Seyahatü'l Kübra. Karçınzade Süleyman Şükrü. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Karçınzade Süleyman Şükrü
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-99843-1-5
Скачать книгу
da yangın yerine çevirmişti. Her taraf yeşilliklerden ve güzelliklerden mahrumdu. Çiftçiler sevinç ve neşeden uzak çok hüzünlü bir hâldeydiler.

      Tren yolunu istikametindeki yerlerde yaşayan köylüler beş santimlik kuru ekinleri orakla biçmeleri mümkün olmadığından elleri ile yolmaktaydılar. Henüz yedi yaşında olan çocukların bile anne ve babaları ile birlikte bu şekilde çalıştıklarını, güneş altında yandıklarını ve o hüzünlü hâllerini görünce gözlerimden istemsizce yaş döküldü.

      Gayret, sabır, kanaat, Allah’a dayanma ve güven ve ona teslimiyet gibi çok güzel huylara sahip ve her bakımdan övgüye layık çiftçilere Cenabıhak rahmetinden bolca göndersin. Bunun gibi afetlerin tekrarını vermesin. Kuraklıklardan yalnız insanoğlu değil hayvanlar hatta cansızlar da etkilenmektedir. Nasıl ki bu dünyaya hayat veren şey yağmurlar ise hemcinslerini mutlu edenler de bu çalışkan insanlardır. Beyefendi gibi hareket eden gösteriş budalalarının yanlış inançları gereği mevcut meziyetleri şehirlerde şık bir şekilde boy göstermektir. Hâlbuki basit giyimli o faydalı köylüleri beğenmeyerek kibirli bir şekilde yaşamaktan öte bir özellikleri olmayan bazı idraksiz, değersiz, kendini beğenmiş ve işe yaramaz zevzeklerin hakir gördükleri köy halkı bütün herkesin erzakına hayat verip hazırlanmasına vesile olmaktadırlar. Bu anlamda İlahi Kudret’in eli övgüsüne sahiptirler ve manen herkesten üstündürler.

      Trenden inmeyerek karşıdan seyrettiğim için Aydın halkı hakkında ayrıca bir bilgi hazırlayıp yazamadım. İzmir, Saruhan, Aydın, Menteşe ve Denizli adlarından dört sancak, otuz beş kaza, elli nahiye ve iki bin yedi yüz seksen yedi köyü kaplamaktadır. Genişliği tahminî olarak 51 bin 687 kilometredir. 1 milyon 251 bin 6 yüz küsür nüfusa ulaşmıştır. Bereketli geniş bir arazi unvanına nasıl eriştiğini anlatmak için “aydın” kelimesinin fars dilindeki karşılığının “rûşen” olduğunu söylemek yeterlidir. “Dîdelere rûşen” sözüne karşılık Türkçede “gözlerin aydın” denilmesi de bundandır.

      Bu şehre daha ilk başta verilen “Güzelhisar” isminin bugünkü adıyla anılma hikâyesi için şöyle olduğu da akla gelmektedir: Aydın ismini veren zat doğduğu an babası “Gözlerin aydın bir oğlun oldu.” müjdesini almıştır. Bunun üzerine babasının onu “Aydın Bey” diye adlandırmıştır. Karanlığın zıddı olan bu güzel isim Arabistan’ın ateş gibi yanan çöllerinde söylenilen “ziya” isminin dilimizdeki karşılığı olsa da çok fazla rağbet görmemesinin sebebi nedir belli değil. Asil Arap toplumunun arınmış beyan diline ne kadar sevgi besliyor isek dilimizin de nispette sevmemiz gerekmektedir. Çünkü sevdiğimizi anlatmak ve söyletmek ancak dil ile mümkündür. Bu önemli şartı anlayıp dilimizi temizlememiz gerekirken tam aksine bu şekilde karıştırıp asıl olanı azaltmaya, unutmaya, yok etmeye çabalıyoruz. Ne büyük bir gaflet!

      MERSİN

      Bu şehrin kurulduğu bölge yaklaşık otuz sene önce yerleşik olarak kimsenin bulunmadığı boş bir araziydi. Hububat tüccarlarından Mersin isminde Kayserili bir Rum’un küçük bir alışveriş yeri yaptırması üzerine çiftçiler akın ederek toplanmaya ve yerler yapmaya başlamışlar.

      İki yıl içerisinde büyük bir köye dönüşmüştür. Kasaba merkezi olduğu zaman denizcilik için gerekli olan karantina, gemi ve liman idaresi de kurulmuştur. Bunun üzerine vapurların sıkça uğrak yeri olmuştur. Konumunun ve ticaretinin önemi her geçen gün artmıştır. Çok kısa zaman zarfında zenginlerin ve ticaretin bir merkezi hâline gelmiştir. Devletli Abidin Paşa Adana valisi iken tren hattının Tarsus’a kadar tamamlanması üzerine bu yer kaza hâline gelmiş ve birkaç sene içerisinde de il olma sırasına girmiştir.

