Bekâr delikanlılar, kendilerine tahsis edilmiş odanın odun ihtiyacını aralarında nöbetleşe bir usul ile etraflarını kaplayan uçsuz bucaksız ormandan kesip toplayarak karşılarlar. Bekçisiz ormandan para ödemeksizin kestikleri kütükleri kapıdan sığdırmaları mümkün olmadığından bellerindeki uzun kuşaklara bağlayarak bacadan sarkıtırlar.
Uçları çatıdan bir arşın daha yukarıda kalan bu çıralı mertekler yandıkça boyları kısalır ve aşağı iner. Gençler, Nemrut ateşi gibi yaktıkları ateşin başına geçerler. Kızdıkça cehennem hâlini alan odada güldürücü oyunlar oynarlar, kaval üflerler, dinletisi gayet güzel şarkılar söyler ve rastgele bir şekilde saz ve bağlama çalarlar.
Topraktan kar kalkıncaya kadar bu şenlikle her gece sabahlara kadar devam eder. Mevcut durumlarına şükreden bu faydalı insanlar, ilk yaratıldıklarında kendilerine verilen temizliği asla lekelemeden korumuşlardır. Bu insanların samimi bir şekilde böyle mutlu hayat sürmeleri, gazinolarda bilardo oynayacağım diye gecesini, dinlenmesini ve zamanını öldürerek israf eden şehir gençlerinin yapmacık mutluluklarına ve ciddiyetten uzak ve soğuk sohbetlerine benzemez. Her hâl ve davranışları aralarındaki sevgiyi güçlendirme, sağlamlaştırma ve samimiyeti artırma amacını taşıyan tutarlı ve güzel hareketlerdir.
Bu köyde Hacı Hüseyin Efendi ve Mehmet Ağa adına itibar sahibi misafirperver iki adam bulunmaktadır. Maddi durumları bir miktar daha iyi olan bu kişilerin evleri ve sofraları daima misafire açıktır.
Pozantı’ya geldiğim zaman memurluğa vekâleten bakmakta olan Niğde stajyeri Rıza Efendi’den bu merkezi devralmıştım. O dönem Halep başmüdürü olan Bedri isimli zevzek, benim buraya gelmem üzerine Rıza Efendi’yi yerinde devam ettirememesi ve (ondan gelecek olan) on beş liralık menfaatinden olması nedeniyle memleketimden getirdiğim kefalet senedini kabul etmemiştir. “Rıza Efendi kimdir?”, “Pozantı denilen cehennem deresi neresidir?”, “Bedri nasıl bir uğursuzdur?” ve “Cebine girecek gayrimeşru on beş lira ne anlama gelmektedir?” gibi soruların cevabını henüz öğrenemeden bakanlığın emriyle Allah’a tevekkül ederek buraya gelen biri olduğumu, başkaca bir kusurum olmadığını bu insanlıktan tamamen uzak soysuz Bedri anlayıp da insaf etmedi. Birçok kere iade ettiği kefalet senedini her gelişinde memleketime gönderip gösterdiği zorlukları utanmaksızın bana yazdırdığı deli saçması koşulları harfiyen yerine getirmem neticesinde güç bela kabul etti. Rıza Efendi gibi akıllı ve bilgiç bir gencin ekmeğine engel olmak şöyle dursun, elimden gelse daha da ilerlemesine çalışabilecek gönlü geniş biri olduğumu bu Bedri alçağına bir türlü anlatamadım. Açgözlü Bedri’nin amacı Rıza Efendi’yi buraya görevlendirmek değildi. Güya Niğde Müdürü Şevket’in yardımıyla onun işini yaptığı yolunda Rıza’yı kandıramayıp on beş lirasını alamadığına hiddetleniyordu. Bedri en çok kendini hoşnut edenlere rıza gösterir.
Mesele Rıza’nın gelmesinden ziyade bir akçedir. Leşe saldıran köpek gibi gayrimeşru menfaat dolaşmaya ve rüşvette alışkın bu katır kinli herif bu olaydan sonra da benimle fazlasıyla uğraştı.
Pozantı’nın sabır göstererek geçirdiğim kışındaki o vahşi hayatı geride bırakıp yazın biraz rahat yüzü göreceğim zamanlarda kendi tanıdıklarından Elbasan kavasının oğlu Arnavut Ahmet’i ve bazı zamanlar da Şarkikarahisarlı tilki Osman’ı hava değişikliği yapsınlar diye geçici olarak benim görev yerime gönderirdi. Beni de Çukurova’nın cehennem gibi sıcak olduğu bir zamanda Adana’ya bazen de Mersin’e araziye göndererek o sıcakta cayır cayır yanışımdan zevk almaktaydı.
Bu acımasız adam ne yaparsa yapsın ses çıkarmayıp sindirdim. Söylediklerini itiraz etmeden yerine getirdim. Fakat bu adi yaratık ve arsızda kalp olmadığı için mertlik ve düşünce de bulunmuyordu.
