Sonra, taklitleriyle tiyatroda başarı kazanabilecek olan Delmas üstünde konuşuldu. Ardından bir tartışma başladı: Shakespeare, sansür, üslup, halk, Porte-Saint-Martin Tiyatrosu’nun hasılatı, Alexandre Dumas, Victor Hugo ve Dumersan araya karıştı. Arnoux birçok ünlü kadın aktörleri tanırdı; delikanlılar dinlemek için sokulmuşlardı. Ama müziğin patırtısı sözlerini bastırıyordu. Kadril veya polka biter bitmez herkes masalara üşüşüyordu; garsonu çağırıyorlar, gülüyorlardı; ağaç yaprakları arasında bira şişeleri, gazoz şişeleri patlatarak açılıyor, kadınlar tavuk gibi gıdaklıyor, bazen iki bayın dövüşmek istediği oluyordu; bir hırsız yakalandı.
Dans edenler koşuşarak ağaçlıklı yollara doldular. Yüzleri kıpkırmızı, gülerek, soluk soluğa, kadın elbiselerini ceketlerin etekleriyle birlikte havaya kaldıran bir kasırga içinde geçip gidiyorlardı. Trombonlar daha kuvvetli böğürüyor, tempo hızlanıyordu. Orta Çağ manastırının arkasından çatırtı sesleri geldi, hava fişeği patırtıları baş gösterdi. Güneşler dönmeye başladı; zümrüt yeşili maytapların ışığı bir dakika bütün bahçeyi aydınlattı, son hava fişeğinin atılışında çoğu kimse derin bir ah çekti.
Fişek ağır ağır aktı. Havada bir barut dumanı bulutu dalgalanıyordu. Frédéric’le Deslauriers kalabalığın arasında ağır ağır yürüyorlardı, gördükleri bir manzara karşısında durakladılar: Martinon vestiyere para veriyordu. Yanında elli yaşlarında, çirkin, gayet güzel giyinmiş, neyin nesi olduğu belirsiz bir kadın vardı.
“Bu delikanlı sanıldığı kadar basit değilmiş.” dedi Deslauriers. “Cisy nerede yahu?”
Dussardier onlara kahveyi gösterdi. Eski yiğitlerin oğlunu, yanında pembe şapkalı bir kadınla bir punç fincanının önünde gördüler.
Beş dakikadan beridir ortalarda görünmeyen Hussonnet tam o sırada çıkageldi.
Koluna yaslanan bir genç kız ona “benim yavru kedim” diyordu.
“Olmaz!” dedi Hussonnet. “Herkesin yanında söyleme. Bana vikont de daha iyi! Sana yumuşak çizmeli bir Louis XIII devri kavalyesi gibi görünmek hoşuma gider. Evet, sevgili dostlarım, eski bir göz ağrısı! Nasıl, güzel değil mi?”
Kadının çenesini tutuyordu.
“Bu bayları selamla! Hepsi de âyan üyesi oğullarıdır! Beni büyükelçi tayin ettirsinler diye bunlarla düşüp kalkıyorum!”
“Ne deli şeysiniz!” diye Matmazel Vatnaz içini çekti.
Kendisini evine kadar götürmesini Dussardier’den rica etti.
Arnoux onların gidişine baktı, sonra Frédéric’e dönerek “Matmazel Vatnaz hoşunuza gitti mi?” dedi. “Bu konudaki fikrinizi açıkça söylemezsiniz ya, neyse? Aşklarınızı gizliyorsunuz galiba?”
Frédéric sapsarı kesildi, hiç gizlemediğine yemin etti.
“Metresiniz olduğunu gören, bilen yok.” diye devam etti Arnoux.
Bir ad uyduruvermek geçti Frédéric’in içinden. Ama hikâye onun kulağına giderdi. Sahiden metresi olmadığını söyledi.
Tacir, metresi olmayışından ötürü Frédéric’i ayıpladı.
“Bu akşam, tam fırsattı! Kollarına birer kadın takıp giden ötekilerin yaptığını niye siz de yapmadınız?”
Bu ısrara canı sıkılan Frédéric “Peki ya siz?” dedi.
“Aa! Yavrum, siz bana ne bakıyorsunuz! Ben karımın yanına dönüyorum.”
Bir araba çağırdı, binip çekti gitti.
