Hikâyelerde meşhur olarak anlatılan Şah Meran’ın kurban edildiği yer Danyal aleyhisselamın makamları yakınındaki Eski Hamam’dır. Yıkanmak amacıyla bu hamama gittiğimde kuzeydeki yıkanma alanının kurnaya yakın mermerinden sabit bir şekilde duran kan, Şah Meran’ın bahsedilen akıtılan kanı diye gösterilmektedir. Yaşadıkları olaylar Kur’an-ı Kerim’de adları ile anılan bir surede geçen Ashabı Kehf’in uzun bir süre uyuyakaldıkları mağara ise şehrin kuzeybatısında 10 kilometrelik bir mesafede ve yaklaşık bin üç yüz adım yükseklikteki oval bir dağın eteğindedir. Bolluk ve bereketine ve konumunun güzelliğine toz konduracak bir kelime bulunmayan Tarsus bölge olarak Adana ile Mersin’in arasında ve bereketli Çukurova’nın ortasındadır. Ayrıca, Anadolu’nun önemli giriş kapılarından sayılan meşhur Gülek Boğazı yolu üzerinde bulunması nedeniyle bu bölge doğu ve batı üzerinde yolculuk yapanların vazgeçilmez uğrak yeridir.
Bitek vadilerindeki geniş ormanların ve bereketli yaylaların içerisinde oturan dağ köylüleri yanlarına aldıkları kereste, yağ, yün, koyun ve bunlar gibi doğal ürünleri ile pazarlara dökülürler. Çok işlek olan bu pazarlardan sanayi mahsullerinden her türlü ihtiyaçlarını satın alırlar. İskeleye yakın olması ve tren ile bağlantılı olması sayesinde mahsullerinin piyasaya sürümü iyi derecededir. Olağanüstü bereket, fiyatların düşmesine sebep olmaz. Her şey Adana’ya nispeten birebir farklıdır.
Tahminî olarak nüfusu otuz bindir. Şehrin kurulduğu alanda iki boy kazılan her yerde çağın heykeltıraşlarına öğretici bir misal olacak kabartma çiçekli mermer sütunlar, bezemeli taşlar çıkmaktadır. Bu durumu göre bölge halkı buranın depremler sonrası ters yüz olması nedeniyle adının Tarsus olarak kaldığı inancını taşımaktadırlar.
Doğa bilimcilerinin mevcut kalıntılara dair çıkarımlarına göre Adana Ovası MÖ 1580’de Akdeniz’in dalgaları altında bulunmaktaydı. Bu dönemde Ashabı Kehf mağarasının karşısındaki Mezaroluk adı verilen yerdeki enkazından başka tarihî bir kalıntısı bulunmayan Solasayus şehri denizin çekilmesi nedeniyle iskele konumunu kaybetti. Bunun sonucunda da bölgede yaşayanlar deniz kenarındaki şimdiki yere taşındılar.
Adana’dan geçen büyük Seyhan Nehri ve daha önce bahsedilen Ceyhan Nehri ile Boğa sıradağlarının eteklerinden akıp gelen sel sularının yataklarından getirdikleri çakıl ve kum gibi şeyler denizin doğasına tekrar yardımcı olmaktadır. Bu nedenle, bu şehir yine içeride kalmıştır. Toprağı bitkisel kalıntıları ile de karışan akıcı tabakasında derece derece meydana gelen şişkinlik çok doğal olarak mevcut yapıları da yer altında bırakacaktır. Bunun dışında, sıcak iklimde bulunması nedeniyle binalar inşa edilirken iç mekânın serin olması ve kuşatma olması durumunda mancınıklar vasıtasıyla kaleye atılan kayaların vereceği tahribattan korunma sağlanması amacıyla iki boy yer altından bodrum kat şeklinde yapılmaya başlanırmış. Sonrasında ortaya çıkan Haçlı tahribatı ile yerle yeksan olmuştur. Her tarafı yıkıntılar ile kapanması nedeniyle temizlenmesi zor ya da gereksiz olması düşünüldüğünden yeni evlerin bu enkaz üzerine yapıldığından şüphe yoktur. Osmanlı Devleti, bu toprakları böyle harap bir vaziyette bulduktan sonra yenilediği tarihî olarak anlaşılıyor.
MEZAROLUK
Boğa Sıradağları üzerine düşen kar ve yağmurlar neticesinde oluşan korkunç sellerin yüzyıllar boyu deşerek ortaya çıkardığı büyük vadinin ovaya bakan ağzında bulunmaktadır. İnsanı ürperten bir ormanın içinde bulunan Mezaroluk’un Tarsus ile arasındaki mesafe batıya doğru yürüyerek beş saattir. Tarsus Ovası’nın deniz suları altında olduğu dönemlerde muhtemelen Tufan’dan evvel bu bölgenin iskelesi konumunda olan Solayus’un yıkıntıları bu ormanın içerisindedir. Temelleri hâlen mevcuttur. Enkazın bu kadar bol olması bu toprakların geçmiş yüzyıllarda şanlı bir şehrin kurulu olduğunu akla getirmektedir. Fakat şimdi ise yalnızca sağlam bir han ve gür sulu bir çeşme bulunmaktadır.