Ömrümün seçkin dönemlerini bu şekilde mihnet içerisinde geçirttiği yetmezmiş gibi memuriyetimin ikinci yılının temmuzunda samyeli rüzgârlarının Çukurova’ya yayıldığı o yakıcı mevsimde çeşitli şeytanlıklar ve hileler planlayarak benim hakkımda Bakanlığı kandırmış ve görev yerimin Adana’yla değiştirilmesi yolunda emir almış.
ADANA
Mali yıl olarak 1300 senesi temmuzunda (Temmuz/Ağustos 1884) beni Adana haberleşme memurluğuna tayin ettirerek gönderten insafsız Bedri’nin sıcaktan korunmak için gönderdiği kölesi Elbasanlı Ahmet’e merkezi devrettim. Tekir Yaylası, Gülek Boğazı, Sarışeyh ve Mezaroluk yolu üzerinden gidip en son yerden de trene binerek bir saat içerisinde Adana’ya ulaştım. Şehir merkezinin o dönemki durumu hakkında daha önce gerekli açıklamaları yapmıştım. Bu nedenle tekrar etmeyeceğim.
Toprağının mahsul verme gücü Aydın ile benzer olan bu zengin vilayetin en verimli kısmında Adana şehri bulunmaktadır. Seyhan Nehri’nin batı sahilinde ve Akdeniz’in 25 kilometre mesafe doğusundadır. Her ne kadar şehrin dörtte biri yer yer yükselen güzel bir tepe üzerinde konumlanmış olsa da kalan diğer kısmı düzlükte bulunmaktadır. Bahar mevsiminde taşkın veren Seyhan Nehri bazı yıllar ürünler vermektedir.
Karşılıklı olarak aralarında birbirlerini daha çok tanıma çabaları sayesinde zaman içinde daha çok kaynaşan Nemrutluların taşkınlık etmeleri ve Bâbil şehrinin karışıklığa uğraması sonucu Midyon, Silifke’yi başkent yapmıştır. Kendi devrinde yaptırdığı Kadim Bıtne Şehri’nin ise şu an Tepebağ denilen alanlarını, bir zamanlar etraflıca çeviren surun içinde olduğu mevcut tarihî kalıntılardan anlaşılmaktadır. Burçlarından ve surlarından eser kalmayan adı geçen Bıtne Kalesi’nin temelleri Seyhan Nehri üzerindeki büyük köprünün yakınında bugün hâlen görülebilmektedir.
Şehrin cehalet döneminde aldığı “Bıtne” unvanı, İslam toprağı olduktan sonra “Adana” olarak değişmiştir. Sözü edilen bu tarihî olayı, gerçekleşmeden önce “Elif Lâm Mîm. Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar.”21 ayetinde (fî edenî şeklinde) geçen bu isim, telgraf merkezinin açılmasından beri son zamanlarda “Edene”ye çevrilmiştir. Bu durumun asıl sebebi “Adana” ile “Edirne” illerine ait telgrafları dikkatle ayırmamaları sebebiyle yazı başlıklarında sıkça yanlışlıklara sebep olan muhabere memurlarını sorumluluktan kurtarılmak istenmesidir. Daha açık bir ifadeyle İstanbul Genel Haberleşme Müdürü’nü eleştiriye tutulmasını önlemek isteyen Bakanlık, “Zikredilen bu iki kelimenin telgraf harfleri kurlarına göre yazılması esnasında aralarında yalnız bir nokta fark bulunuyor. Zaman zaman gerçekleşen okuyucu dikkatsizliği nedeniyle bu noktalardan birinin çıkmasına mâni olunca isimler karışıyor. Şeklinde bir itirazda bulunmuşlardır. (Arap harfleriyle) “Adana” ile “Edirne” kelimelerinin ortasında bulunan “A” ile “R” harflerinin gerçekten de ortasında birer nokta fark vardır. Bu anlamda söz konusu mazeret haklıdır. Fakat “Edirne”nin sondaki “H” ile “Adana”nın sonundaki “A” harfleri ile ilgili yapılan benzetme nedeniyle karara varılan isim değişikliği düşüncesi hiçbir şekilde kabul edilemez. Meğerki “Adana” yazısının sonunu yanlışlıkla “H” ile bitiren münasebetsizler bulunsun. Bu nedenle şehre şeref katan bu manevi isim değiştirilip dönüştürüleceğine, cahil yazıcıların kişisel anlamda kendi karalamaları olan yazıları düzeltmek lazımdır. Bahsedilen bu sorumluluktan kendini kurtarmak isteyen bir şarlatanın ileri sürdüğü içi boş itirazı değerlendirmeye tutmadan acele bir şekilde onaylamak affedilemez dikkatsizliktir. Bu durum Babıali’nin nasıl bir anına denk geldiği anlaşılamıyor.
Telgraf Bakanlığının yutturduğu yalan