Paris’te Bir Türk. Ахмет Мидхат. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6485-56-3
Скачать книгу
Hanımlar, ne kadar Şemayil Beyler vardır ki her birinin hikâyesi insanı hayran eder.

      Şu hâller ta bundan üç sene öncesine kadar devam etti. Ondan sonra ise durumum bütün bütün başkalaştı. Artık kalemin işlemesi lazım gelen zaman geldi. Hem de bizim kalem Türkçe ve Ermenice olmak üzere iki suretle işlerdi. İbaresi Türkçe, harfleri Ermenice olan tebliğlerim sırf Türkçe olanlardan ziyade revaç buldu. İnsanlar arasındaki şöhretim ise Felâtunlar derecesine vardı. Ancak bu kadar şöhreti aldıktan sonra bir de kendimi yokladım ki bende o şöhrete münasip kuvvet yoktur. İstanbul’da ise artık tahsilimi tamamlamaya imkân kalmadı. Ben her çiçeğin balını almış bitirmiştim. Binaenaleyh gönlümde Avrupa havaları esmeye başladı. Bütün gün meşhur olan Avrupa’nın meşhur şehirlerinin hâllerini anlatan kitaplar okurdum. Bütün gece dahi hayalimde, rüyamda Avrupa’ya seyahat ederdim.

      Zaman geçtikçe bu arzu büyüdü. Hele Avrupa’nın ilmî gelişmişliği beni kendisine âşık etti. Nihayet bu kere azmimi fiile çıkarmaya karar verdim. Vakıa elde olan sermayem beni Avrupa’da peynir ekmekle dahi besleyemez ise de İstanbul’da birkaç matbaacı ile anlaşmalarım vardır. Eğer Paris’te hayal ve hesabım gibi çalışabilir isem hem kendimi besleyebileceğim hem de tahsili istediğim dereceye vardırmaya muvaffak olacağım.”

      Nasuh şu son fıkrayı cemaat tahiyyatta olup da imam “Allahuekber” diyerek kalktığı zaman, henüz tahiyyatı bitirememiş olan musalli62 gibi gayet sürat ve acele ile söylemişti. Zira katar durarak kondüktör dahi, “Yemek için on beş dakika!” diye müsaade müddetini tayin etmiş olduğundan diğer yolcular gibi bunlar dahi dışarıya fırlamaya ve istasyon yanında bulunan otelde iskemle yakalamaya girişmişlerdi.

      Böyle dar bir zaman içinde sofrada karın doyurmaktan başka hiçbir şeye ehemmiyet verilmeyeceği malumdur. Bunlar dahi bu konuda genel kaideye uyarak yalnız yemek ile meşgul oldular. Vagonlara tekrar girildiği zaman ise Paris’te nasıl geçinebileceklerine dair söz açmışlardı. Bu sözde dahi birkaç saat geçirdiler. Nihayet:

      Gardiyanski: “Ey Nasuh Efendi! Lyon’da birlikte ikametimize razı olur musunuz?”

      Nasuh: “Canıgönülden! Ama nerede?”

      Gardiyanski: “Şüphe yok ki kesemize elverecek bir yerde.”

      Nasuh: “Evet! Öyle olmalı. Zira Lyon’da dahi hiç olmaz ise iki haftacık ikamete mecburum.”

      Gardiyanski: “Gezilecek yerleri gezdirmek için başka delile de ihtiyacınız kalmaz.”

      Nasuh: “Zaten delile o kadar ihtiyacım yok ise de refakatinizden elbet daha ziyade müstefit olurum.”

      Lyon’a vardıklarında Gardiyanski’nin Nasuh’u götürdüğü yer “Restauration Bourgeoise” levhalı bir lokanta idi ki temizliği ve nezafeti zararsız olmakla beraber fiyatlarının ucuzluğu için söz olamazdı. Avrupa’nın bu hâli acayiptir. İnsan bir frank ile karnını doyurabilir, on frank verse de aç kalır. Yer vardır ki herif süsten, alayişten başka bir şey satmaz. Yer vardır ki insandan aldıkları para kadar mal verirler. İşte “Restauration Bourgeoise” lokantası dahi müşterilerini böyle zararlı çıkarmayacak olan yerlerdendi.

      Nasuh, Lyon’da dahi aynen Marsilya’da olduğu gibi memleketin içinin ve dışının tahkik ve muayenesi lazım gelen yerlerini ziyaret ve gördüklerinin hülasasını tafsilatlı bir mektuba geçirmekle İstanbul’a gönderdikten sonra yani tam iki hafta ikametten sonra Paris’e gitmek üzere trene bindi. Lakin Gardiyanski dahi ayrılmamıştı. Zira Gardiyanski asıl menzili doğrudan doğruya Paris olduğu hâlde sadece Nasuh’un arkadaşlığının lezzetinden mahrum olmamak için böyle İstanbul’dan Marsilya’ya ve oradan Lyon’a giderek her yerde on beşer yirmişer gün ikameti uygun görmüştü.

