Kudret’in özenerek yarattığı bu seçkin yerin duruşundan şu sözün mealini açık bir şekilde bize vermektedir: “İftiharla baş tacı ettiğim azametli kâinatı teşrif etmesiyle manevi bir mana katan Cenabıhakk’ın gölgesinin adil hükümleri sayesinde beşeriyete saadet veren cihanın denizlerindeki ve karalarındaki servet kaynakları imarıma mahsus ve layıktır.”
Hakkıyla fotoğraf çekebilmede fotoğrafçıları acze düşüren bu şehri dil ile tarif, kelimeler ile tasvir mümkün değildir. Nasıl harika bir yer olduğunu anlamak için görmek gerekir. Padişah hazretlerinin kapısının eşiğine yüz sürmek arzusuyla Roma’dan İstanbul’a gelen Suriyeli Batros Efendi gördüğü gerçekleri şiir18 olarak şöyle ifade etmiştir.
İstanbul’a vardım ve güzeli soludum
Her güzelliği verada (ötede) bıraktım
Melikleri hayırlı ve tabi olanları da
Halkı da en en haylısıdır veradan beri dünyada
Boğazdan izlemeye doyamadığım bu saltanat kapısına kuşluk vakti ulaşan vapurdan indikten sonra eşyalarımı Hamidiye Çarşısı’nda (Kapalı Çarşı) bulunan İzmir Oteli’ne bıraktım. Ardından babamın emri ve tavsiyesi üzerine öncelikle Fatih’e giderek Cennetmekân Sultan II. Mehmet Han hazretlerinin mübarek kabirlerini ziyaret ederek her zerresi fetihle dolu ruhlarından yardım dileğinde bulundum. Bütün Osmanlı halkı İstanbul’un güzelliği ve yüceliği hakkında bilgi sahibi olmaları nedeniyle burada tekrardan bir açıklama yapmaya gerek bulunmamaktadır.
Sur uzunluğu ortalama on iki milden fazla olmasına rağmen şehrin ancak beşte birini kapsamaktadır. Maarif ve Evkaf Nezareti’nin (Eğitim ve Vakıflar Bakanlığı) kayıtlarına göre sekiz yüz yirmi dört cami ve mescit, yüz altmış dört medrese, beş yüz mektep, arşivlerinde toplamda yetmiş bin kitap bulunan halka açık kırk dört kütüphane, otuz tekke, yüz yetmiş beş hamam, üç yüz kırk dört han, Ermeni, Rum, Yahudi ve yabancı çocukları için bulunan birçok okul ve sayısız miktarda hayır kurumu bulunmaktadır.
Bunlar gibi yüksek binaların bulunması, şehrin bayındırlık ve heybetinin büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Camilerinin en küçüğü diğer şehirlerdeki ulu camilerin büyüklüğündedir. Süslemeleri bol miktarda bulunan ve yukarıda sayısı verilen camilerin on altısı bunlar içinde en büyük ve meşhur olanlarıdır. Mübarek kabirlerini ziyaret ederek ruhen mutlu ve birçok açıdan da istifade etmiş bulunduğum Cennetmekân Fatih Sultan Mehmet Han hazretlerinin bir eşi daha olmayan camisinde öğlen namazını kıldım. Ardından otele dönüp yemek yedim. Sonrasında ise Sultanahmet ve Ayasofya camilerini ziyaret ettim.
Çok zarif ve yüksek altı minaresinin dördü üç şerefeli, diğer ikisi ise iki şerefeli olan Sultanahmet Camisi’nin yüksekliği ve genişliği insanda hayret duygusu uyandırmaktadır. Ayasofya Camisi’nin bahçesi içinde bulunan şadırvan ve türbelere arasında meydana açılan kapısından girdikten sonra sağ tarafta bulunan mermer sütunda Arapçası yazılı olan “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” Hadisi işlenmiş bir şekilde yazılıdır. Bu yazıyı görünce gözlerimden istemsizce yaşlar aktı. Bu Yüce Peygamberin hadisinin gerçekleşmesiyle mutlu ve bahtiyar olan Fatih cennetmekânın nurlarla kaplı türbesinden dua ve yardım talebi tek olan Allah’ın huzurlarında kabul buyrulduğuna dair şüphem kalmadı. Hatta bir hafta sürmeden bu duanın hayırlı neticesi karşıma çıktı.
