yaratıcı, yarattıklarıyla uyumlu olmalıdır. Şimdi, Güneş yokken bir sürü şey gerçekleşir. Dolayısıyla o, evrensel yaratıcı olamaz. Ayrıca onun canlı olduğu tümüyle şüphelidir, zira yorulmak bilmeksizin hareket eder. O, canlı bir şey olsaydı bizler gibi yorgun düşerdi; özgür olsaydı gökyüzünün her yerinde gezerdi. O, bir ustanın gözetiminde daire çizen ipe bağlı bir hayvan gibidir; dilediği yere değil gönderilen yere gitmek zorunda olan bir ok gibidir. Size söylüyorum ki onun (Babamız ve Güneş Efendimizin) kendisini ara vermeden veya dinlenmeden günlük turunu yapmaya icbar eden ondan daha kudretli bir tanrısı ve efendisi olmalıdır.”60
Tüm varlıkların en yücesini ifade etmek için, eski Aymara ulusunca bilinen en yüce ilahların ismi baz alınarak bir isim ilan edildi: Illatici Viracocha Pachacamac. Kelimesi kelimesine: gök gürültüsü vazosu, deniz köpüğü, dünyayı var eden. Bunlar ruhun en derin dini içgüdülerinden gelen gizemli ve sembolik isimlerdir ve sonraki bölümlerde bunların gizli anlamları aydınlatılacaktır. Callao yakınında deniz kenarında bir vadiye bir tapınak yapılmıştı. Buradaki ibadetler putlar veya kurbanlar olmaksızın gerçekleştiriliyordu. Bununla birlikte İnkalar, bunun ilerisindeydiler.
İspanyollar, 1525’te Pachacamac tapınağını ziyaret ettiklerinde gudubet resimlerle süslenmiş duvarların yanı sıra, devasa bir insanı temsil eden ve kendisine dualar edilen ahşaptan yapılmış çirkin bir put buldular.61
Tezcuco efendisi Nezahualt’ın yaklaşık aynı zamanlardaki girişimiyle hiçbir şey boy ölçüşemez. Nezahualt, krallığını miras bırakacağı bir erkek çocuk için uzun zamandır atalarının tanrılarına dua ediyordu ve sunak taşları katledilen kurbanların kanlarıyla boş yere tütsüleniyordu. Prens, en sonunda öfke ve umutsuzluk içinde haykırdı: “Bu taptığım tanrılar gerçekte, konuşamayan veya hissedemeyen taş putlardan başka nedir? Cennetin, Güneş’in, Ay’ın ve Ay’ı süsleyen ve sayısız nehirleri, membaları, suları, ağaçları, bitkileri ve türlü türlü sakinleri ile yeryüzünü aydınlatan yıldızların güzelliğine bunlar sebep olmuş olamaz. Her şeyin yaratıcısı, görünmeyen ve bilinmeyen bir tanrı olmalı. O, beni tek başına teselli edip ıstırabıma son verebilir.” Gönlünden geçenleri vaktinde yerine getirip bu inancını kuvvetlendirerek göğün dokuz katını temsil etmesi için dokuz kat yüksekliğinde bir tapınak yaptırmış ve bunu “Bilinmeyen Tanrıya, Sebeplerin Sebebi”ne adamıştır. Takdir ettiği bu tapınak, hiçbir zaman kanla kirlenmediği gibi çevresine de hiçbir zaman put dikilmemiştir.62
İki durumda da daha saf başka bir dinin, rağbet görenin yerine ikame teşebbüsüne rastlanmamıştır. İnka, güneşin erkek kardeşi olarak tebaasının saygısını görmeye devam etti ve bu ışık saçan nesneye düzenli bir şekilde tapınılmaya devam edildi. Tezcuco prensi, ulusal tanrılarına gereken saygıyı göstermeye devam etti ve hatta savaş tanrısının sunağında tutsakların göğsüne bıçak saplamaktan geri durmadı.63 Bu örnekler, her zaman mevcut olan bu tektanrıcılığın “çoktanrıcılıkla çelişmeyen, aksine dini duygularda yaşayan bir sezgi olduğunun” tezahürleriydi. Bu örtük ama gerçek olan ayrım iyice anlaşılırsa “ebedi”, “kadiri mutlak”,” görünmez”, “tapılası” gibi sıfatların; “Her Şeyi Yaratan ve Şekillendiren”, “Hayatın Annesi ve Babası”, “mükemmellik ve birlik içinde eksiksiz Tek Tanrı”, “var olan her şeyin Yaratıcısı”, “Dünyanın Ruhu” gibi unvanların Azteklerde, Haitililerde, Arukanlılarda, Lenni Lenape’de ve diğerlerinde kullanıldığına ve kesinlikle yerli kökenli olduğuna rastlamak bizi şaşırtmayacaktır.64 Bunların tamamen çoktanrıcı bir tapınma içinde kullandıklarını öğrenmek çelişkili gelmeyecektir. Haklarındaki genel kanılardan uzak duracağız ve bunları tektanrıcılık kelimesinin her iki teorik anlamında da bir tektanrıcılık kanıtı olarak göstermek gibi bir yanlışlığa asla düşmeyeceğiz. Aslına bakarsanız, en medeni uluslarda bile bu unvanlar belirli bir tanrıya atfedilmemişti. Bunlar, rahipler ve bazı tanrıların fanatikleri tarafından onu onurlandırmak için kullanılan abartılı övgü ifadeleriydi. Bu ifadeler, bizi sınırlandıran bir ilah anlayışıyla ilgili bir şeylere işaret eder ama tek Tanrı’nın kabul edilmesi lehine hiçbir şeyi ispatlamaz. En yüce ve ilk ilke inancının ne kadar derin olduğuna örnek oluştururlar ama bunun öğretide veya uygulamada var olan bir gerçek olduğunu zannetmemiz için hiçbir gerekçe sunmazlar.
Bu farklı fikirlerin karıştırılması, yerli inançlarıyla ilgili çok fazla yanlış anlaşılmaya yol açtı. Bununla birlikte bir diğer kritik hata, bu inançları düalist bir yapıya sokmaktı. Dünyanın, bir tarafta melekler ordusuyla iyi ruh ve diğer tarafta iblis sürüsüyle şeytani olanın bitmek tükenmez mücadele alanı, insanın da tüm darbeleri yiyen talihsiz futbol topu gibi temsil edildiği bir anlayış.