Oysa Madam Arnoux küçük bir çığlık kopardı. Beceriksizce tutturulan iğne eline batmıştı. Tekrar odasına çıktı. Onu bir çeyrek kadar beklediler. Sonunda yine göründü, Marthe’ı kaldırdı, kendini arabanın içine attı.
“Ya çiçek demetin?” dedi Arnoux.
“Hayır! İstemez! Lüzumu yok!”
Frédéric demeti gidip almak için seğirtmişti. Madam Arnoux, “İstemiyorum!” diye bağırdı.
Ama biraz sonra getirdi, buketi zarf içine koyacağını söyledi; çünkü çiçekleri yerde bulmuştu. Madam Arnoux hepsini oturma yerinin önündeki deri torbanın içine tıktı. Yola düzüldüler.
Madam Arnoux’nun yanına oturmuş olan Frédéric onun korkunç şekilde titrediğini fark etti. Sonra köprüyü geçtiklerinde, Arnoux sola sapınca “Yok, canım! Yanlış yola saptın! Bu tarafa, sağa sapacaksın!” dedi Madam Arnoux.
Sinirli gibi görünüyordu; her şey kendisini rahatsız ediyordu. Sonunda, Matmazel Marthe gözlerini kapayınca buketi çıkardı, arabanın kapısından fırlatıp attı; sonra Frédéric’in kolunu tutup öteki eliyle hiç bunun lafını etmemesini işaret etti.
Sonra da mendilini dudaklarına götürdü, hiç kımıldamadı.
Sürücü yerinde oturan öteki ikisi basımevinden, abonelerden konuşuyorlardı. Sağına soluna bakmadan arabayı süren Arnoux, Boulogne Ormanı’na daldı. O zaman, dar yollara düştüler. At yavaş gidiyor, ağaç dalları arabanın körüğüne sürtünüyordu. Karanlıkta, Frédéric, Madam Arnoux’nun ancak gözlerini görüyordu; Matmazel Marthe annesinin kucağına yatmış, Frédéric başını tutuyordu.
“Sizi yoruyor!” dedi Madam Arnoux.
“Hayır! Hayır! Yormuyor!” diye o karşılık verdi.
Hafif bir toz bulutu kalkmıştı. Auteuil’den geçiyorlardı. Bütün evlerin pencereleri kapalıydı. Ötede beride bir sokak feneri, bir duvarın köşesini aydınlatıyor, sonra yine karanlıkların içine dalıyorlardı. Bir defasında, Frédéric, Madam Arnoux’nun ağladığını fark etti.
Pişmanlıktan mı, arzudan mı, nedendi bu? Sebebini bilmediği bu keder Frédéric’i kendinin bir şeyiymiş gibi ilgilendirmişti. Şimdi, aralarında yeni bir bağ, suç ortaklığı gibi bir şey vardı. Son derece okşayıcı bir sesle “Ağrıyor mu?” dedi.
“Evet, biraz.”
Araba gidiyordu, bahçe duvarlarından sarkan hanımeliler ve yaseminler geceyi insana gevşeklik veren bir koku ile doldurmuştu. Elbisesinin sayısız kıvrımları ayaklarını örtüyordu. Aralarına uzanmış bu çocuk vücudu sayesinde bu kadının bütün varlığı ile kaynaşıyor gibi geliyordu Frédéric’e. Kıza doğru eğildi, kumral saçlarını aralayıp yavaşça alnından öptü.
“İyi insansınız!” dedi Madam Arnoux.
“Niçin?”
“Çocukları seviyorsunuz da ondan.”
“Hepsini sevmem.”
Başka bir şey söylemedi, ama sol elini ondan tarafa uzattı, açtı, belki o da aynı şeyi yapar, elini tutarım, diye düşünmüştü. Sonra utanıp çekti.
Biraz sonra kaldırımlar başladı. Araba daha hızlı gidiyordu. Sokak fenerleri çoğaldı, Paris’e girmişlerdi! Hussonnet emanetçinin önünde arabadan atladı. Frédéric inmek için avluya varılmasını bekledi; sonra Choiseul Sokağı’nın köşesine saklandı, Arnoux’nun ağır ağır bulvarlara doğru yollandığını gördü.
Hemen ertesi günden başlayarak bütün gücü ile çalışmaya başladı.