Şehrin şu anki sakinleri bu handa bir gece konaklayıp çekilip gidenlerden ibarettir. Ovanın kuzeyine düşen bu vadiye girmeden bir mil önce yolun aynı uzaklıkta sağındaki yüksekliği 100 metre olan yalnız bir tepeye kurulu sade fakat güçlü bir kale görülmektedir. Burası, Gülek Boğazı’ndaki büyük hisarın küçük kalelerinden biri olarak ifade edilir. İçi sakin olan bu kalenin duvarlarının ve burçlarının eksiksiz ve tamamen bakımlı durumda olması sonradan yenilendiğini göstermektedir. Bu vadinin ortasından geçen çakıllı yolun iki tarafını da boydan boya çam ve ardıç ağaçları ile birlikte çalı, tespih, kızılcık gibi bodur ağaçlardan meydana gelen geçilmez bir orman kaplamıştır. Bu ormanın üstü farklı türde kuşların altı ise yırtıcı hayvanların yaşam alanıdır. Bu orman Muğla’dan başlayarak Elmalı, Antalya, İçel, Mersin, Tarsus, Kozan ve Darende üzerinden Divrik’e kadar uzanmaktadır. Büyük sıradağların ortasında bulunması sayesinde genişliği Mezaroluk’tan Niğde toprağına kadar uzanır. Çakıllı yolun iki tarafından bu şekilde devam eder.
Halifemizin hükmünün gücü sayesinde güvenlik ve asayişi fazlasıyla tamamdır. Bu dehşetli boğaz başka yerlerde bulunsaydı seyahat edenlerin giderken yanlarında bir bölük süvari askerin onlara eşlik etmeleri şart olurdu. Kuzeyde bulunan Niğde kasabası yakınlarındaki Gavursindi’ye kadar bu vadi iki menzil şeklinde devam etmektedir. Güney tarafı Mezaroluk’tan Sarışeyh’e kadar üç saat sürmektedir. Ardından da meşhur Gülek Boğazı’na girilir.
SARIŞEYH
Sarışeyh çakıllı yolun sağ tarafına düşmektedir. Konumu Gülek Boğazı’ndan doğu yönünde Adana istikametine ayrılan yolun başlangıcındaki üç yol arasındadır.
Önceki devirlerde Hac yolu olması nedeniyle vakti zamanında vakfedilen büyük kâgir han ile Sarışeyh isimli veli zatın kabri dışında bir yapı ve eser mevcut değildir. Sükûnet içerisindeki bu kavşak noktasında hareketle korkunç Gülek Boğazı’na girmek biraz önce son bulan vadiden daha kolay ve her bakımdan güvenlidir. Zira boğazın boyca ortasında bulunan zaptiye karakolu hâlen faal bir hâlde asayişi sağlamaktadır.
GÜLEK BOĞAZI
Gülek Boğazı, yüksekliği 3030 metre olan Akdağ ile 3500 metre olan Sis Dağları’nın kuzeyindeki meşhur Boğa Sıradağları’nda bulunmaktadır. Uzunluğu bir saat süren dar bir geçittir. Genişliği ise 10 ila 50 metre arasında değişen bu boğazın ortasında coşkun bir şekilde akan çay bulunmaktadır. İki tarafını 966 metre yüksekliğe kadar ulaşan ve aralıksız devam eden yalçın kayalıklar çevirmiştir. Her tarafı çam ve ardıç gibi doğal olarak yetişen ağaçlarla örtülüdür ve karaciğer ödü gibi yeşildir. Kadim Gülek Kalesi boğazın ortasındaki en dar noktasındadır. Boğazın batısını çeviren uçurumlu dağın tepesinde bulunmaktadır. Kale hizasından cehennemin sırat geçidine benzeyen o dar ve derin yerden ileriye doğru biraz gidince güvenlik noktası ile postane görülmeye başlar.
Küçük Asya ile Şam topraklarını birbirine bağlayan bu dar geçit Doğu ve Batı toplumlarının ana geçiş güzergâhıdır. I. Dara ile II. Dara ve Büyük İskender gibi İlk Çağların önde gelen devlet adamlarının; Ebu Ubeyde ve Memun gibi Orta Çağların tanınmış önde gelen şahsiyetler ile son dönemlerde de Cennetmekân Sultan IV. Murat’ın geçiş güzergâhı olması bakımından bu bölge tarihî olarak büyük bir şöhret elde etmiştir.
Her geçen meşhur şahsiyetin burada ölümsüz bir nam