Tekir Yaylası bir dönemler yaşlı ceviz ağaçlarıyla kaplıymış. Eşkıyaların başı İbrahim Paşa buraya ayak bastığı zaman etraftaki köylerde oturan fukaranın elindeki o kadim ve faydalı ağaçları tamamen kestirmiş. Sonradan başında patlayacak olan toplarını buralara yerleştirmiştir. İstihkâmların etrafında ve derelerin içerisinde köy çocuklarının depolardan çıkarıp barutlarını boşalttıkları birçok havan mermisi hâlen daha serili bir hâlde bulunmaktadır. Bu dünyaya ne kadar zalim ve zorba adam geldiyse büyük bir istek özen göstererek yaptırdıkları değerli yapılar, en sonunda yıkılarak bu şekilde baykuşlara mesken olmuştur.
POZANTI
Pozantı, Tekir yaylasına üç saat mesafede ve kendi adıyla anılan ırmağın kenarındadır. Tarsus ile Niğde arasındaki mesafe hesaba katılmadan telgraf tellerinde olası meydana gelebilecek arızaların giderilmesi için açılan denetim merkezi ilk defa burada kurulmuştur. Fakat havasının ağırlığı nedeniyle makineler sonradan kaldırılmıştır. Buradan alınarak Bürücek yaylasının aşağısında Tekir Yaylası’nın kuzeyine inişin sonundaki “Ayvabeyi” adı verilen yere taşınarak yerleştirilmiştir. Bir zaman haritaya bu kontrol merkezinin eski ismi kaydedildiği için sonrasında isim değişikliğine gerek görülmemiştir. Mevcut hâli ile ismi Pozantı olarak geçmektedir. Ayvabeyi ismi ise Hayfbeli isminden dönüşmüş olsa gerekir.
Çakıllı yolun yapılmasından önce bu istikametten geçen kervan ve yolcu kafileleri ile deve sürüleri sürekli bir şekilde deveye yuvarlanmaktaymış. Bu nedenle hayvanların parçalanmış hâllerini gören merhametli kişiler üzülmekte ve her gün yaşanan bu duruma karşı “hayf” diye üzülür, hayıflanırlarmış. Bu acı durumun ardı arkası kesilmemesini ima ederek bu bölgeye önceleri Hayfa Beli denmiş. Bu isim zaman içerisinde Hayfa Beli’ne dönüşmüş. Son olarak ise “hayfa” kelimesi “ayva”, “beli” kelimesi de “beyi” hâlini alarak “Ayvabeyi” denilmeye başlanmış. Hâlen daha yaşanmaya devam eden bu kazalar üzerine bu şekilde üzüntü ifadelerinin devam etmesi bu açıklamayı doğrular niteliktedir. İçerisinden tatlı su akan derenin yakınındaki bu yerde yalnızca basit bir han, bir değirmen ve bir demirci dükkânı bulunmaktadır. Öyle ki, daha fazla yapı inşa edilecek herhangi bir alan mevcut değildir. Bu nedenle “bey” tabirinin neresine ve hangi güzelliğine yakıştırıldığına şaşılmaktadır.
Beyoğlu ve Beyşehir gibi isimlerine “bey” tabiri eklenen semtlerin ve şehirlerin olduğu gibi buranın da bir külhanbeyi olmalı. Diğer yandan her ne kadar alay edilesi bir yer olsa da Küçük Asya’nın Suriye yönüne açılan tek kapısıdır. Bu nedenle gece gündüz sürekli gelen yolcular burada yirmi dört saat kalmak mecburiyetinde bırakılsalar burada oluşacak insan kalabalığı büyük kasabalardaki kalabalığı geçer. Mezaroluk’tan başlayarak Niğde sınırına kadar uzayan dehşetli vadide bulunan ve her köşesindeki bayırlar, tepeler, bağlar ile çam, ardıç ve katran ağaçlarıyla donanmış uçsuz bucaksız bir orman içinde olması nedeniyle bu korularda avlanmak isteyen av meraklıları için bulunması zor bir alandır. Adanalıların meşhur Bürücek Yaylası, bu yerin on beş dakika mesafe yukarısındadır.
