Nasuh: “Ey, bu delikanlı kimdir? Kimin nesidir?”
Kapıcı: “Ha bakınız size şunu da itiraf edeyim ki ben onun kim olduğuna dikkat bile etmedim. Etmedim değil edemedim! Bir İngiliz ama her zaman çıkar iken şapkasını burnu üzerine kadar indirir. Mendilini de ağzına tutar. O saat anlaşılır ki kendisini göstermek istemiyor. Benim de neme lazım? Ben yalnız on frangı görmek isterim. O bana on frangı göstersin de varsın yüzünü göstermesin!”
Nasuh: “Bu delikanlının çıktığı geceler malum mudur? Belli midir?”
Kapıcı: “Hayır pek de belli değildir. Yalnız ekseriya pazar akşamlarını geçirmez.”
Nasuh: “Ey, bundan başka böyle gizlice kimse çıkmaz ha? Özellikle kadınlardan?”
Kapıcı: “Hayır efendim hayır! Kadınlardan kimse çıkmaz.”
Nasuh: (biraz inceden inceye düşündükten sonra) “Teessüf ederim ki benden bir napolyon daha bahşiş alamadınız.”
Kapıcı: (yılışarak) “Sizin alışverişiniz bu hotel içinde olacaksa napolyonu bir defada alamaz isem bile birkaç defada olsun alabilirim.”
Nasuh: “İnşallah! Adiyö!”
Kapıcı: “Bonjur monsieur!”
Üçüncü Bölüm
Nasuh Efendi Brighton Hotel’inden çıkıp Champs-Elysees tarafına doğru büküldü ve yürümeye başladı ise de zihni gayet meşgul olduğu henüz ilk defa olarak gördüğü memleketin en meşhur bir sokağı içinde iki tarafına bakmaya dahi meydan bulamamasından anlaşılırdı.
Nelerle zihni meşgul idi?
Onu kim bilir? Fakat altı yüz adım kadar gittikten sonra kendi kendisine “Rivoli Sokağı numara *** ha? İşte şu büyük konak olacaktır.” diye bir büyük konağın kapısına yöneldi.
Biz Rivoli Sokağı’nda üç yıldız adresini tanırız. Bu adres Madame Mapercine namıyla Lyon’dan Paris’e gelirler iken trende tesadüf ettikleri kadının ikamet mahallini gösterir. Nasuh hazır Rivoli Sokağı’na kadar gelmişken bir de Madame Mapercine’in hatırını sormayı uygun gördüğünden kapının çıngırak düğmesini çekti ve kapı açılıp içeriye girdi ise de burası Hotel Brighton olmadığı ve bir hususi konak olduğu görünüşteki hâlinden anlaşılırdı.
Kendisini karşılayan üstü başı gayet temiz bir uşağa “Madame Mapercine” ismini verdiği zaman uşak şaşkın bir tavırla Nasuh’un yüzüne bakıp “Efendi! Yanlış gelmiş olmalısınız! Burası Madame Mapercine’in konağı değildir.” deyince Nasuh pek fena surette bozulmuştu. Öte tarafta bu sual ve cevabı işitmiş olan yine üstü başı temiz ve fakat ihtiyar bir uşak telaşla geldi ve “Hayır efendim hayır! Yanlış söyledi Madame Mapercine’in konağı burasıdır! O bilmez, hata etti.” yollu izahatla her ne kadar olsa Paris’in acemisi olan Nasuh’u müteselli edebilmişti. Evvelki uşak “Canım burası nasıl Madame Mapercine’in konağı olabilir ki o ismi hiç bile işitmemişiz.” diyedursun, ihtiyar uşak “Sizi kim diye haber verelim efendim?” sorusuna “Dünkü gün Lyon’dan gelir iken trende tesadüf şerefine nail olan iki yolcudan birisi deseniz kifayet eder.” cevabını alıp da bu haberi yerine ulaştırmaya gittiği zaman evvelki uşak “Çıldırmak işten bile değil! Bizim hanımın altı aydan beri Paris’ten dışarıya çıktığı yoktur. Bu herif çıldırmamış ise onun yerine ben çıldırayım!” diye mırıldanmakta kalmıştı.
Bu hitap ve cevap ihtilafı Nasuh’u dahi merakta bırakmış olsa yeridir. Ancak ihtiyar uşak dönüp de “Buyurunuz efendim! Teşrifinize muntazırdırlar!” cevabını getirdiği ve Nasuh’u alıp Madame Mapercine’in huzuruna götürdüğü zaman Nasuh trende tesadüf ettiği kadından başka bir kadın görmemişti.
