Konsey başkanı elindeki demir çubuğu taş zemine vurarak bağırdı:
“SESSİZLİK!”
Oda yavaşça sakinleşmeye başladı. Herkes dönüp ona baktı.
“Bunlar bizim değil, kralın vermesi gereken kararlar,” dedi konsey üyelerinden biri. “Gareth bizim yasal kralımız ve teslim şartlarını tartışmak bize kalmış bir iş değil… Veya teslim olup olmamaya karar vermek…”
Hepsi birden Gareth’a döndüler.
“Efendimiz,” dedi Aberthol, bitkin bir sesle, “İmparatorluk’un ordusuyla nasıl baş etmemiz gerektiğini düşünüyorsunuz?”
Odaya ölümcül bir sessizlik yayıldı.
Gareth oturduğu yerden adamlarına bakıyor ve bir yanıt verebilmeyi istiyordu. Ama düşüncelerini toparlamak onun için giderek daha güç bir hale gelmişti. Babasının sesi sürekli olarak başının içinde dönüp duruyor ve çocukluğundaki gibi hep ona bağırıyordu. Gitmek bilmeyen bu ses onu deli ediyordu.
Gareth elini uzatarak tekrar tekrar tahtın tahta kolunu tırmaladı. Odada duyulan tek ses, tırnaklarının tahtanın üzerinde çıkardığı tırmalama sesleriydi.
Konsey üyeleri birbirleriyle kaygılı bir şekilde bakıştılar.
Konsey üyelerinden biri "Efendimiz," diye girişti, “eğer teslim olmayı kabul etmeyecekseniz, o zaman Kral’ın Sarayı’nı vakit geçirmeden tahkim etmeliyiz. Tüm girişleri, tüm yolları ve tüm bahçe kapılarını sağlamlaştırmalıyız. Askerlerimizin tamamını çağırmalı ve savunma silahlarımızı hazırlamalıyız. Olası bir kuşatmaya karşı hazırlıklı olmalı, yiyecekleri azar azar dağıtmalı ve vatandaşlarımızı korumalıyız. Yapılması gereken çok iş var. Lütfen, Efendimiz. Bize bir emir verin. Ne yapmamız gerektiğini söyleyin.”
Odada yine bir sessizlik oluştu. Bütün gözler Gareth’a dikilmişti.
Gareth nihayet çenesini kaldırdı ve onlara doğru baktı.
“İmparatorluk’la savaşmayacağız,” diye ilan etti, “ama teslim de olmayacağız.”
Odadaki herkes zihin karışıklığı içinde birbirine baktı.
"O zaman ne yapacağız, Efendimiz?” diye sordu Alberthol.
Gareth boğazını temizledi.
"Gwendolyn’i öldüreceğiz!” diye bağırdı. “Şu anda en önemli işimiz bu.”
Bu sözleri şoke edici bir sessizlik takip etti.
"Gwendolyn’i mi?" diye bağırdı konsey üyelerinden biri hayretle ve odanın içinde yeniden şaşkın mırıldanmalar yükseldi
"Onu ve yanındakileri Silesia’ya varmadan önce öldürsünler diye güçlerimizi peşlerine takacağız,” diye beyan etti Gareth.
“Ama Efendimiz, bunun bize ne gibi bir faydası olacak ki?” diye seslendi bir konsey üyesi. “Eğer onlara saldırırsak, güçlerimizi saldırılara açık bir duruma düşürmüş olmaz mıyız? İmparatorluk hemen etraflarını sarar ve hepsini katleder.”
“Ayrıca Kral’ın Sarayı da saldırıya açık bir hale gelir!” diye bağırdı bir diğer üye. “Eğer teslim olmayacaksak, Kral’ın Sarayı’nı hemen tahkim etmeye başlamalıyız.”
Bir grup üye bu sözlere onay verir gibi bağırdılar.
Gareth dönerek soğuk bakışlarla konsey üyesini süzdü.
“Elimizdeki bütün adamları kız kardeşimi öldürmek için kullanacağız!” dedi esrarengiz bir tavırla. “Tek bir kişiyi bile bu işten muaf olmayacak!”
Konsey üyesi taş zemini çizerek sandalyesini geriye doğru çekti ve ayağa kalktı. Odada tam bir sessizlik hüküm sürüyordu.