Kendini bir kış gecesi cinayet mahkemesinde son savunmaları yaparken görüyordu: Jüri üyelerinin yüzleri sapsarıdır; soluk soluğa olan halk, mahkeme salonunu hıncahınç doldurmuştur; Frédéric dört saattir konuşmaktadır; bütün delilleri özetliyor, yeni deliller keşfediyor ve her cümlesinde, her sözünde, her hareketinde, arkasında asılı duran giyotin bıçağının kalktığını seziyor; sonra Meclis kürsüsünde, bütün bir halkın selametini dudaklarında taşıyan bir söylevci olarak, hasımlarını sözleriyle boğuyor, istihzalı, dokunaklı, coşkun, yüce, ahenkli sesi gürleyerek verdiği sert bir karşılıkla eziyor. O orada, herkesin içinde bir yerdedir, sevinç gözyaşlarını tülü ile gizlemektedir; sonra buluşacaklar; o, hafif ellerini alnında gezdirerek, “Ah! Bu ne güzel!” deyince cesaret kırıcı sözler, edilen iftiralar, küfürler onun semtine uğramayacak.
Bu hayaller, hayatının ufkuna cümleler hâlinde kazınmıştı. Kamçılanan zekâsı daha çevik, daha kuvvetli hâle geldi. Ağustos ayına kadar evine kapandı, son imtihana kabul edildi.
Aralık ayının sonunda ikinci, şubat ayında üçüncü imtihana bir kere daha hazırlanmakta çok sıkıntı çekmiş olan Deslauriers onun bu çabasına şaşmıştı. O zaman, eski umutlar yeniden canlandı. On yıl içinde Frédéric milletvekili, on beş yıl içinde de bakan olmalıydı; niçin olmasın? Pek yakında konacağı mirasla önce bir gazete kurabilirdi; işe bir kere böyle başlansın, gerisi kolaydı. Deslauriers’ye gelince; onun gözü Hukuk Okulunda bir kürsü sahibi olmaktaydı. Doktora tezini pek parlak bir şekilde savunmuş, profesörler tarafından kutlanmıştı.
Üç gün sonra Frédéric de kendi tezini verdi. Sılaya gitmeden önce cumartesi toplantılarını kapamak için bir kır gezintisi yapmak aklına geldi.
Bu gezintide neşeli göründü. Madam Arnoux şimdi Chartres’da, annesinin yanındaydı. Ama pek yakında ona kavuşacak, eninde sonunda âşığı olacaktı.
Aynı gün Deslauriers, Orsay’deki genç avukatlar konuşma odasında çok alkışlanan bir söylev vermişti. İçki düşkünü olmadığı hâlde çakırkeyif oldu, yemekte Dussardier’ye “Sen namuslu bir insansın! Zengin olunca seni yanıma kâhya olarak alacağım!” dedi. Hepsi de mutluydu; Cisy hukuku bitirmeyecekti; Martinon stajına taşrada devam edecekti, bir savcı yardımcılığı bulmuştu; Pellerin İnkılabın Dehası’nı anlatacak büyük bir tabloya hazırlanıyordu; Hussonnet gelecek hafta müdüre Başını Dinlendirme adlı piyesinin planını okuyacaktı, başarı kazanacağından şüphe etmiyordu:
“Çünkü dramın iskeletini bana bırakıyorlar! Aşkın ne olduğunu bilirim, onun yoluna saçımı süpürge ettim; canlı fikirler bulmaya gelince; bu da benim işim!”
Bir sıçradı, ellerini yere koyup bacaklarını havaya kaldırarak bir süre masanın etrafında böyle dolaştı.
Bu edilen çocukluk Senecal’i neşelendirdi; bir aristokratın oğlunu dövdüğünden ötürü, oturduğu pansiyondan kovulmuştu. Sefaleti arttığından sosyal düzene atıp tutuyor, zenginlere lanetler yağdırıyordu. Gittikçe hayalleri kırılan, hüzünlü hâle gelen, her şeyden nefret eden Regimbart’a içinin bütün derdini döktü. Vatandaş, şimdi bütçe meseleleriyle uğraşıyor, Camarilla’yı Cezayir’de milyonlar kaybetmekle itham ediyordu.
Alexandre’ın kahvesine uğramadan uyuyamayacağı için saat on birden sonra ortadan kayboldu. Ötekiler daha geç vakte kadar kaldılar. Frédéric, Hussonnet’ye Allah’a ısmarladık derken Madam Arnoux’nun dün dönmüş olacağını öğrendi.
Bu düşünce ile yarın için tuttuğu yeri değiştirmek üzere Messageries’ye uğradı, saat altıya doğru da Madam Arnoux’nun evine damladı. Kapıcı, dönüşünün bir hafta sonraya kaldığını söyledi. Frédéric akşam yemeğini yalnız yedi, sonra bulvarlarda başıboş dolaştı.
Çatıların ötesinde eşarp biçiminde pembe bulutlar uzanıyordu. Dükkânların gölgelikleri çekilmeye başlamıştı. Sulama arabaları tozların üstüne yağmur serpiyor ve