İki dost yaya yürüdüler. Doğudan rüzgâr esiyordu. Hiç konuşmuyorlardı. Deslauriers bir gazete müdürünün karşısında kendini göstermediğine yanıyordu, Frédéric ise kendi tasaları içine gömülmüştü. Nihayet meyhane balosunun pek abuk sabuk bir şey olduğunu söyledi.
“Kabahat kimde? Arnoux’nun peşine takılmak için bizi satmasaydın!”
“Aman canım! Ne yapsam hiçbir faydası olmayacaktı!”
Ama kâtibin kendine göre fikirleri vardı. İnsan çok istediği bir şeyi mutlaka elde eder.
“Oysa daha demincek, kendin…”
Deslauriers bir imayı önlemek için “Ben onlarla eğleniyordum!” dedi. “Kadınlarla başımı derde mi sokayım?”
Sonra, kadınların ah cicim vah cicimlerine, budalalıklarına attı tuttu. Kadınlardan hoşlanmıyordu vesselam.
“Öyle pozlar takınma bakalım!” dedi Frédéric.
Deslauriers de sustu. Sonra birden “Geçen ilk kadını kafese koyacağım, yüz frangına bahse girer misin?” dedi.
“Evet, girerim.”
İlk geçen iğrenç bir dilenci kadındı; kaderlerine küstükleri bir sırada, Rivoli Caddesi’nin ortasında elinde küçük bir kartonla giden iri yarı bir kız gördüler.
Deslauriers kemerlerin altında kıza yanaştı. Kız birden Tuileries tarafına saptı, az sonra da Carrousel Meydanı’nın yolunu tuttu; sağa, sola bakıyordu. Bir arabanın arkasından koştu. Deslauriers yetişti. Manalı hareketler yaparak onun yanında gidiyordu. Nihayet kız koluna girmeye razı oldu, rıhtım boyuna vurdular. Sonra, Chatelet’nin üst başında, piyasa eden iki gemici gibi, yaya kaldırımında en az yirmi dakika gezindiler. Ama birden, Change Köprüsü’nü, Çiçek Pazarı’nı, Napolyon Rıhtımı’nı geçtiler. Frédéric onların ardından eve girdi. Deslauriers kendilerini rahatsız ettiğini, onun yaptığını yapmasını hareketleriyle anlattı.
“Senin daha ne kadar paran var?”
“İki lira!”
“Yeter! Haydi, Allah’a ısmarladık.”
Frédéric bir oyunun başarı kazandığını görmekten duyulan bir şaşkınlık içine düştü. Benimle alay ediyor! diye düşündü. Eve dönsem mi? Deslauriers belki de aşkına haset ettiğini sanacaktı. Sanki benim eşine çok az rastlanan, yüz kere daha soylu, daha kuvvetli bir aşkım yokmuş gibi! Öfke gibi bir şey kendisini itiyordu. Madam Arnoux’nun kapısı önüne geldi.
Pencerelerden hiçbiri onun odalarının pencereleri değildi. Yine de öyleyken, gözlerini eve dikti; sanki seyretmekle duvarları yarabileceğini sanıyormuş gibi. Herhâlde şimdi, güzel kara saçları yastığın dantelaları arasında, dudakları aralık, başı kolunun üstünde, yumuşak bir çiçek gibi sakin, dinleniyordu.
Arnoux’nun başı göründü. Bu hayalden kaçmak için uzaklaştı.
Deslauriers’nin verdiği öğüt aklına geldi; dehşet duydu. O zaman, başıboş, sokaklarda dolaştı.
Karşıdan biri gelse yüzünü seçmeye çalışıyordu. Ara sıra, bacaklarının arasından bir ışık geçip kaldırımlarda geniş bir çeyrek daire çiziyordu; sonra karanlığın içinde, elinde feneri, sırtında küfesi ile bir insan beliriyordu. Bazı yerlerde, rüzgâr bir bacanın borusunu sallıyordu. Uzaklardan gelen sesler kafasının içindeki uğultuya karışıyor ve havalarda belli belirsiz dans havalarının nakaratını duyuyorum sanıyordu. Yürüyüşü bu sarhoşluğu sürdürüyordu; kendini Concorde Köprüsü’nün üstünde buldu.
O zaman, geçen kışın o akşamını hatırladı. Onun evinden ilk çıkışında, umut dolu kalbi öyle hızlı çarpıyordu ki durmak zorunda kalmıştı. Şimdi bütün