"Sizin şahsi takıntılarınız için Kral’ın Sarayı’nın mahvolmasını seyredemem. Başkalarını bilmem ama ben sizinle birlikte olmayacağım.”
Oradaki insanların yarısının "Ben de!" diye bağıran sesleri odada yankılandı.
Gareth öfkesinin giderek kabardığını hissediyordu. Tam ayağa kalkmak üzereyken konsey odasının kapısı pat diye açıldı ve ordudan geri kalanın komutanlığını yapan kişi içeriye girdi. Bütün gözler ona çevrildi. Komutan bileklerinden bağlanmış, yağlı saçlı, tıraşsız ve külhanbeyi görünümlü bağlı bir adamı peşinden sürüklüyordu. Onu odanın tam ortasına kadar getirdi ve kralın önünde durdu.
"Efendimiz,” dedi kumandan, soğuk bir sesle. “Kader Kılıcı’nın çalınmasından sorumlu tutulan altı kişi infaz edilmişti. Bu adam da kaçmayı başaran yedinci hırsız. Olan bitenle ilgili olarak, çok şahane bir öykü anlatıyor.”
Sonra adamı sarsarak, “Konuş!” diye kışkırttı.
Kabadayı her bir yöne tedirgin ve kendinden emin olmayan bakışlar fırlattı. Yağlı saçları yanaklarına yapışmıştı. Nihayet haykırdı:
“Bize kılıcı çalma emri verilmişti!”
Odaya öfkeli mırıltılar yayıldı.
"Biz on dokuz kişiydik” diye devam etti kabadayı. “On iki kişi karanlıktan faydalanıp kılıcı alacak ve onun Kanyon köprüsünden geçirip tenha bir yere götürecekti. Onu bir yük arabasına koydular ve köprüden geçerken o arabaya eşlik ettiler, böylece gözcülük yapan diğer askerler arabanın içinde ne olduğunu bilmeyeceklerdi. Diğer yedimize, kılıç çalındıktan sonra arkada kalmamız emredilmişti. Bize, göstermelik olarak hapsedileceğimizi ama daha sonra serbest kalacağımızı söylemişlerdi. Ne var ki, arkadaşlarımızın hepsi infaz edildi. Kaçmasaydım, benim de akıbetim aynı olacaktı.”
Odada uzunca bir süre tedirgin mırıltılar duyuldu.
"Kılıcı nereye götürüyorlardı?” diye adamı sıkıştırdı kumandan.
“Bilmiyorum. Muhtemelen İmparatorluk’un derinlerinde bir yere.”
"Böyle bir emri kim vermiş olabilir ki?"
"O!" dedi kabadayı, aniden dönüp kemikli parmağıyla Gareth’ı göstererek. "Kralımız! Bize bu işi yapmamız için emir veren oydu!”
Odanın içine dehşete düşmüş insanların mırıltıları ve bağırışları yayıldı. Nihayet, konsey üyelerinden biri demir asasını birkaç kez yere vurdu ve bağırarak herkesi sessizliğe davet etti.
Bir sessizlik oluştu ama tam olarak değil.
Öfke ve korkuyla titreyen Gareth ağır ağır tahtından kalktı. O anda herkes sustu ve bütün gözler ona çevrildi.
Gareth fildişi basamakları birer birer indi. Odanın içinde öylesine bir sessizlik vardı ki, yere iğne düşse duyulabilirdi. Odayı boydan boya geçti ve kabadayının yanına geldi. Ona bir adım öteden soğuk bir şekilde bakmaya başladı. Adam, komutanın kollarında kıvranıyor ve ona bakmamak için yüzünü sağa sola çeviriyordu.
“Benim krallığımda hırsızların ve yalancıların üstesinden tek bir şekilde gelinir,” dedi yumuşak bir sesle.
Ve aniden belindeki hançeri çekerek adamın kalbine sapladı. Adam, gözleri yuvalarından fırlayarak acı içinde haykırdı ve aniden yere yıkıldı. Ölmüştü.
Komutan kaşlarını çatarak Gareth’a baktı.
“Şu anda, sizin aleyhinizde tanıklık yapan birisini öldürmüş bulunuyorsunuz,” dedi. “Bunun suçunuzu daha da ağırlaştıracağının farkında değil misiniz?”
"Ne