Hepsi birden ipleri yakalayıp, gemiyi ellerinden geldiğince sahile çektiler.
“Gelgit onu alıp götürür mü dersiniz?” diye sordu Reece, gemiye bakarak.
Thor da baktı; gemi sahilde emniyette gibi duruyordu.
“Bu çıpayla mümkün değil,” dedi Thor.
“Gelgit onu alamaz,” dedi O’Connor. “Ama birilerini onu alıp götürür mü, asıl sorun bu.”
Thor son bir kez daha gemiye baktı ve arkadaşının doğru söylediğini anladı. Kılıç’ı bulsalar bile, geri döndüklerinde boş bir sahille karşılaşabilirlerdi.
“O zaman geriye nasıl döneriz?” diye sordu Conval.
Thor, attıkları her adımla köprüleri yakmakta olduklarını düşünmeden edemedi.
“Bir yolunu buluruz,” dedi Thor. “Ne de olsa, İmparatorluk’ta başka gemiler de vardır, öyle değil mi?”
Thor, arkadaşlarını temin etmek için otoriter görünmeye çalışıyordu. Ama içinden kendisi de pek emin değildi. Bu yolculuğun uğursuz olduğuna giderek daha çok inanmaya başlamıştı.
Hepsi birden tek beden gibi dönüp sık ormana baktılar. Burası gerisinde karanlıklar olan ve yeşil yapraklardan oluşan bir duvar gibiydi. Hayvanların sesleri etraflarında tam bir kakofoni halinde yükseliyordu. Sanki İmparatorluk’ta yaşayan tüm canavarlar bir araya gelerek çığlık çığlığa onları selamlıyordu.
Veya ikaz ediyordu.
Thor ve diğerleri bu sık ve tropik ormanda yan yana ve tedirgin bir şekilde ilerlediler. Her biri tetikteydi. Çevredeki bu hayvanların ve böceklerin orkestra halindeki bağırış ve çağırışları öylesine yüksekti ki, Thor kafasını toparlayıp düşünmekte zorluk çekiyordu. Buna rağmen yaprakların gerisindeki karanlığa baktığında bu yaratıkların hiç birini göremiyordu.
Krohn da hırlayarak hemen yanından onu takip ediyordu. Tüyleri sırtında diken diken kabarmıştı. Thor onun bugüne kadar bu kadar uyanık ve tetikte olduğunu görmemişti. Silah arkadaşlarına baktı ve her birinin ellerinin kılıçlarının üzerinde durduğunu gördü. Onlar da tetikteydi.
Saatlerdir yürüyorlar, ormanın daha da derinlerine giriyorlardı. Hava daha da ısınıyor ve daha da ağırlaşıyordu. Kırık dalların izini takip ederek, bir zamanlar bir grup kişi tarafından kullanılmış olduğu belli olan bir yoldan gidiyorlardı. Thor bu yolun Kılıç’ı çalan kişilerin kullandığı yol olması için dua ediyordu.
Thor başını kaldırıp huşu içinde doğayı seyretti: burada her şey destansı bir boyuta sahipti. Her bir yaprak onun bedeni kadar büyüktü. Kendisini devler ülkesindeki bir böcek gibi hissediyordu. Bir ara, yaprakların arasında hışırdayan bir şey görür gibi oldu ama bunun ne olduğunu anlayamadı. Birilerinin onları gözlediği gibi bir hisse kapılmıştı.
Önlerinde uzanan yol aniden yapraklardan oluşan bir duvarla sona erdi. Hepsi birden durup, şaşkınlık içinde birbirlerine baktılar.
“Ama yol nasıl böyle ortadan kaybolur?” diye bağırdı O’Connor ümitsizce.
“Kaybolmamış,” dedi Reece, yaprakları inceleyerek. “Orman kendi kendisinin içinde büyümüş.”
“Peki, şimdi hangi yoldan gideceğiz?” diye sordu Conval.
Thor dönüp çevresine bir bakış attı. O da aynı şeyi merak ediyordu. Her taraf daha da sık yapraklarla örtülüydü ve bir çıkış yolu yok gibi görünüyordu. Thor içinin karardığını hissetti. O da ne yapacağını bilemez haldeydi.
Ama aniden aklına bir fikir geldi.
“Krohn,” dedi çömelip Krohn’un kulağına fısıldayarak. “Şu ağaca tırman. Ve sonra bize bakarak hangi tarafa gitmemiz gerektiğini söyle.”