Manzarası ve güzelliğine diyecek bir söz bulunmayan bu büyük vadinin güney bayırında bulunan ve her yeri çam ve ardıç ağaçlarıyla kaplı, bol miktarda akarsuyu olan ve üzüm çok sayıda bağları ile çeşitli meyve ağaçları bulunan bir yayla bulunmaktadır. Batısı ve kuzeyi açık bir konumda havası serin ve kaliteli olan bu seçkin yaylaya Adanalılar haziran ayı başında gelir ekimin ortasında buradan ayrılırlar. Bu dönemde onların şenlikleri ve burayı şereflendirmeleri sayesinde dört buçuk ayı çok güzel geçirirdim.
Üzüm bağları ve kiraz bahçelerinin iç kısımlarına yaptırılan yaza özgü evlerden başka birkaç yerinde de yüksek yapılı köşk ve binalar bulunmaktadır. Ferah bir mekân olan bu yaylada yalnızca bir cami vardır. Çok fazla tanınmayan âlimlerden olan Gölgelizade Hacı Mehmet Efendi ile birlikte bölgenin önde gelenlerinden Arifzade Ömer Efendi, Alaybeyizade Hüsnü Bey, Kuşçuzade Hüseyin Efendi ve İl İdare Meclisi üyelerinden Bağdadi Abdulkadir Efendi hazretleri gibi birçok simanın gelmeleriyle şereflendi. Bu cennet gibi Bürücek’e cuma namazını kılmak için her hafta giderdim. Orada bu şahsiyetlerle buluşup sohbet etmek şerefiyle ve onların iltifatlarıyla kendimi teselli ederdim.
Arifzade Esat, Gölgelizade Tevfik, Kalfazade Yusuf ve Arnavut-zade Ali Efendi gibiler temiz ruhlu kişiler her ne zaman Çağşak Suyu’na gezinti yapmak isteseler bana da mutlaka haber gönderirlerdi. Bürücek’in suyu, havası, konumu ve manzarası bakımından güzelliğine doyum olmazdı. Her köşesinden coşkun bir şekilde akan suyundan başka birkaç dakika mesafede Çağşak ve Müftüyurdu denilen yerlerde çam, katran ve ardıç ağaçlarının diplerindeki kayaların ve çakılların arasından fışkıran çeşitli soğuk pınarlar ve berrak suları da bulunmaktaydı. Bu anlamda buralarda kebap yapıp, buz kesen su kaynağında ıslatılan meyveler ile üzümleri serince yerken o insana ferahlık veren havayı solumak insanın hayatı boyunca unutmayacağı mutluluklardandır.
Yayladakilerin Adana’ya dönüş yapmalarından sonraki ekimin ortasında haziran ayının başına kadar devam eden yedi ay on beş günlük süre boyunca dere yatağında tek başına kalmak düşünüldüğü gibi sıkıcı bir durum değildi. Doğasının her hâlinde ayrı bir lezzet bulunması nedeniyle yalnız geçirdiğim günler daha eğlenceli zamanlardı. Para kazanma amacıyla diyardan diyara sürekli hareket eden insanları ve bu anlamda hayatın şu çekilmez kavgasını seyretmek bu yerin ibret verici eğlencelerinden biriydi.
Divan yolu gibi gece gündüz sürekli hareket hâlinde olan bu büyük yoldaki kalabalığın çoğunluğunu araba kafileleri ve deve sürüleri teşkil ederdi. İnsanoğlundan bekledikleri bir lokma hamuru yemek için yüzlerce kilo yük altında ezilen çaresiz develer maişet kanununa şikâyet edercesine çıkardıkları acı feryatlar huzurumu kaçırırdı. Akşamları telgraf kulübesinin çevresine inen deveciler insafsız bir şekilde develerin üzerine yükledikleri yükleri yıkınca bu zavallı hayvanlar ölü gibi yere serilirlerdi. Dağıtılan hamur toplarını yedikten sonra hemen tekrar güçlerini toplayarak aslan kesilir, heybetli sesleri ile köpük savururlardı. Özet olarak kışın sonuna kadar benzer şekilde devam eden bedevi âlem benim için garip bir deneyimdi.
Deveciler gece yarısından sonra yola çıkma gibi bir âdetleri ve merakları vardır. Bunların hareketi esnasında, etraftaki yerleşimlerden gecenin o vakti hâlen uyanık olanlar, o korkunç ormanlı bayırlara ve dağlarda yankılanan zil ve çan seslerini duyunca deccalın çıktığı duygusuna kapılırlar.
Ortalığı kar kapladığı zamanlar, dağlarda yiyecek bulamayan vahşi hayvanlar etrafımızı sararlardı.