Esrar-ı Cinayat. Ахмет Мидхат. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6485-86-0
Скачать книгу
intizama aykırı bir hâl bulunduğundan, gece gezen askerin ne kadar patırtısı olursa bu sabah feryat ve figan işitilen haneyi basan askerde dahi ondan ziyade patırtı duyulmaması tabii idi.

      Osman Sabri bir kere haneyi hızlıca muayeneden geçirdikten sonra yüzbaşıya dedi ki:

      “Cafer Ağa! Hanenin arka kapısı olduğunu zannettirecek gibi bir vaziyeti yoktur. Fakat damdan dama kaçarak bir kaçacak yer bulmak ihtimali cani veya caniler için zor değildir. Bu sokağın ötesindeki sokak ile yanlardaki sokakları derhâl kontrol altına alınız.”

      Cafer Ağa’daki cevap askerce bir selamdan ibaret oldu.

      Nizamiye teğmeni ile iki kelime konuşarak sonra askere bir emir verildi ki iki sıra olan askerin birinci sırası yarım sağ ve ikinci sırası yarım sol ederek jimnastik adım yürüyüşüyle hareket edildi. Bir dakika içinde feryat gelen hanenin bulunduğu yeri kapsayan sokakların tümüne nöbetçi bırakıldı.

      Bu iş bittikten sonra Cafer Ağa, Osman Sabri’nin yanına geldiğinde Osman Sabri dedi ki:

      “Sen abluka hattını daima devret. Şüpheli olarak sokakta kimi görürsen tutukla. Hane içine ben girerim.”

      Bu emri nizamiye teğmeni de işitmişti. Yüzbaşı ile teğmen baş başa vererek, tekrar ikişer kelime konuşmadan sonra biri sağa, birisi sola dönerek belirledikleri noktalardan ibaret olan abluka kordonunu devire başladılar.

      Kapıda Osman Sabri’nin yanında bir çavuş bir onbaşı ile dört asker kalmıştı. Onbaşıya gerekli talimat verilerek ve iki asker ile kapıda bırakarak kendisi çavuş ve iki de askerle beraber içeriye girdi.

      Kapıdakilere verdiği talimatı izah ve tafsile hacet var mı? Katiller dışarıya fırlarlar ise tutmaktan, teslim olmazlar ise vurmaktan ve içeriden çağrılacak olurlarsa imdada koşmaktan ibaretti.

      Bu emirler o kadar çabuk verildi ve icapları o kadar çabuk icra olundu ki kolun kapıya varışından hemen dört dakika sonra Osman Sabri Efendi de hane kapısını açtırarak içeriye giriyordu.

      Osman Sabri’nin haneye giriş tertibine gelince, en önünde bir asker ve onun arkasında koruması bulunuyordu ve kendi arkasına çavuşu ve en geriye diğer askeri kalkan ederek o surette girmişti.

      Hane içinde vaveylanın kesildiği yok. Şu kadar var ki eski “Yangın var!”lar, evvelki “Cankurtaran yok mu?”lar şimdi, “Ah evladım! Ah babacığım!” gibi figanlara dönüşmüşlerdi. Bir de evvelce iki kadın sesi işitilirken şimdi birkaç erkek ve kadın sesleri ve gürültüleri de evvelkilere eklenmişti.

      Osman Sabri Efendi kapıdan girip de taşlık üzerinde bulunduğu zaman, yukarıdan yaşlıca bir kadın da kendisini merdivenden aşağıya atarcasına koşup geliyordu. Ondan evvel ise genç bir kız ile bir de uşak kıyafetli erkek, zabıta memuruna kapıyı açmaya koşmuşlardı.

      Yaşlıca dediğimiz kadının arkası sıra hizmetkâr oldukları kıyafetlerinden anlaşılan iki kadın ile bir erkek de koşup geliyorlardı.

      Her birinin yüzü helak derecesinde değişmişti. Her birinin heyecanı son derecede. Her birinin ağzından bir başka söz çıkıyor.

      Osman Sabri Efendi sağ elinin şahadet parmağını dudaklarına götürerek ciddi ve dehşetli bir tavırla “Sus!” işaretini vermesiyle bir an için gürültü kesildi. Osman Sabri sordu ki:

      “Yukarıda hırsız, kanlı filan kimse var mı?”

      Bir uşak: “Kimse yok efendim.”

      “Kaçtılar mı? Nereye kaçtılar?”

      “Hayır, kaçan da yok.”

      Kocakarı gözleri iki çeşme gibi çağladığı hâlde Osman Sabri’nin boynuna sarılırcasına büyük bir ricayla dedi ki:

      “Ah efendim, yukarıya çıkınız da oğlumun ne hâlde olduğunu görünüz. Ah oğlum, oğlum, oğlum!”