      Lyon’dan Paris’e kadar bunlar tenhaca bir vagonda bulunduklarından dünyanın farklı hâllerine ve kendi başlarından geçenlere dair sohbetlerden başka fevkalade bir vakaya tesadüf etmemişlerdi. Binaenaleyh Nasuh’u Paris’te görmek için zihinlerimizi ondan evvel o payitahta göndererek kendisini tren istasyonundan karşılamamız lazım gelir.

(Birinci Kısmın Sonu)

      İKİNCİ KISIM

      Paris’te Bir Kış

      Birinci Bölüm

      Paris’te Aralık ayının soğucak akşamlarının birisinde, Boulevard Mazas üzerinde bulunan Lyon tren istasyonunda birçok kira arabacıları ve bir hayli de adamlar Lyon katarının gelişini bekliyorlardı. Zira o gün katarın mutat olan saatten biraz geç kalması, bazı bekleyenler için merakı mucip olmuştu.

      Verilen işaretler ve çalınan çanlar ve düdükler trenin gelişini haber verdikçe bekleyen araba ve cemaat içinde büyücek bir dalgalanma hasıl oldu. Çünkü Paris’te bir tren istasyonuna inmek bizim Sirkeci iskelesine inmeye de benzemeyip olsa olsa Akdeniz ve Karadeniz’den gelen bir yolcunun vapurdan kayıklara ve onlar vasıtasıyla gümrüğe inmesine kıyas kabul edebilir ki İstanbul’da kayıkçılardan ve gümrük yoklamacılarından yolcular ne kadar bıkarlar ise Paris’te dahi arabacılardan, polislerden, gümrükçülerden, pasaportçulardan yolcular o kadar bıkarlar. Bu kadar rahatsızlığın hazırlanması için ise katarın varması esnasında görülen büyücek bir dalgalanma çok görülmemelidir.

      Tren varıp da yekdiğerini çiğnercesine çıkan yolcuların şikâyet edercesine mırıldanmalarına kulak verenler, o gün lokomotifin yoldan çıkmış ve halkı bir hayli korkuttuktan sonra iki saatten ziyade zahmetle ancak yola sokulabilmiş olduğunu anladılar ise de işin tafsilatını öğrenemeyen gazete correspondantları (muhbirleri), ötekiyi berikiyi sorguya çekerlerdi. Paris’te yolcu ve eşya vesairenin iskelesi tren istasyonları olduğu gibi vilayetler ve yabancı havadis müteferrikasının iskelesi dahi istasyonlar olduğundan oralarda gazete bürolarına haber götürmekle ömür süren muhbirler eksik değildirler.

      Bu hercümerç hâline bir çeyrek yirmi dakika sonra son verilircesine sükûnet geldikten sonra, bizim dahi gelişlerini beklediğimiz Nasuh Efendi ile Lehli Gardiyanski istasyon kapısından çıktılar ise de yalnız kendileri olmayıp yanları sıra bir de kadın vardı. Ama bu kadın şimdiye kadar tanımış olduğumuz kadınlardan değildir. Onlardan başka bir kadındır ki yaşı otuzu geçmiş ve endamı, güzelliği oldukça yerinde olup hâl-ü şanından dahi öyle pek bayağı bir şey olmadığı anlaşılır.

      Vakıa bu kadın, Nasuh ve Gardiyanski ile birlikte çıktı. Ancak onlar ile beraber arabaya binmeyip erkekler ilk önce çektikleri arabaya kadını bindirip hâl-i sebîline terk ettikten sonra bir araba dahi kendileri için tedarik ederek arabacıya, “Monsieur le Prince Sokağı, numara dokuz!” emrini Nasuh verdi.

      Paris’te arabalar kurs ve saat hesabı olmak üzere iki suretle kiralanır ki kurs demek müşteriyi bir yerden istenilen son yere kadar götürmek demek olduğundan ve bunun ücreti ise maktu63 bulunduğundan o şekilde rakip olanların arabacıyı filan sokaktan geçmesi için emir vermeye gerek yoktur. Arabacı hangi sokağı kestirme bulur ise oradan geçer. Yolcu istediği sokaktan geçmesi hakkını kazanmak ister ise arabayı saat hesabıyla tutmaya mecbur olur. Nasuh’un verdiği emir ise kurs emri olduğundan Austerlitz Köprüsü’nü geçip de Valhubert Meydanı’na giren arabacı Jardin des Plantes (botanik bahçesini) sağ tarafına alarak Buffon Sokağı’ndan sürmeye başladı. Ve birkaç sokağı döndükten, büküldükten sonra Luxembourg Bahçesi’ne çıkıp oradan dahi Monsieur le Prince Sokağı’na girmeyi kararlaştırdı. Paris sokaklarını tanımak ve bir yere gidilecek en kestirme yolu bulmak hususunda arabacıların mahareti sergent de ville’lerin (şehir kavaslarının) maharetinden daha ziyade olduğu müsellemdir.

      Arabacı karar verdiği yoldan istenilen menzile gidedursun, biz araba içinde iki arkadaş arasında geçen şu sözlere


<p>62</p>

Musalli: Namaz kılan. Beş vakit namaza devam eden. (e.n.)

<p>63</p>

Maktu: Pazarlıksız, değeri ve pahası biçilmiş. (e.n.)