Esrar-ı Cinayat. Ахмет Мидхат. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6485-86-0
Скачать книгу
masasını birçok tetkikten sonra dedi ki:

      “Gerçek hakkınız var! Bu masayı oraya çekmiş olduğu işte kilim üzerindeki izlerden belli. Sonra masayı yine yerine koyduktan sonra üzerindeki şişeleri, sabunları filanları da evvelki gibi muntazaman yerleştirmiş.”

      Abidin Çavuş’un şu hayretli sözleri manasız olduğu hâlde Osman Sabri bundan da büyük bir mana çıkarırsa aferin mi?

      Evvel be evvel gitti asılanın ellerini büyük bir dikkat ve mükemmeliyet ile kokladı. Sonra geldi, yüz takımı üzerindeki şişeleri, sabunları birer birer kendi eliyle tutup yerlerinden kaldırarak yine yerlerine koydu. Şişeleri bu suretle temastan sonra elini kokladı ki birkaç türlü lavanta ve sabun kokuları eline tesir etmişlerdi. Dolayısıyla Hafiye Necmi’ye dedi ki:

      “Bende de şüphe artıyor. Farzımuhal asılan da kendi yatak odasının intizamına pek ziyade meraklı olup da ipi halkaya taktıktan sonra, masayı yine eski yerine götürüp takımlarını da üzerine yerleştirecek olsaydı elinde koku kalmalı idi. Zira işte ben biraz dokunduğum hâlde elimde lavanta ve sabun kokuları kaldı.”

      Necmi: “Büyük bir ehemmiyetle kaydedilecek bir emare de budur. Fakat şu asılanın kendi kendisini asmamış olduğu hakkındaki şüphemi kesin mertebesine vardırmak için hepinizin nazarıdikkatine arz ederim ki bir kere de şu ipin uzunluğu ile şu sandalyenin yüksekliğini mukayese ediniz.”

      Osman Sabri, artık sabrını tüketmiş bir adam tavrıyla: “Be kardeş, sen de hep aklıma gelenleri söylüyorsun! Zaten ben seni tasdik için şimdi bunu söyleyecektim.”

      Necmi: “İki mahir müdekkik zabıta memurlarının aklına daima hep bir şey gelir ki doğru olan da ondan ibarettir. Hakikaten ipin uzunluğu ile sandalyenin yüksekliği mukayese edilince tahakkuk ederdi ki şu sandalyenin üzerine çıkan bir adam kendi boğazına bu ipi takması lazım gelirse takamaz. Zira iskemleyi asılanın ayakları altına getirdiklerinde her ne kadar ayakları iskemleye basabilmiş ise de ipin ilmiğini kendi boğazına kendisi takması lazım gelse, çünkü ilmik ipi açacağından ip bir karış kadar kısa gelir.”

      Bu hâli görünce Yüzbaşı Cafer Ağa dedi ki:

      “Asılanın kendi ilmiğini kendi boynuna yine kendisi takmamış olduğuna ve başka bir el ile takılmış bulunduğuna artık benim de inanacağım geldi. Hem de inandım.”

      Osman Sabri: “Buna hiç şüphe etmek gerekmez. Bak şu yüz takımı masası kendi yerinde bulunmayıp da ve asılan da onun üzerine basmış olsaydı, ferah ferah ilmiği boğazına takabilirdi.”

      Dört adam bir hayli zaman birbirinin yüzlerine bakakaldılar. Gerçi dördü de asılanın kendi kendisini asmayıp bir başkasının eliyle asılmış olduğuna kanaat ediyorlar idiyse de bu başka olan elin kim olabileceğine imkân veremiyorlardı. Necmi, Osman Sabri’ye sordu ki:

      “Hane halkından henüz şüphe etmiyorsun öyle mi?”

      “Dur biraz da şu yatağı tetkik edelim. Ondan sonra hane halkını bir daha sorguya çekeceğim. Bakınız şu yatağa! Bunun içinde insan yatmışa benziyor mu?”

      Cafer Ağa: “Yatak hiç bozulmamış. Demek oluyor ki insan yatmamış.”

      Necmi: “Hayır! Bu yatağın içinde insan yatmış ama yatak sonra düzeltilmiş.”

      Osman Sabri: “Evet, ben de öyle diyorum. Düzeltilen şey yalnız döşek ve yastık çarşaflarından ibarettir. Bakınız şu örtü altındaki yastığa! Mahir bir el bu yastığı böyle düzeltmez. Şimdi diğer odaların birisine gidelim. Hizmetçi kızların ikisine de birer yatak düzelttirelim. Bu hanede henüz insan girmeyen yatakların düzgünlüğünün nasıl olduğunu görürüz.”