Krohn başını kaldırarak ona anlamlı bir şekilde baktı. Thor, o anda hayvanın onu anladığını hissetti.
Gövdesi on adam genişliğinde olan devasa bir ağaca doğru atıldı ve bir an bile tereddüt etmeden tırnaklarını geçirerek tırmanmaya başladı. Daha sonra, en yüksek dallardan birine çıktı. Dalın ucuna kadar gidip, kulaklarını dikti ve bakışlarını çevrede gezdirdi. Thor, Krohn’un onu anladığını her zaman hissetmişti ama şimdi öyle olduğundan kesin olarak emindi.
Krohn geriye doğru kaykıldı. Boğazından tuhaf bir pırlama sesi çıkararak, ağaçtan indi ve bir yöne doğru ilerlemeye başladı. Savaşçılar ne olduğunu anlamamış gibi birbirleriyle bakıştılar ve hepsi birden dönerek Krohn’u takip etmeye başladılar. Yürüyebilmek için sık yaprakları bir kenara iterek ormanın içinde ilerlediler.
Thor birkaç dakika sonra yolun yeniden açıldığını görerek rahat bir soluk aldı. Kırılmış dallar ve ezilmiş yapraklar daha önceki grubun hangi yöne gittiği sırrını açığa çıkarıyordu. Thor eğilerek Krohn’un sırtını okşadı ve başından öptü.
“O olmasaydı, ne yapardık bilmiyorum,” dedi Reece.
“Al benden de o kadar,” diye yanıt verdi Thor.
Krohn mutlu bir şekilde ve gururla pırladı.
Bükülen ve kıvrılan yolu takip ederek, ormanın derinliklerine doğru ilerlediler. Etraflarını kocaman yapraklı yeni türde ağaçlar ve her biri Thor kadar büyük, rengârenk çiçekler sarmıştı. Bazı ağaçların dallarından kaya büyüklüğünde meyveler sarkıyordu.
Aniden derinden gelen bir hırıltı sesi duydular.
Conval geriye doğru sıçrayarak kılıcına sarıldı, diğerleriyse kaygılı bir şekilde birbirlerine baktılar.
Conval, “Neydi bu?” diye sordu.
“Şuradan geliyordu,” dedi Reece, ormanın farklı bir tarafını göstererek.
Hepsi birden dönerek onun gösterdiği yöne baktılar. Thor yapraklardan başka bir şey göremiyordu. Krohn, dişlerini göstererek hırlamaya başladı.
Ses giderek güçlendi ve ısrarcı bir şekilde devam etti. Nihayet, dallar hışırdamaya başladı. Thor ve diğerleri birer adım geriye gittiler ve kılıçlarını çekerek en kötü olasılığa karşı hazırlandılar.
Ormanın derinliklerinden çıkan şey, Thor’un en kötü beklentilerinin de fevkinde bir şeydi. Tam karşılarında, her birinin ucu kıskaçlı iki arka ayağı ve havada sallanan biraz daha küçükçe iki ön ayağı olan, Thor’un beş misli büyüklüğünde, peygamberdevesine benzeyen bir böcek duruyordu. Gövdesi parlak yeşil renkte ve pullarla kaplıydı. Titreşen ve vızıldayan minik kanatları, başının tepesinde iki gözü, burnunun ortasında da üçüncü bir gözü vardı. Hareket ettiğinde, boğazının altındaki başka kıskaçlar da ortaya çıktı. Onlar da titreşiyor ve açılıp kapanarak şaklar gibi bir ses çıkarıyorlardı.
Hayvan onlara tepeden bakarak durdu. O anda karnından kemikli bir kola benzeyen uzun bir kıskaç daha çıktı. Onlar daha en küçük bir tepki bile gösteremeden bu kol uzanarak O’Connor’ı yakaladı ve diğer üç kıskacıyla onu belinden sardı. O’Connor’ı bir yaprak kadar hafifmiş gibi havaya kaldırdı.
O’Connor kılıcını savurdu ama geç kalmıştı. Canavar onu birkaç kere sarstı, sonra aniden O’Connor’ı yanlamasına döndürdü ve dizi dizi sivri dişleri görünecek şekilde açtığı ağzına atmaya hazırlandı.
O’Connor ufukta beliren acılı bir ölümün beklentisiyle bir çığlık attı.
O anda Thor devreye girdi. Hiç düşünmeden sapanına bir taş koydu, nişan aldı ve canavarın