      Kadının bu figanı üzerine genç kız da feryatlarını tekrar ederek uşaklar, hizmetçi kadınlar cümleten evvelki şamataya başladılar. Kimisi “Boğmuşlar!” diyor. Kimisi “Asmışlar!” diye bağırıyor. Bazıları “Efendimiz!” diye hayıflanıyor. Birtakımı “Baba!” diye bağırıyor. Bir gürültü, bir patırtı ki Allah göstermesin!

      Kocakarıdan ve uşaktan aldığı cevaplar üzerine Osman Sabri Efendi girip çıkan bir cani bulunmadığını anlayarak bu defa kendisi öne düştü. Hanenin birinci katına ve sonra ikinci katına çıktılar ki bu kattaki odalar yatak odaları idiler.

      Kocakarı ile kız önde giderek bir odayı işaret ettiler. Ancak kız da kocakarı da odaya önce girmeye cesaret edemiyorlardı.

      Osman Sabri Efendi ile jandarma çavuşu odanın eşiği üzerine gelerek baktıklarında tavanın ortasındaki halkaya bir adam asılmış olduğunu gördüler.

      Çok vukuat görmüş, her dehşetli şeye gözlerini alıştırmış olan Osman Sabri Efendi sakin bir tavırla kocakarıya sordu ki:

      “Bunu buraya kim asmış?”

      “Kim bilir a efendim, kim bilir kim asmış? Oğlum akşamleyin odasına çekildi, sabahleyin bu hâlde bulundu.”

      “Demek oluyor ki kendi kendisini asmış, öyle mi?”

      Mevcut olan erkek ve kadın hepsinin suretleri son derece ümitsizlik elemleriyle dopdolu oldukları hâlde birer hususi tavır ile Osman Sabri’nin şu sualine tasdik cevabını verdiler.

      Osman Sabri sualden evvel mevcut adamların yüzlerini birer birer tetkike başladı. Her birinin kalplerinden geçen şeyleri yüzlerindeki alametlerden anlamaya çalışıyordu. Bir yandan bu tetkikte bulunarak diğer taraftan da çavuşa dedi ki:

      “Abidin Çavuş, git askeri dağıt! Askerle işimiz kalmadı. Yalnız kapının iç tarafında iki asker bulunsun, belki lazım olur. Galatasaray’a haber götür de Necmi Bey derhâl gelsin. Asıl işimiz onunla görülecektir. Daire tabibi için de hanesine haber gönderiniz.”

      Abidin Çavuş askerce selam vererek emri icraya gitti.

      Osman Sabri hâlâ hane halkının yüzlerini birer birer tetkik etmekteydi. Her kimin yüzüne bakarsa o adamın yüreğinde daha ziyade heyecan oluşturarak bu bakışın âdeta bir sorgulama demek olduğunu anlıyorlardı.

      Osman Sabri sordu ki:

      “Hane halkı bundan ibaret midir? Burada mevcut olmayan uşak, hizmetkâr, filan daha başka kimse var mıdır?”

      Kocakarı: “Yoktur efendim. Uşakların, hizmetkârların tümü buradadır. Biz de buradayız. Dışarıda kimsemiz yoktur.”

      Bu cevaptan sonra savcı efendi tekrar hepsinin üzerine bir nazar gezdirerek dedi ki:

      “Burada bulunan adamların hiçbirisi bir tarafa gitmesinler. Kendilerinden sorulacak şeylerim vardır.”

      Şu emir bütün yüzlerin renklerince bir değişmeye daha sebep olduysa da bu değişikliklerin adliye zabıtasınca şüpheye değer bir emare sayılamayacağını Osman Sabri Efendi birçok tecrübeyle hükmetti.

      Asılanın bulunduğu odaya girdiği zaman Osman Sabri Efendi en evvel cenazenin şahsını tanımaya çalıştı. Asılan uzun boylu, kara sakallı, ancak otuz yaşında kadar tahmin olunabilecek genç bir adamdı. Kaşlarının sık, kara ve güzel olmaları hasebiyle gözlerinin güzelliği anlaşılıyor idiyse de gözleri kapalı olduğundan renkleri ve latif güzellikleri görülemiyordu. Feci bir ölüme uğramakla beraber ağzının, burnunun intizamı ve ellerinin küçüklüğü, güzelliği asılanın kadınlar tabirince “insan güzeli” olduğunu teslim ettirebilirdi.

      Osman Sabri pek az şeyleri acınmaya şayan görür katı kalpli bir adam olduğu hâlde asılanı hakikaten merhamete şayan bularak kendi kendisine