      Necmi: “Güzel olur. Fakat daha şimdiden yatak hakkında verdiğin hüküm nedir? Sanki asılan kendi kendisini asmadan evvel yüz takımını düzelttiği gibi yatağını da tanzim etmiş demek mi istiyorsun?”

      Bu sual Osman Sabri’nin yüzünde bir tebessüm oluşturdu ki tebessümün bu derecesi savcı efendide kim bilir ne zamandan beri görülmemiş idi. Necmi’ye dedi ki:

      “Şakayı bir tarafa bırakalım. Taş masayı şuraya kim çekmiş de ipi halkaya geçirmiş ve sonra asılanı kim kucaklamış da halkayı boynuna takmışsa, bu yatağı da o düzeltmiştir.”

      Cafer Ağa: “Asılanı birisi kucaklayarak halkayı başından geçirmiş olsa asılan haykırarak, bağırarak yardım istemez mi? Yoksa kendisi de bu asılmaya ve idama razı mı olmuş?”

      Osman Sabri: “Deli misin sen be? İnsan kendi kendisine kastedecek bile olsa kendisini kendi isteğiyle astıracak cellat mı bulabilir? İşte besbelli ki biçare herifi yatağında boğmuşlar. Sonra da işin önü belli olmasın, kendi kendisini asmış zannolunsun diye buraya asmışlar.”

      Necmi: “Hayır birader hayır! Bir yanlışlık var. Herifi yatağında boğmuşlar diyemem. Zira o hâlde boğazında, yüzünde filanda iz işaretleri olurdu. Bunda ise hiç boğmaya dair bir işaret yoktur.”

      Osman Sabri: “Gerçi el ile sıkılıp boğulsa dediğin gibi olur. Ya bir ip ile boğmuşlarsa? Çünkü boğan adam veyahut adamlar… Zira kaç kişi olduklarını henüz bilmiyoruz ya! Her kaç olurlarsa olsunlar bunlar yatağı düzeltmeye başka türlü lüzum görmezlerdi. Herifi boğarlarken herifin debelendiği, yatağının altüst olduğu bilinmesin diye düzeltmişlerdir.”

      Osman Sabri Efendi bu sözü söylemekle beraber arkadaşlarına bir işaret ederek, diğer odada büyük bir heyecan ile bazıları ağlamakta ve bazıları düşünmekte bulunan karıların yanlarına gittiler. Osman Sabri kocakarıya dedi ki:

      “Madam, oğlunuz Halil Sûrî Efendi dün gece saat kaçta yattı?”

      “Tam gece yarısında.”

      “Sabahleyin kendisinin asıldığını nasıl anladınız? Kapısı açık mıydı?”

      “Hayır efendim, bu sabah kendisini erken kaldırmamızı söylemişti. Saat on birde ben gittim, kapısını vurdum. ‘Halil, Halil!’ diye seslendim. Cevap yok. Daha fazla vurdum. Daha çok seslendim. Yine ses yok. Merak etmeye başladım. Biraz durduktan sonra yumruğum ile daha ziyade vurarak sesimi de yükselttim. Yine ses yok. Bütün hizmetkârlar başıma toplandılar. O kadar şiddetli vurup hızlı çağırışımdan onlar da merak etmişler. Hâlbuki en son daha çok vurarak avazım çıktığı kadar haykırdığımda, yine ses alamayınca aşçı merakı arttırıp kapıya dayanıverdi. Sürme arkasına fırladı. Kendisini o hâlde görünce aklımız başımızdan gitti. Haykırmaya başladık.”

      Necmi: “Pencere açık mıydı?”

      “Hayır kapalıydı.”

      Hâlbuki Necmi pencereye dikkat etmiş. Gerçi kapalı ise de mandalı kapalı değilmiş.

      Osman Sabri: “Gece odasında patırtı gürültü gibi şeyler işittiniz mi?”

      “Ben hiçbir şey işitmedim. Odalarımız yan yana oldukları hâlde işitmedim.”

      Asılanın odası yanında yalnız validesinin odası bulunuyordu. Diğer tarafı ise hanenin köşesi idi. Odanın giyim yeri olup, orada kimse yatmıyordu. Üstünde tavan arası katında uşaklar ile hizmetçi kızları odaları olup, bunlar da hiç gürültü filan işitmemişler. Hatta onlar bazı hizmetlerini bitirdikten sonra gece yarısından bir buçuk saat sonra yattıkları hâlde gürültü işitmeyip en sonra yatağına gelen aşçı yukarıya çıkarken çelebisinin öksürdüğünü işitip ondan başka ses işitmemiş.

      Bu defa da hane halkının yüzlerindeki değişikliği hepsinden ziyade Hafiye Necmi Efendi tetkik ediyordu. Hatta Osman Sabri’nin uşaklardan filanlardan henüz hiç şüphesi olmadığı hâlde kendisi pek şüpheli bulunduğu için