Kâinatın iftihar vesilesi Peygamber Efendimizin nebevi övgülerine mazhar olması bakımından veli bir şahsiyet olduğu hatıra gelen Hazreti Fatih’in ruhani yardımıyla her türlü kolaylığa ulaşarak çok mutlu oldum. Sonsuz merhamet sahibi olan Allah, ona yüce bir rahmet bahşetsin. Kış döneminin yakınlaşmasına doğru siyaset dünyası gibi sürekli değişken bir hâle bürünüp renkten renge hava, buraya gelmemin ikinci gününde birden bire değişiklik gösterdi. Bu nedenle soba ve mangal başlarından yapılan eğlence gül bahçelerinden gerçekleşen keyifli anları solda sıfır bıraktı. Fatih Meydanı Çörekçi Kapısı tarafında bulunan sıra kahvelerine “Geldi kasım, gitti yazın sefası.” tarzında hüzünlü yazılar yazılmaya ve kış mevsiminden şikâyetleri şiirleştiren süslü tablolar asılmaya başlandı. Fatih semtinin hasbelkader bu kahvehanelere toplanan şık ve bakımlı beylerin de hava ile ilgili yaptıkları konuşmalar esnasında “Yaz elden gitti…” gibi hüzünlerini açığa çıkarmaktalar ya da “Yaz eğlenceleri yorgunluktur ben kışı severim.” yolunda soğuk mevsimden memnuniyetlerini göstermektedirler. Böyle sözler ile birbirlerini bazı deliller sunarak ikna etmeye çalışmaktaydılar.
Her ikindi öncesi bu kahvehanelere gelip oturmayı kendime âdet edindiğim için kahvehanecinin kıdemli bir müşterisi olan o söz ebesi beyleri sima olarak tanıyordum. İçlerinden biri bana bakarak “Dört mevsimden hangisini seversiniz?” diye bir soru sordu.
“Her mevsimin kendisine has bir güzelliği ve verdiği mutluluk var. Allah’ın bizlere ikram ettiği nimetlerden ruhumuzun tat alması ve sağlığımızın varlığı ile düşüncemizin sağlamlığına bağlıdır.” cevabını vermek mecburiyetinde kaldım. Şahsi olarak kim olduklarını bilmediğim bu dileğince davranan hoppaların toplandıkları kahveye bir daha uğramadım. On beş gündür kışın artık hâkim olduğu hava yine birdenbire değişikliğe uğrayıp hava aniden ısındı. Ortalık hızlı bir şekilde ilkbahar havasını kuşandı. Doğanın bu güzel imkânından ruhen yararlanmak hemşehrilerimden bazı kişiler ile hem kabirlerini ziyaret etmek hem de cuma namazını kılmak maksadıyla Peygamberimizin sancaktarı Ebu Eyüp El-Ensari Hazretlerinin türbesine deniz yoluyla gittik. Dönüşte yürüyerek Edirnekapı’ya geldikten sonra tramvaya binerek semtimize ulaştık. Küçüklüğünden beri ticaret maksadıyla İstanbul’da bulunan hemşehrilerim dönüşü kara yoluyla yapmamızı arzuladılar. Bunu sebebinin ise gördüğüm kadarıyla bu şekilde uygun hava koşullarında sur dışının eğlenceli olduğunu bilmeleriydi. Halkın dindar ve seçkin sınıfı birer Fatiha okumak için çevresi servi ağaçlarıyla süslenmiş büyük kabristana yayılmış hâldeydiler. Sarhoş ve külhanbeyi takımı ise Eğirikapı ile Topkapı sarasındaki uzun şarampolün geniş yeşil çimenliklerine birbirlerine hayli aralı bir şekilde yer yer oturuyorlardı. Ceplerinden çıkardıkları paslı şişelerdeki kokmuş içkileri büyük bir iştiha ile yudumluyorlardı. Her tarafta yankılanan naralar ve heyheyler o güzel sahranın sakin hâlindeki manevi havayı bozmuştu. Ahlaklarının aksine sesleri gayet güzel olan bu iflah olmaz güruhun papağan gibi sürekli söyledikleri moda şarkıları
Sislendi heva tarf-ı çemenzarı nem aldı
Bülbül yuvadan uçtu gülistanı gam aldı
Bağlar bozulup bezm-i cefa şekline girdi
Gülzar-ı mahabbette yine şenlik azaldı
güftesiyle ve bunun gibi mevsime uygun düşen manası güzel manzumeler ile doluydu. Şarampolün Topkapı’ya yakın olan tarafına biriken birtakım ayyaş Ermeniler de kendilerine özgü şiveleriyle,
Bir gün seni elbette eder vasıl-ı canan
Bu ah-ı sehergah ile bu kalb-i perişan
Bak bülbüle sabreyle gönül eyleme efgan
Hengam-ı güle nuş-i mule şunda ne kaldı
sözlerini ve polisimizin o an manasını anlayamadıkları sözleri sesli bir şekilde dillendiriyorlardı.
Millî ahlakımıza dâhil edilmesi hiçbir şekilde kabul edilemez olmakla beraber akıl ve her hâlükârda