      Konya, Ankara ve Sivas bölgelerinin birleştikleri mevkiye düşen il ve kazalar ile bolluk ve bereket içerisinde olan Adana Ovası’nın özellikle iskelesi olması nedeniyle buranın limanı işlek ve ticareti büyüktür. Konumu çok güzel olmakla birlikte sokakları düzenli, binaları ve konakları mükemmel ve imarlıdır. Fakat suyu ve havası ağırdır. Limanı ise açık ve tehlikelidir. Bütün milletleri ve toplulukları hükmü altında çalıştıran bereket ve saadet kapısı ticaretin bahşettiği şeref ve servet sayesinde şehir yarım yüzyılda meydana gelmiştir. Sınırlarına kattığı birkaç binlik Tarsus kazasıyla beraber üç nahiye ve iki yüz altmış dokuz köyü vardır. Bolluk ve bereket, akarsuyu, bağ ve bostanı boldur. Bunlar ticareti gibi her gün daha fazla gelişmekte olan şimdilik dokuz bin nüfuslu küçük ve sevimli bir kasabadır. Limon, turunç, nar, üzüm, armut, elma gibi meyveler ile en iyi cins kavun, karpuz ve her türlü sebze bolca yetişmektedir. Zerdali cinsinden olan ve burada şekerpare olarak adlandırılan güzel meyvelerin bir benzerini dünyanın başka hiçbir yerinde göremedim.

      Çok kokulu ve lezzetli olan suyunun gevrek bir hâlde katılaşmasından ibaret posasız gövdesinin içerisindeki ufak çekirdeklerinin içi tatlı, kabuğu çok ince ve taneleri güvercin yumurtasından büyüktür. Meşhur şair merhum Ziya Paşa Adana valisi iken kasabanın değerlenmesi düşüncesi ile kendi adına modern anlamda otel gazinolar yaptırmıştır. Bunlar büyük bina sayılırlar. Güneşin doğuşundan evvel limana gelen vapurdan hemen indiğim için sabah trenini kaçırmayıp hemen Tarsus’a geçtim.

      TARSUS

      Havarilerden Pavlus’un doğum yeri olması nedeniyle Hristiyanların kutsal saydıkları Tarsus tarihî olarak çok meşhur kadim yerlerden biridir.

      (Asur Kralı) Sardanapal tarafından milattan birkaç yüzyıl önce kurulduğu rivayet edilmektedir. Bu şehir Fenikelilerden Asurlulara, Keyhüsrev zamanında da İranlılara geçmiştir. Büyük İskender’in istilasından sonra kurulan Felsefe Okulu sonrası aniden yükselerek ticaret ve bilgi bakımından Atina ve İskenderiye şehirlerini geride bırakmıştı.

      Makedonyalılardan sonra Romalıların eline geçmiştir. Halife Harun Reşit zamanında İslam topraklarına eklenmiştir. Bu dönemde de çağının ilerisinde olup âlimlerin önde gelenlerinden bir kaçının doğup yetiştiği bir yer olarak bilinirdi. Daha önce bahsedilen Haçlı eşkıyalarının uğursuz ayaklarıyla medeniyet eserlerini imha ettikleri bu kara bahtlı şehir daha sonra küçük bir Hristiyan devleti merkezi hâline getirilmiştir. Ardından kısa bir zaman sonra Mısır Memluk Türkmenleri tarafından ele geçilmiştir. Tarsus, Ramazanoğulları’nın yıkılması üzerine Osmanlı Devleti’nin eline geçmiştir. Hristiyan toplumunun aşırılık kılıcıyla yerle bir edilen kadim Tarsus’un harabeleri üstünden hüzünlü bir yaz tutan bu acıklı şehrin havası Çukurova’daki diğer yerleşim yerlerine göre daha güzeldir. Fakat suyu ise gayet ağırdır. Kenarında geçen Ceyhan ve kadim ismiyle Kidnos Nehri’nin (Berdan Çayı)19 havzasına kurulan ahşap dolaplar ile birlikte garip sesler eşliğinde kendi kendine dönerek dört tarafı kaplayan bahçeleri kolay zahmet vermeden sulamaktadırlar. Bu sayede şehir limon, portakal, turunç, nar ve her türlü meyve ağaçlarıyla doludur.

      İranlıların Tebriz dedikleri, servi dedikleri beyaz kavaklar güzel boylarını gökyüzüne uzatarak bahçeleri ve şehri bir kale gibi çevirmektedirler. Sokakları dar ve bütünlüklüdür. Her köşede akarsu, geniş bir meydan, bülbüllerin yuvalandığı bahçe ve gül bahçeleri mevcuttur. Bu nedenle hüzünlü bir yer değildir.

      Bugün hâlâ Dakyanus’un yaptırdığı surların bazı kısımları mevcuttur. İskender’in istilası sonrası Makedonyalıların ve ardından Arapları ilave ederek genişlettikleri dış kalenin yalnızca temelleri ve tarlalar içindeki tek başına dikili bir duvarı günümüze ulaşmıştır.

      Şehrin güney ucuna bitişik güzel bir bölgede hoş bir şelale vardır. Bu şelalenin de kaynağı olan ve 7 kilometre aşağıda denize karışan Ceyhan Nehri üzerinden kanallar meydana getirilmiştir. Bu kanallardan alınan bu su ile Paşa Değirmenleri döndürülmektedir.


<p>19</p>

Ceyhan Nehri’nin eski adı Pyramos’dur. Kidnos ise Berdan ya da Tarsus Çayı’nın eski adıdır. (ç.n.)