Evet! Gördüğü kadın Madame Mapercine’in hem de ta kendisiydi. Lakin hâl yolda gördüğü hâl değil. Vagondaki Madame Mapercine’in hâl ve şanından kendisinin pek bayağı bir şey olmadığı anlaşıldığı hâlde salondaki Madame Mapercine’in pek büyük bir aileden olduğu anlaşılırdı. Yolda imtihan ettikleri ahvali üzerine bu kadın için “Ne ağır başlı ne hafif meşrepli ne filozof ne dindar ne Fransız ne İngiliz ne Alman!..” diye her hükmü çeker bir hüküm vermiş idiyseler de bu kere Madame Mapercine’in gayet iltifatlı, gayet zarif, şen şetaretli! Nazik!..” bir kadın olduğu görüldü. Zira bu suretle kabul etmişti ki gösterdiği herkesin beğenebileceği tavır ile Nasuh, vücudunun her kılı dibinden ve her gözeneğinden birtakım acayip ve garip hisler sızıyor zannetmişti.
Hâl ve hatır soruştuktan ve Gardiyanski’ye dair birkaç çift laf teati ettikten sonra Madame Mapercine Nasuh’un nereli olduğunu ve Paris’e ne iş için gelmiş bulunduğunu suale başladı. Ama öyle olur olmaz sual değil. Sorgulama! Binaenaleyh Nasuh dahi yolda Gardiyanski’ye hikâye etmiş olduğu ahvalin hemen hepsini Madame Mapercine’e takdirle ondan sonra kadının fikir ve mütalaa ve imtihan hevesine dair derin perdeden yanaştırdığı suallere pek zarifane ve hâlden anlar bir şekilde verdiği cevaplarla da bayağı hüsn-i teveccühünü76 celbetti. Zira bir saatten ziyade sohbetten sonra veda ederek çıktığı zaman “Monsieur Nasuh Efendi! Her salı akşamı konağımızda dost toplantısı vardır. Eğer arkadaşınız Gardiyanski ile beraber teşrife rağbet buyurur iseniz yalnız beni değil ahbap topluluğunu bile memnun edersiniz.” demiştir.
Nasuh’un Madame Mapercine konağından çıktığı zamanki hâli Hotel Brighton’dan çıktığı zamanki hâline de kıyaslanabilir değildi. Şu genç uşağın kendi hanımının isminin ne olduğunu bilememesine ve hele hanımının Lyon’a seyahat ettiğinden haberdar olamamasına ziyadesiyle hayret ederek bu işte dahi ucu görünüp duran garabeti elbette meydana çıkaracağı ümidiyle teselli bulmaya çalışmıştır.
Rivoli Sokağı’ndan kendi ikametgâhına kadar yaya olarak gelmenin işbu ilk gün için seyahatin yeter derecesi olacağı hesabıyla Nasuh artık başka yere gitmeye lüzum görmeyerek yavaş yavaş evinin semtine döndü. Kendi hesabına göre Monsieur Gardiyanski’yi evinde bulacak idiyse de bulamadığından ve akşam yemeğine ise daha bir buçuk saatten ziyade vakit olduğundan dairesi kapısı önünde rast getirdiği tarih hocası Monsieur Hyrienne’i odasına davet ederek onunla bazı şeyleri konuşmaya başladı.
Böyle bir adamla Nasuh’un edeceği konuşmanın neye dair olacağı biz söylemeden anlaşılacak bir şeydir. Monsieur Hyrienne bu âlemde tarihten başka neye dair söz söyler. İlk önce söz Nasuh’un Türk olması ve bu defa Paris’e gelmek için yola çıktığı noktanın İstanbul bulunması suretinden ibaret olduğu hâlde Monsieur Hyrienne Türk ve İstanbul isimlerinden bin tarihî fıkra açarak hele Nasuh’un dahi Osmanlı tarihî meselelerinde pek de kendisinden aşağı kalmadığını görünce artık sözün silsilesine son verecek yemek vaktinden başka bir şey kalmadı. Hem de güneş batıp da Monsieur Hyrienne’in baldızı kendisini yemeğe davet ettiği zaman, tarih meraklısı olan o koca muallim, Nasuh’tan bayağı mahzun olarak ayrılmıştı. Nasuh ise Monsieur Gardiyanski’nin hâlâ dönmediğini görünce, “Belki lokantada bulurum.” diye kalktı, Provence’lı kardeşlerin lokantasına gitti.
Gerçekten arkadaşını orada bulmuştu.
Nasuh: