Esrar-ı Cinayat. Ахмет Мидхат. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6485-86-0
Скачать книгу
memur tekrar asılanın odasına geldiler. Sabahleyin odanın kapısı kapalı olduğundan, oda içine girmek için yalnız pencereden başka yer olmadığını görmüşlerdi. Gerçi pencere sürmeli olmayıp kanatlı olduğundan onun da mandalı kapalı değilse de pencereyi açıp söveyi, duvarı muayene ettiklerinden hırsız merdiveni takıldığına delalet edecek bir çengel yarası veya başka emare de göremediler.

      Fakat bu iş hırsız işine de benzemiyor. Zira asılanın odasından hiçbir şey alınmamış olduğu gibi hanenin hiçbir tarafından da bir şey alınmamış. Böyle bir adam asıldığı hâlde hiçbir haber alınamayan hanede ise tüm haneyi soymuş olsalar kimsenin haberdar olamayacağı aşikârdır.

      Haneyi tekrar taharri ve tetkik ettiler. Hiçbir yerinde dün akşamki intizam hâline halel gelmemiş olduğunu gördüler. Cafer Ağa dedi ki:

      “Hani ya kadınlara birer yatak düzelttirecektiniz ya?”

      O an Osman Sabri Efendi tahkikin bu cihetini hatırdan çıkarmak üzereydi. Halil Sûrî’nin yatağını her gece hangi kız düzeltiyorsa öğrenerek başka bir yatağın tanzimini emretti.

      Kız çarşafları yatakları tümüyle kaldırıp, şilteden tanzime başlayarak yatağı o kadar güzel düzeltti ki asılanın odasındaki yatak, güya düzeltilmiş olduğu hâlde ona nispetle bir bozuk yatak hâlinde kalırdı.

      Sonra kızı alıp asılanın odasına götürdüler. Yatağı göstererek sordular ki:

      “Her sabah sizin çelebi kalktığı vakitte yatağının bozukluğu buna benzer miydi?”

      “Hayır efendim! Bu yatağı kim böyle fena düzeltmiş?”

      Necmi ile Osman Sabri birbirinin yüzüne baktılar.

      Yatağı kendi bildiği gibi düzeltmesini kıza emrettiler. Kız düzeltmeye başladı. Yastıkları kaldırdığı zaman altından altı ateşli bir güzel tabanca çıkmasın mı?

      Zabıta memurlarının nazarıdikkatleri büsbütün açıldı.

      Tabancanın Halil Sûrî’nin tabancası olduğunu öğrendikten sonra, Osman Sabri, Necmi’ye dedi ki:

      “Bu tabanca hem zannımızı takviye eder hem de zannımızda bizi haksız çıkarmaya medar olur.”

      “Neden?”

      “Zannımızı takviye eder. Zira Halil Sûri eğer kendi kendisine kastedecek olsaydı, hazır elinde bir tabanca varken onu beynine sıkıvermek gibi bir kolay ölümü bırakıp da böyle büyük bir külfetle kendisini asmaya kalkışır mıydı? Zannımızda bizi haksız çıkarmaya da yardım eder. Zira Halil Sûrî’nin gerek el ile boğazı sıkılsın ve gerek ip ile boğulsun, yanında böyle bir silah varken elbette ona davranması lazım gelir. Bu tabanca atılmamış. Hatta kurulmamış ki el değdiğine delalet etsin.”

      “Hayır! Tabancaya davranmamış olması zannımızı hükümden düşüremez. Boğanlar iki kişi olurlarsa uyku hâlindeyken birer elleriyle evvela Halil’in kollarını bastırıp diğer elleriyle de boğabilirler.”

      “Böyle hükmedersen diyeceğim yoktur.”

      Fakat her tevilleri, her yorumları akla uygun olduğu hâlde Halil Sûrî’yi boğan yahut boğanların şu odaya nereden girmiş olacakları hakkında henüz ne bir emare görebildiler ve ne de bir zanda bulunabildiler.

      Bir aralık Necmi Bey asılanı ipten indirip muayene etmeyi teklif etti. Fakat Osman Sabri Bey bu teklifi kabul etmedi, dedi ki:

      “İlk geldiğimizde asılanda bir hayat eseri görmüş olsaydık derhâl ipini keser indirirdik. Hâlbuki herif çoktan ruhunu teslim etmişti. Şimdiyse bizim asılanı muayeneden anlayabileceğimiz bir şey yoktur. Doktor Eksindaki neredeyse şimdi gelir. Asılanın muayenesini ona havale edelim ki ihtimal bizim de tahkikatımızı kemale yardım edecek bir şey bulup haber verebilir.”

      4

      Gerçi Doktor Eksindaki de gecikmeyip beş on dakika sonra geldi yetişti.

      Bu zat, asıl Yunanlı olup, Atina tıp mektebinde tahsil etmiş ise de hakikaten doktorluğuna itimat olunabilecek bir tabipti. Hele adliye tıbbı hususunda diğer emsaline kat kat üstündü.

      Erbabına malumdur ki zamanımızda tıbbi seviye, hekimliği birkaç büyük sınıfa taksim ettirecek dereceye varmıştır. Yalnız bir zatın tüm hastalıkları bilmesine hemen ihtimal kalmamıştır. Bir sınıfı göz tabibi, bir sınıfı kulak tabibi olup, ebe sınıfı başka, hatta dişçi sınıfı da başka bir şube olmaya mecbur olmuşlardır. Bunlardan başka bir tabip hariciye hastalıklarında başarılı olurken dâhili tıpta o kadar başarılı olmayabilir. Yine akıl hastaları için olan doktorlar da başka ve müstakil bir sınıf teşkil etmiştir.

      İşbu sanatlardan birisi de “Mödecine lögal” dedikleri bir sınıftır ki cinayet işlerini icra edecek inceleme hizmetinde bulunurlar. Yaralıları, katledilenleri muayene ve teşrih ederek nasıl bir cinayetin mağduru olduklarını izah ederler. İşte bizim Eksindaki Osmanlı lisanına “Tababet-i Adliye”2 diye tercümesini münasip gördüğümüz bu sınıfta başarılı bir adamdı.

      Asılanın odasına girip de Halil Sûrî’nin suretine bakınca Eksindaki’nin nazarıdikkati başkalaştı. Şimdiye kadar icra ettikleri tahkikattan ne anlayabildiklerini zabıta memurlarına sordu. Osman Sabri Efendi icra ettiği tahkikatın mecmusunu doktor efendiye o kadar güzel ifadeye başladı ki dışarıdan işitmiş olsaydınız büyük bir dikkatle kaleme alınmış bir rapor okuduğunu zannederdiniz.

      Bu adamın kendi kendisini asmamış olduğuna dair olan zanları ileri sürerken Doktor Eksindaki’nin tavrında hep tasdik ve övgü emareleri görülüyordu. Nihayet Halil Sûrî’nin kendi yatağı içinde bir başka el ile boğulup sonra bu katlin bir intihara hamledilmesi için yapıldığı ve katilleri tarafından asılmış olduğu kaziyesine gelince Doktor Eksindaki yerinden fırlayarak Yunanlılara mahsus tarz ve şivesiyle dedi ki:

      “Hayır, hayır! Yatağında boğulup da asılmamış. Bu zatın yüzünde boğulmuş adam rengi yoktur. Ya zehir ya da başka bir şey ile bu adam öldürülerek sonra buraya asılmış. Boğulmaktan, asılmaktan başka, her ne ile öldürüldüğünü iddia ederseniz tasdik ederim. Fakat bu adam asılarak veya boğularak öldürülmemiştir.”

      Zabıta memurlarının dördü de yüz yüze bakakaldılar. Hele Osman Sabri ile Necmi hayretlerini bir dereceye vardırdılar ki hemen hemen doktorun sözüne inanamayacakları geldi.

      Nihayet doktor asılanın ipten indirilmesini teklif etmekle dört kişi birbirine yardım ederek indirdiler ve düzelmiş olan yatağın üzerine uzattılar.

      Elbisesini çıkarmaya başladıkları zaman asılanın sağ omzu altında bir kurşun yarası görmesinler mi?

      Bu hâl doktorun nazarıdikkatini açtı. Gerçi yarayı muayene ettiğinde bir aydan fazla bir zamandan beri bu yaranın işlediği görüldü ve ölümün ise yaradan kaynaklanmadığı anlaşıldı ise de Halil Sûrî’nin sağ omzunun köprücük kemiği altından girerek arkasından çıkmış bir kurşun yarası olması Osman Sabri Efendi’nin nazarıdikkatine pek ziyade çarptı. Hemen içerideki odada bekleyen kadınların yanına koştu. Sordu ki:

      “Asılanın göğsünde bir yara vardır. Bu yaranın kimin silahıyla açıldığını biliyor musunuz?”

      Validesi: “Nasıl yara?”

      “Vay, sizin yaradan haberiniz yok mu? Oğlunuzun sağ göğsü üzerinde koca bir kurşun yarası var ki arkasından çıkmış.”

      “Eyvahlar olsun, yara da mı var?”

      “Şimdi açılmış şey değil, bir aylık kadar eski bir yara.”

      “Hayır


<p>2</p>

Adli Tıp. (e.n.)